ABD’nin insan hakları iddialarının gerçek yüzü
(last modified Sun, 02 Jul 2017 05:14:22 GMT )
Temmuz 02, 2017 08:14 Europe/Istanbul
  • ABD’nin insan hakları iddialarının gerçek yüzü

Amerikalı yetkililer uluslararası arenalarda insan haklarını savunma jesti tutmalarına karşın insan hakları alanında kapkara bir mazileri vardır.

Amerika’nın insan hakları alanında kara karnesinin önemli bir bölümünü oluşturan insan hakları skandal tarihçesi, beyaz göçmenlerin Amerika topraklarına ayak bastığı ve yerlileri katliam etmeye başladığı günden bu güne dek devam etmiştir.

Amerikalı yetkililer uluslararası arenalarda insan haklarını savunma jesti tutmaları ve sözde insan haklarını ihya etme iddiası ile başka milletlere yıkıcı savaşları dayatmalarına karşın insan hakları alanında kapkara bir mazileri vardır ve bu bağlamda insan haklarını savunmaktan başka her türlü şom niyetlerinin varlığını ortaya koymaktadır.

Amerika yönetimi sürekli şom politikalarına karşı çıkan ülkeleri insan haklarını ihlal etmekle suçluyor, fakat bu ülkenin gerçek yüzünün gün ışığına çıkarılması insan hakları karşıtı mahiyetini de gözler önüne seriyor.

İran İslam Cumhuriyeti bu gerçekten hareketle 3 Temmuz günün Amerikan insan haklarını ifşa etme günü ve bu günden bir hafta öncesini de Amerikan insan haklarını ifşa etme haftası olarak adlandırdı ve böylece bu günlerde dünyanın hür ve gerçekte kaygılı insanlarına Amerika’nın gerçek yüzünü daha da net bir şekilde göstermeye gayret etti.

Bu arada 3 Temmuz günü bundan 29 yıl önce ve 3 Temmuz 1988 tarihinde İran’ın Benderabbas kentinden Dubai’ye doğru gitmekte olan İran’a ait Airbus tipi bir yolcu uçağı Fars körfezi semalarında ve İran’ın Hengam adasının yakınlarında Amerikan savaş gemisinden fırlatılan füze ile kasıtlı bir şekilde vuruldu ve uçakta bulunan 298 yolcu ve mürettebat, ki çoğunu da kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu, bu feci cinayette şehit düştü.

Gerçek şu ki Amerika devleti kuruluşunun üzerinden pek de fazla bir zaman geçmediği halde uluslararası arenada insan hakları ihlalleri ve bağımsız milletlere tecavüzde ve insanları acımasızca katletme konusunda oldukça kara bir karneye sahiptir. Nitekim Amerika’nın Japonya’da Hiroşima ve Nakazaki kentlerine atom bombası atmasını ve Vietnam savaşında bu millete karşı işlediği korkunç cinayetleri unutmak mümkün değil. Amerika 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra da terörle mücadele bahanesi ile Ortadoğu bölgesine saldırdı. Bu saldırılar terörle mücadele ve demokrasi inşa etme yaftaları ile düzenlendi, oysa pratikte saldırıya uğrayan ülkelerde savunmasız insanların katliam edilmesi ve Ebu Gureyb gibi korkunç işkencelerin uygulandığı hapishanelerin kurulmasından başka bölge halkı için hiç bir olumlu getirisi olmadı.

Amerika’nın Harward üniversitesi bir raporunda Amerika’nın sadece Irak ve Afganistan’a dayattığı savaşların bedelini altı trilyon dolar olarak tahmin etti. Bu savaşlarda en az bir milyon Iraklı ve Afgan halkı hayatını kaybetti, milyonlarcası yaralandı veya evsiz barksız kaldı.

Amerika uluslararası arenada insan haklarını ihlal eden ülkelerini başında yer almakla kalmıyor, aynı zamanda korsan İsrail ve Arabistan gibi bebek katili ve insan hakları karşıtı rejimlerin de baş hamisi sayılıyor.

Gerçi gaspçı rejim İsrail’i İngiltere kurdu ve bu rejimi destekledi ve desteklemeye de devam ediyor, fakat Amerika bu şom rejim kurulduğu günden beri ona tam ve kayıtsız şartsız destek veriyor.

İşgal edilen Filistin topraklarında katliam, yağma, terör, cinayet ve Filistin milletinin tüm haklarını çiğneme temeli üzerinde kurulan ve bugün da çağdaş tarihte insan hakları ihlalleri konusunda en kabarık dosyaya sahip olan korsan rejim İsrail, Amerika gibi insan hakları ihlallerinde başı çeken bir devlet tarafından destekleniyor.

Aslında Amerika’nın destekleri sadece korsan İsrail rejimleri gibi terörist rejimlere destek vermekle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda tekfirci IŞİD terör örgütü gibi cani çeteleri de kapsıyor.

Amerika yargı gözetleme örgütü bu ülkenin dışişleri ve savunma bakanlıkları ile ilgili belgeleri yayımlayarak Suriye savaşı ve Amerika’nın tekfirci IŞİD terör örgütünün kurulması ve güçlenmesinde ifa ettiği rolü ile ilgili çok önemli sırları ifşa etti.

Söz konusu yayımlanan belgeler 2011 yılının ortalarına ait ve Amerika’nın Libya’nın Bingazi kentindeki başkonsolosluğundan dışarı sızmış belgelerdir. Belgelerde Suriye’de Fars körfezi ülkeleri ve Türkiye’nin destek ve yardımları ile terör örgütlerinin kurulmasından söz ediyor ve Washington yönetiminin tekfirci IŞİD terör örgütünün kurulma sürecinde rol ifa ettiğini ve örgüt için Suriye’nin doğusu ve Irak’ın batısında yer alan topraklarda sözde bir devlet kurmayı amaçladığını ortaya koyuyor.

 

Amerika yönetimi IŞİD’in kuruluş sürecinde ihtiyaç duyduğu silahları Libya üzerinden bu örgüte ulaştırdı. Nitekim şimdi de Amerika Suriye’nin doğusunda sözde IŞİD’in İslamî devlet kurma sürecinde rol ifa etmediğini inkar edemez.

Bundan başka bazı raporlar da CIA’nin 2012 yılında Ürdün’de kurduğu bir kampta IŞİD teröristlerini eğittiği belirtiliyor. Amerika’nın dışişleri eski Bakanı Hillary Clinton da anılarını yazdığı kitabında “biz IŞİD’i Ortadoğu’yu bölmek için kurduk” itirafında bulunuyor. Clinton kitabın bir başka bölümünde de şu ifadelere yer veriyor: Bizim 5 Temmuz 2013’te Avrupalı dostlarımızla düzenleyeceğimiz bir oturumda sözde İslamî devleti tanımayı kararlaştırmıştık. Ben 112 ülkeye ziyaret düzenledim ve bu ülkelerde Amerika’nın rolünü ve bazı dostları ile kuruluşunun hemen ardından tanınması gereken İslamî devleti anlatmaya çalıştım, ama birden her şey gözümüzün önünde yıkılıverdi.

Amerika IŞİD’in kurulmasında ciddi rol ifa etmekle kalmadı, örgüte verdiği lojistik ve medya desteği ile bekasına ve ayakta durmasına yardım etti, hatta Obama yönetimi IŞİD’e önemli miktarda iktisadi yardım yaptı.

Uluslararası arenadan başka Amerika, kendi vatandaşlarına karşı da en büyük insan hakları ihlalcisi sayılır. Bir başka ifade ile Amerika’nın insan hakları ihlalleri sadece Ortadoğu bölgesi ve üçüncü dünya ülkelerinin vatandaşlarına yönelik değildir ve hatta kendi vatandaşlarının bireysel ve sosyal haklarını da ihlal etmektedir.

Gerçekte Amerikan toplumu son iki asırda bir dizi ırkçı yaklaşımın temelinde şekillenen bir toplumdur. Son iki asırda Amerika’da on milyonu aşkın kızılderilinin beyazlar tarafından katliam edilmesi ve yine bir çok siyahi vatandaşın da öldürülmesi Amerika’da ırkçı anlayışın ne denli güçlü olduğunu ortaya koyan gerçeklerdir ve bu anlayış her geçen gün daha da güçlenmektedir.

 

Amerika’da ırkçılığın en doruk simgesi tamamen ırkçı bir kavram olan beyaz saray adlandırmasıdır. Yani Amerikalı elit kesim hiç bir siyahinin bu saraya girmeye hakkı olmadığını söylemek istiyordu.

Yine son yıllarda Amerika’da siyahilerin beyaz ırkçı polisler tarafından vurularak öldürülmesi Amerikan toplumunda ırkçılığın hangi boyutlara ulaştığını ve bu toplumu şiddetle tehdit ettiğini ortaya koyuyor. Verilere göre Amerika’da her 28 saatte bir siyahi polis tarafından vurularak öldürülüyor. Yine Amerika’da beyaz ailelerin ortalama gelirinin siyahi ailelerin yirmi katı olmasını, gözaltına alınan siyahilerin beyazlara kıyasla çok fazla yüksek olması ve eğitim ve ekonomi ve sağlık hizmetlerinde  uygulanan ayrıcılığa ekleyince, Amerikan toplumunda ırkçılığın ne kadar vahim boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor.

Amerika’da hükümetin kendi vatandaşlarının özel yaşam alanını ihlal etmesi ve haklarında casusluk yapılması skandalı özellikle Amerika milli güvenlik ajansı NSA için çalışan Edvard Snowden’in ifşaatından sonra büyük boyutlara ulaştı ve bu skandalın sınırları Amerika’ya aşarak Avrupa’ya ve özellikle Amerika’nın Fransa ve Almanya gibi müttefiklerine ve oradan da Afganistan ve dünyanın dört bir yanına ulaştı ve böylece Amerika dünyanın hiç bir yerinde insan haklarını çiğnemeyi önemsemediğini ortaya koydu. Snowden’in ifşaatı Amerika’nın casusluk faaliyetleri sadece bu ülkelerin vatandaşları ile sınırlı kalmadığını ve hatta en üst düzey yetkililerinin cep telefonlarına kadar uzandığını gösterdi.

Janson, Nicson ve George Bush yönetiminde savaş karşıtı protesto eylemlerinin şiddetle bastırılması veya şimdi de Donald Trump’ın göç politikasına karşı başlatılan itirazların polis gücünün sert müdahalesi ile karşılaşması Amerika’da insan hakları ve demokratik özgürlüklerin ihlallerinin en somut örnekleridir. Gerçi şimdi Amerika’da Donald Trump’ın Başkan seçilmesinden sonra insan hakları ihlalleri sistematik ve organize bir hale geldiği de gözlerden kaçmıyor. Donald Trump yönetiminin göçmen karşıtı yeni yasası göçmenlerin haklarının ihlali için gereken zemini hazırlarken Amerikalı elebaşılarının yeni bir skandalı sayılıyor, nitekim bu yasa sayesinde Amerika havaalanında güvenlik güçleri beş yaşındaki İranlı bir çocuğa kelepçe taktı.

 

Aslında bu tür durumlar kendisini özgürlük beşiği ilan eden Amerika’da her gün yaşanıyor. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei’ye göre bu tür olaylar Amerika’nın gerçek yüzünü ve Amerikan insan haklarının ne anlama geldiğini açıkça ortaya koyduğunu belirtiyor.

Colombia üniversitesi insan hakları yasasını araştırma dergisinin baş yazarı Julia Sherman şöyle diyor: Amerika’da Donald Trump Başkan olur olmaz, yönetimi hemen kadın hakları, göçmen hakları, yerlilerin hakları ve diğer kesimlerin hakları gibi her türlü hakları tehdit etmeye başladı. Biz adeta gafil avlandığımızı hissettik. Bu yüzden Trump’ın insan haklarının izini sürecek sistemi tasarladık. Bu sistem tam olarak saldırıya uğrayan tüm insan haklarını gözetliyor ve herkesin kolayca anlayacağı hale getiriyor.

 

Amerika yönetimi hala insan hakları ile ilgili en önemli konvansiyonlara katılmadığı halde ve türlü bahaneleri ileri sürerek bu konvansiyonlara katılmayı reddettiği bir sırada evrensel insan hakları bildirgesini ilerlettiğini iddia ediyor. Amerika yönetimi hala çocuk hakları konvansiyonu, iktisadi ve sosyal ve kültürel haklar konvansiyonu, işkenceyi men eden konvansiyonun ek protokolü, zorunlu kaybolan insanlara destek konvansiyonu, uluslararası ceza mahkemesi tüzüğü ile ilgili Roma konvansiyonu, kadınlara karşı ayrımcılığı reddeden konvansiyonu ve uluslararası insan hakları konvansiyonu gibi bir çok önemli konvansiyona üye olmaktan kaçınıyor.

Yine insan hakları komisyonunun açıkladığına göre Amerika hiç bir bölgesel insan hakları belgesine üye değildir ve bu tür konvansiyonlar Amerikan kongresine geldiğinde onaylanmamaktadır. Amerika esasen insan haklarını ilgilendiren hiç bir konvansiyona üye olmuyor, çünkü esasen insan haklarına inanmıyor, ama nedense dünyada insan haklarına uyduğunu iddia ediyor.