İran Savaşından Sonra İsrail: Güvenlik, Zenginler İçin Lüks Bir Meta Haline Geldi
Parstoday – İran’la yaşanan savaş, İsrail’de yeni bir pazar yarattı: Sığınaklar ve “güvenli odalar” artık altın gibi alınıp satılıyor ve güvenlik, İsrail’deki zengin sınıfın en lüks varlığına dönüşmüş durumda.
İsrail ile İran arasında yaşanan son savaşta işgal altındaki topraklarda daha önce görülmemiş sahneler yaşandı. Pars Today’in Fars Haber Ajansı’na dayandırdığı habere göre, yıkılan binalar ve milyonlarca insanın kapasitesi yetersiz sığınaklara kaçışı dikkat çekti.
İbranice yayın yapan medya kuruluşları, savaş sırasında birçok sığınağın kapalı olduğunu bildirdi; bazıları ırkçı ayrımcılık nedeniyle, bazıları ise yetkililerin ihmali yüzünden kullanılamaz durumdaydı.
Şimdi ise Başbakan Benyamin Netanyahu hükümeti, yeni bir savaş dalgasını öngörerek apartmanlarda “güvenli odaların” standartlaştırılması ve yaygınlaştırılması için yeni bütçeler ayırıyor. Ancak temel soru şu: Sürekli tehdit altında olan bir rejimde, beton ve çelik gerçekten kalıcı bir güvenlik hissi yaratabilir mi? Yoksa bu odalar, yaşam maliyetini artıran ve eşitsizliği derinleştiren “altın kafeslere” mi dönüşüyor; sirenler ve roket korkusunu ortadan kaldıramadan?
Kamusal Sığınaktan Lüks Tüketime
İsrail, dünyanın en karmaşık hava savunma sistemlerinden birine sahip. Ancak “ev içi sığınak” kavramının temeli 1969 yılına dayanıyor; o dönemde inşaat yasası, binalarda ortak sığınak yapımını zorunlu kılmıştı. Sonraki on yıllarda her savaş ve tehditle birlikte bu zorunluluk genişletildi. 1991’de Irak’ın Tel Aviv’e füze saldırısından sonra çıkarılan yasayla, her dairede “güvenli oda” inşa edilmesi mecburi hale geldi.
Bu odalar, 30 cm kalınlığında betonarme duvarlarla inşa ediliyor; patlamaya dayanıklı kapı ve pencerelere, bağımsız havalandırma sistemlerine sahip. Bazılarında kimyasal filtreler bile bulunuyor. Ancak daha önemli olan, güvenliğin kamusal bir hak olmaktan çıkıp satın alınabilir bir metaya dönüşmesiydi.
Bu tür odalara sahip dairelerin fiyatı arttı; inşaat firmaları artık güvenliği manzara ya da asansör gibi pazarlıyor. Halkı koruma sorumluluğu da devletin ve kamusal sığınakların omzundan alınıp ailelerin üzerine yıkıldı.
Gazze savaşı ve İran’la doğrudan çatışmanın ardından artan füze tehditleriyle birlikte, güvenli odalar yeniden gündeme geldi ve “aile güvenliğinin” sembolü haline geldi. Ancak istatistikler, 2024 sonu itibarıyla İsrail’deki evlerin yalnızca %56’sında bu tür odaların bulunduğunu gösteriyor; üstelik bunlar da çoğunlukla Yahudi ve varlıklı bölgelerde, eski yerleşimlerde ya da Arap mahallelerinde değil.
Konut Piyasası, Füzelerin Gölgesinde
Güvenli oda artık İsrail’de konut fiyatlandırmasında en önemli faktörlerden biri. Bu odalara sahip daireler, benzer özellikteki ancak güvenli odası olmayan dairelere kıyasla %20 ila %30 daha pahalıya satılıyor. Kiralık konut piyasasında da fark belirgin: Örneğin işgal altındaki Kudüs’te güvenli odalı bir dairenin aylık kirası yaklaşık 8 bin şekel iken, benzer bir daire güvenli oda olmadan 5 bin şekel civarında. Bu odaların eklenmesi, inşaat maliyetlerini %12 ila %15 oranında artırıyor.
Başlangıçta bazı tereddütler olsa da Tel Aviv ve Hayfa’ya yönelik yoğun füze saldırılarının ardından bu tür konutlara olan talep iki katına çıktı. Böylece “ev güçlendirme” kârlı bir sektöre dönüştü; bazıları bunu “korku ticareti” olarak adlandırıyor.
Güvenlikte Sınıfsal Uçurum
7 Ekim saldırısından birkaç ay önce Netanyahu hükümeti, güvenli oda inşası için ayrılan sübvansiyon ve kredi bütçesini azalttı. Bu karar, güvenlikteki sınıfsal uçurumu daha da derinleştirdi. Necef Çölü gibi Arap ve bedevi vatandaşların yaşadığı bölgelerde neredeyse hiç kamuya açık sığınak bulunmuyor. Kuzeydeki birçok yerleşim de füze saldırılarına karşı savunmasız durumda. 1992’den beri yeni binalarda güvenli oda inşası zorunlu olsa da eski konutlar hâlâ korumasız. Resmi verilere göre, İsrail nüfusunun yaklaşık %28’i herhangi bir sığınağa erişim imkânına sahip değil. Bu da “dünyanın en güvenli ordusuna sahip olduğunu” iddia eden bir rejimde bile güvenliğin sınıfsal bir ayrıcalığa dönüştüğünü gösteriyor.
Yeni Maliyetler, Eski Korkular
İran’la yaşanan son savaşın ardından İsrail parlamentosu, güvenli odaların alanının artırılması ve içine tuvalet yerleştirilmesi yönünde karar aldı. Yeni nesil bu odalar, kurşun geçirmez kapılar, daha kalın duvarlar ve çelik havalandırma menfezleriyle donatılıyor. Ancak her yeni özellik, inşaat maliyetlerini daha da yükseltiyor ve orta ile alt sınıfın bu imkâna erişimini zorlaştırıyor.
İbranice medya kaynaklarına göre, tüm bu önlemlere rağmen İran’ın geçtiğimiz yaz gerçekleştirdiği saldırılar, sistemin sınırlarını gözler önüne serdi. Saldırıda 24 İsrailli hayatını kaybetti; bazıları o anda güvenli odalarında bulunuyordu. Bu da gösteriyor ki çelik ve beton bile mutlak güvenlik sağlamıyor.
Sürekli Alarm Halindeki Toplum
İsrailli sosyal bilimciler, toplumun “sürekli alarm hali” içinde yaşadığını söylüyor; savaş ile barış arasında sürekli bir gerilim hattında. Siyasi psikoloji profesörü Daniel Bar-Tal’a göre, İsrailliler kronik bir güvensizlik duygusuna kapılmış durumda çünkü devletin kuruluşundan bu yana hem gerçek hem hayali düşmanlarla tanımlanıyorlar. Bar-Tal şöyle diyor: “Güvensizlik toplumsal bir inanca dönüştüğünde, kültür ve siyasete kök salar ve bir kontrol aracına dönüşür.” İsrail liderleri, tehditleri abartarak halkı bir arada tutuyor ve itaatkâr kılıyor.
Öte yandan Yahudi halkının tarihsel hafızası ve Nazi soykırımının hatırası, İsraillilerin kolektif bilinçaltında canlı kalmaya devam ediyor. Bu hafıza, her yeni tehdidin gerçekte olduğundan daha korkutucu görünmesine yol açıyor ve toplumun sürekli teyakkuz halinde kalmasına neden oluyor.
Toplumsal Psikoz ve Sessiz Çöküş
2024 yılında yapılan yeni araştırmalar, Gazze savaşı ve İran’la doğrudan çatışmanın ardından İsrailliler arasında depresyon ve anksiyete oranlarının iki katına çıktığını gösteriyor. Halkın yaklaşık %30’u travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), %40’tan fazlası ise depresyonla mücadele ediyor. İsrail’in ruh sağlığı sistemi bu taleplere yanıt veremiyor. Ülkenin kuzey ve güney bölgelerindeki birçok sakin göç etmiş durumda ve İsrail’deki iç mülteci sayısı yarım milyona ulaşmış.
Altın Kafes mi, Gerçek Bir Ev mi?
İsrailli yaşlı yerleşimciler, umutsuzluk içinde sığınaklarda yaşamanın bir anlamı olmadığını söylüyor. Onlara göre “güvenli oda”, güvenliğin sembolü olmaktan çok, II. Dünya Savaşı’ndaki mağaraları ve toplama kamplarının acı hatıralarını çağrıştırıyor. Bu nedenle, devletin bir güç göstergesi olarak sunduğu şey, halkın gözünde kırılganlığın sembolüne dönüşmüş durumda.
Sonuçta, bombardıman altında yaşamış biri bilir ki “güvenlik”, ayrı bir havalandırma sistemi ya da beton duvar demek değildir. Güvenlik, adaletin diğer adıdır. Ve bu toprakların gerçek sahipleri olan Filistinliler, gerçeği daha iyi bilir: Korkuya ve güvensizliğe verilecek yanıt, daha fazla sığınak inşa etmek değil; kuşatmanın ve işgalin sona ermesidir. Bir gün işgalin eli Filistin topraklarından çekildiğinde ve toprak sahiplerine geri döndüğünde, artık kimsenin çelik kapılara ve beton sığınaklara ihtiyacı kalmayacak. Çünkü gerçek huzur, ne parayla satın alınır ne de beton ve çelikle inşa edilir. Huzur, özgürlüğün meyvesidir.