Eylül 04, 2020 15:30 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerin devamında bugünkü sohbetimizde de Batı toplumlarının önemli sorunlarından sayılan ırkçılık ve etnik ayrımcılığı ele alacağız.

Amerika'da köleciliğin bir kenara bırakılmasından 150 yıl geçmesine rağmen bu ülkedeki ırkçı sistemler hala  gelişmeye devam etmektedirler. Son yıllarda Amerika'da yaşanan ölümcül silahlı saldırılar bu ülkede radikal milliyetçilik ve ırkçı şiddet olaylarının arttığının göstergesidir. Tabii Donald Trump iş başına gelmeden önce de Amerika hep ırkçılık sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak onun Beyaz Saray'da başkanlık koltuğuna oturduktan sonra da  beyaz  radikal ırkçılar yeniden hayat buldular. Öyle ki birçok insan hakları kuruluşu ve aktivisti de radikal milliyetçilik ve ırkçılığın artmasından kaygılarını dile getirmişlerdir. 

Press TV sunucusu Müslüman belgeselci  Merziye Haşimi, geçen sene Amerika polisi tarafından tutuklandı ve 11 ay boyunca hapishanede tutuldu. Merziye Haşimi  Associated Press ile mülakatında tutuklanmasının nedenini muhabir olması ve inançlarından dolayı olduğuna değinerek Amerika hükümetinin ona yaptıklarında dikkatli olmasını hatırlatmak istediğini söyledi. Bu Amerikan asıllı belgeselcinin önemli çalışmalarından biri de "Dred Scott'un Milleti "dir.   Bu filmde Amerika toplumundaki ayrımcılık ve eşitsizlik ele alınmıştır. 

Merziye Haşimi "Dred Scott'un Milleti " isimli filminde  Amerika polisi ve güvenlik sisteminin siyahilere uyguladığı adaletsiz muameleye odaklanmıştır. Film, 1857 yılında Amerika yüksek mahkemesinden özgürleşme talebinde bulunan siyasi köle Dred Scott'un bu talepte bulunması ile başlar. Mahkeme başkanı ise ona siyahi birinin şikayette bulunamayacağını, çünkü vatandaş sayılmadığını ve beyazlardan saygı görecek bir hakka sahip olmadığını söyler. 

Belgeselci Mersiye Haşimi  siyahi Amerikan gençler ve yetişkinlerin  Amerika polisi tarafından öldürülmelerine işaret ederek 14 yaşındaki Micheal Brown'un  Fergowson şehrinde 2014 yılında öldürülmesine vurgu yapıp  Amerika'da siyahilerin haklarının ayaklar altına alınmasını acı bir gerçek olarak niteliyor ve bunun Amerika kurulduktan beri devam ettiğini anlatmaya çalışıyor. Filmde ise  Amerika'da nüfusun önemli bir kısmının derilerinin renklerinden dolayı vatandaşlık haklarının önemsenmediği ve birçok siyahinin bu ülkede kolayca öldürüldüğü anlatıyor.    

 Dred Scott'un Milleti belgesel filminde toplumsal aktivist şöyle diyor: " Sokağa gittiğimde  iki gruptan dolayı kaygı duyuyorum. İlki eşkıyalar ve polisler. "  Bu aktivist sözlerinin devamında şöyle diyor: " Eşkıyalar karşısında kendimi savunabilirim. Ancak polisler karşısında kendimi savunmaya çalışırsam öldürülürüm. Burada derin bir nefret söz konusudur. Siyahilere duyulan nefret, siyahi erkeklere ve siyahi halkına karşı nefret. " 

Bu aktivist Micheal Brown'un ölüm sahnesini gördüğünde hissettiği duyguları şöyle anlatıyor: "  Kendimi gördüm, yere düşmüş olarak, ölü olarak caddelerde 4.5 saat kaldığımı sokakta öldürüldüğümü gördüm. "

Tarihte de Amerika'da ırkçılık örneklerine bolca rastlamak mümkün. Farklı yaşlarda olan siyahi Amerikan gençler ve yetişkinlerin öldürülmesi haberi artık bu ülke medyasının sıradan haberlerine dönüşmüştür. Artık bu olaylar halkın toplumsal hassasiyetine ve tepkilerine de yol açmıyor. Bu haberler diğer haberler arasında en alt sıralara gerilemektedir. 

Aslında bu durum Donald Trump'ın iş başına gelmesi  ve onun aleni bir şekilde ırkçılığı ve beyaz üstünlükçülüğünü desteklemesi ile körüklendi ve böylece şiddet olayları da arttı. Bugün ise Trump Amerika toplumunda ırkçılığın sembolüne dönüşmüştür. Donald Trump tarafından radikal milliyetçiliğin yayılması  Amerikalıların ona ırkçı başkan lakabını takmasına neden olmuştur.

Washington makamları bu ülkede ırkçılığın kabul edilemez olduğunu ve tüm etnik gruplar ve kesimlerin huzur içerisinde bir arada yaşadıklarını iddia etse de Amerika'da şiddet ile ilgili istatistikler  birçok ölümcül olayın köklerinin ırkçılık ile alakalı olduğunu gösteriyor. Yapılan araştırmalar ise Temmuz 2011'den Nisan 2019'a dek silahlı saldırıların yaklaşık yüzde 73'ünün beyazların üstünlüğüne inanan radikal kişiler tarafından hayata geçirildiğini ve bu saldırılarda hep göçmenler, renkli derililer ve dini azınlıkların hedef alındığını gösteriyor. Analistler ve görüş sahipleri ise ırkçılığın kanser gibi sanal alemde ve internet ortamında büyümekte olduğunu söylemektedirler. 

Sosyal meseleler uzmanı Merry Ryan ise bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: " Irkçılık ile ilgili suçlara bakma düzeni özellikle de Amerika'nın Batı'sında yetersizdir ve caydırıcı güce sahip değildir. Batı eğitim sistemi ve medyasında ise ırkçılık ile mücadeleye gereken önem verilmemiş ve tam tersi sürekli olarak ırkçılık içeren farklı tavırlar ve davranışlara göz yumulmuştur. Bu da toplumu tehlikeli bir badireye sokmuştur. "Amerika'da görülen şiddetin bir şekilde yapısal ve sistematik olduğu söylenebilir.  Görünen o ki Amerika hükümetlerinin siyasetleri ırkçılığı halkın adeta bir yaşam felsefesine ve günlük adetine dönüştürmek olmuştur. Böylece ırkçılık Amerika halkının değişmez kültürel özelliği haline getirilmeye çalışılmıştır.

Kendilerini savunmak mazereti ile siyahilere kurşun yağdıran polisler de aslında çocukluk ve gençlik çağında Amerika'daki medyatik ortamdan yararlanarak siyahilere hep kuşkulu yaklaşan ve korku içerisinde olan Amerikan toplumunun bir parçasıdır.   İşte böyle bir düşünce tarzı ve ön yargı sonucu bu polisler de kritik durumlarda mantıklı karar alamıyorlar. Bu yüzdendir ki beyaz polislerin siyahileri boş yere öldürdüklerini ve daha sonra da mahkemelerde beraat ettirildiklerini görüyoruz. 

FBİ'ın yayımladığı istatistiklere göre Amerika'daki mahpusların yarısı siyahilerden oluşmuştur. Amerikan hapishanelerinde 2 milyon 300 binden fazla tutuklu yatmaktadır. Bunların 1 milyon kadarı siyahilerden oluşmaktadır.  Bu doğrultudaki istatistiklere göre ise  siyahilerin Amerika'nın toplam nüfusuna oranı göz önünde bulundurulduğunda,  siyahilerin beyazlara kıyasen 6 kat daha fazla mahpus olduklarını gösteriyor. Bu kişiler cinayetle yaftalanmalarından dolayı  en az vatandaşlık hakkından yararlanırlar ve git gide de toplumsal konumlarını kaybediyorlar. "

Amerika yasalarında azınlıklara karşı ayrımcılıkların olmadığı ve 1964 medeni haklar yasasının onaylanmasına rağmen siyahilerin bu yasanın onaylanmasının ardından bile ortalama gelir miktarlarının günümüzde onları Amerika toplumunun en az gelirli kesimi arasına sürüklediğini görüyoruz.   Gelir anlamında bu eşitsizlik Latin kökenliler için de geçerlidir. Çoğu siyahiler  Amerika toplumunda hala birçok alanda eşitsizliğin söz konusu olduğunu düşünüyorlar. 

 Medeni aktivistlerin söylediklerine göre siyahiler  50 yıl öncesine göre yani medeni hareketin başlangıcından günümüze kadar belli gelişmeler yaşasalar da ancak birçok alanda, örneğin, eğitim, sağlık hizmetleri ve konut alanında birçok mağduriyet yaşamışlardır ve böylece beyazlara göre daha kötü bir durumda olmuşlardır. Halihazırda Amerika siyahilerinin elinde bulunan servet ise beyazların sahip oldukları servet büyüklüğü ile karşılanacak durumda değildir. PİO enstitüsü ise beyaz ailelerin siyahi ailelere göre 13 kat daha zengin olduklarını bildirmiştir. 

Chicago'da kendine has taraftarları bulunan sosyal aktivist ve papaz Rooven Geremia  ise  konuşmalarının birinde Amerika toplumundaki ayrımcılıklar ile ilgili şöyle bir açıklamada bulundu: " Hükümet yalanlarını sıralarken ancak tanrı yalan söylemez. Hükümet renk değiştirirken tanrı değişmez. Bitti sözüm bu kadar. Ancak bir şey daha.  Hükümet sınıfta kaldı ve Amerika hükümeti de kızılderililere davranışları ile sınıfta kaldı.   Çünkü onları bir köşeye sıkıştırmışlar. Japon asıllı Amerikanlar ile karşılaştığımızda da hükümetin onlara davranma şekli ile sınıfta kaldığını görüyoruz. Çünkü onları toplu hücrelere gönderiyorlar. Amerikalılar siyahilere karşı da sınıfta kalmışlardır.   Çünkü onlara zincir takmışlardır. Onları özel bir mekanda tutuyorlar..... Onları düşük seviyeli okullara gönderip standart olmayan evlerde tutuyorlar. Onları ilaçların deney aleti yapıyorlar. En az ücreti onlara ödüyorlar ve yasal eşitliği onlara karşı uygulamıyorlar. Onların yüksek eğitim görmelerini engelliyorlar. Onları ümitsiz ve yardımsız ve yapayalnız bırakmak istiyorlar. Hükümetler onlara uyuşturucu madde bile veriyorlar. Ardından onları hapse atıyorlar. Üç kez yakalanana müebbet cezası verilmesi yasasını onaylatıyorlar. Ardından da bizden tanrıdan Amerika'ya rahmet istememizi istiyorlar. Hayır böyle olmaz. Tanrı Amerika'yı lanetlesin, kahretsin. Bu İncil'de yazılmıştır. Günahsız insanları öldüren Amerika'yı tanrı lanetlesin.  Vatandaşlarına karşı insanlık dışı davranan Amerika'yı kahretsin. Kendini diğerlerinden üstün gördüğü ve kendisi ile övündüğü müddetçe Amerika'yı kahretsin. "