Hüzünlü nefes-4
İran Radyo Podcast Hüzünlü nefes podcasti, " Yasin Hecazi'nin "Ah" adlı kitabından alınan ve Şeyh Abbas Kumi'nin "Nefes el-Mahmum" adlı eserinin sade ve modern bir çevirisidir.
Bu bölümde, sizi Kufe’de gerilimin zirveye ulaştığı günlere götüreceğiz; ihanetin, inancın ve cesaretin aynı anda ortaya çıktığı bir yere. Kader belirleyici büyük seçimlerle tarihi şekillendiren adamların hikâyesini anlatacağız; Kufe’nin artık eskisi gibi olmadığı ve büyük bir fırtınanın yaklaştığı günlerde.
Fakat tarihi yolculuğumuza çıkmadan önce bu podcastin "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulan bir podcast serisi olduğunu hatırlatıyorum. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilir, görüş bölümünde yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Hüseyin -a.s.-, Irak’a gitmeye karar verdiğinde, İbn-i Abbas onun yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey amcaoğlu, Irak’a gitmek istediğini duydum. Ama bil ki oradaki insanlar haindirler ve seni yalnızca savaş için davet etmişlerdir. Eğer gitmek istiyorsan, acele etme. Eğer Mekke’de kalmak senin için zorsa, Yemen’e gitmen daha iyidir. Orası uzak bir bölgedir ve senin için iyi bir sığınaktır. Yemen’de güvenebileceğin destekçilerin var. Ayrıca temsilcilerini farklı şehirlere gönder ve Kufe halkına ve Irak’taki dostlarına mektup yaz. Eğer bulundukları yerin hükümdarını oradan uzaklaştırabilirlerse, senin yanına gelsinler. Ama dikkatli ol, ben onların ihanetinden güvende değilim. Eğer hükümdarlarını deviremezlerse, yerinde kal ve Allah’ın neyi kısmet ettiğini görelim.”
Hüseyin -a.s.- ona şu şekilde cevap verdi: “Senin benim iyiliğimi istediğini biliyorum. Ancak Müslim b. Akil’den bir mektup aldım ki Kufe halkı bir araya gelmiş, biat etmiş ve bana yardım etmeye hazır olduklarını bildirmişler. Bu yüzden bu yolculuğa çıkıyorum.”
İbn-i Abbas ise şöyle dedi: “Onların sözlerine güvenme. Aynı kişiler daha önce babanın ve kardeşinin yanındaydılar ama yarın sana karşı savaşabilirler. Eğer yola çıkarsan ve bu haber İbn-i Ziyad’a ulaşırsa, onları seninle savaşmak için gönderecektir. Sana mektup yazanlar bile düşmanlarından daha tehlikeli olabilirler. Eğer sözümü dinlemeyeceksen ve Kufe’ye gitmeye kararlıysan, ne olur kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme. Allah’a yemin ederim ki öldürülmenden korkuyorum.”
Hüseyin -a.s.- şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki eğer orada öldürülsem, bu benim için Mescid-i Haram’a saygısızlık edilmesinden daha iyidir.”
İbn-i Abbas ümidini yitirince, Hüseyin’in iki kaşının arasını öptü ve şöyle dedi: “Seni Allah’a emanet ediyorum.” Sonra oradan ayrıldı. Ardından Hüseyin, Kâbe’yi ziyaret etti ve Kufe’ye doğru yola çıktı.
Hüseyin’in Mekke’den ayrıldığını duyan vali Amr b. Said korkuya kapıldı. Her ne pahasına olursa olsun Hüseyin’in geri dönmesi için emir verdi. Ardından takip etmeleri için gruplar gönderdi; fakat başarılı olamadılar ve geri döndüler. Amr b. Said yine de vazgeçmedi. Bu kez kardeşi Yahya’yı bir grupla birlikte Hüseyin’i geri dönmeye ikna etmesi için gönderdi. Fakat Hüseyin bu mesajlara aldırış etmeden yoluna devam etti. Olaylar tartışmaya dönüştü. Yahya’nın adamlarıyla Hüseyin’in yarenleri arasında sözlü atışmalar, hatta fiziksel sürtüşmeler yaşandı. Ancak Hüseyin teslim olmayı reddetti ve kararlılıkla yoluna devam etti. Bu sırada Mekke’deki hava ağırlaşmıştı; herkes kaygılı ve hüzünlüydü.
Öte yanda, Müslim b. Akil hâlâ Kufe’deydi. Başta yaklaşık 30 kişiyle birlikte camide kalmıştı. Ancak durumun giderek tehlikeli hâle geldiğini ve halkın desteğinin azaldığını fark edince camiyi terk etti. Yanında 10 kadar kişiyle birlikte Kendi mahallesine doğru yöneldi. Ama yolda yarenleri birer birer ayrıldılar. Müslim etrafına bakıyordu ama artık ne yol gösterecek biri kalmıştı ne de onu koruyacak bir dost. Yalnız ve şaşkın şekilde Kufe sokaklarında dolaşıyordu; nereye gideceğini bilemiyordu.
Ta ki yolu, Tua (Tu’a) adında bir kadının evine düştü. Bu kadın daha önce Kufe’nin ileri gelenlerinden birinin azat ettiği cariyesiydi. O sırada oğlu evde yoktu ve kadın onu bekliyordu. Müslim perişan hâlde selam verdi ve su istedi. Kadın ona su getirdi. Müslim biraz içtikten sonra oracıkta oturdu. Kadın birkaç kez gitmesini, orada kalmamasını istedi çünkü başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Ancak Müslim ona, Kufe’de kimsesiz olduğunu, sahipsiz kaldığını söyledi ve ondan sığınacak bir yer istedi.
Kadın, onun durumunu fark edince onun gerçekten Müslim b. Akil olup olmadığını sordu ve emin olunca, onu evine aldı ve ayrı bir odaya yerleştirdi. Ona bir yatak serdi ve akşam yemeği getirdi; ancak Müslim’in canı, yemek istemiyordu. Bir süre sonra kadının oğlu eve döndü ve annesinin tavırlarının tuhaf olduğunu fark etti. Nedenini öğrenmeye çalıştı ama annesi hiçbir şey söylemedi. En sonunda, oğlu ısrar edince, Tu’a ona sırrı açıkladı ve bunu kimseye söylememesi için ona yemin ettirdi. Oğlu da sessiz kalacağına söz verdi.
Ubeydullah b. Ziyad, şehirde artık Müslim b. Akil’in taraftarlarından iz kalmadığını görünce etrafındaki adamlarına, hâlâ onun yandaşlarından birinin kalıp kalmadığını öğrenmek için her yeri aramalarını emretti. Ancak kimseyi bulamadılar. Daha sonra, kendisi yatsı namazından önce camiye gitti. Tüm adamlarını minberin etrafında topladı ve şöyle ilan etti: “Herhangi bir komutan ya da ileri gelen, bu namazı caminin dışında kılarsa, artık benim katımda bir değeri kalmaz.” Bu yüzden halk etrafını sardı ve onunla birlikte yatsı namazını kıldılar.
Namazdan sonra kısa bir hutbe verdi ve şunu duyurdu: “Müslim b. Akil, yönetime isyan etmiş ve toplum içinde ayrılık çıkarmıştır. Onu evinde saklayan herkes, benim gazabımla karşılaşacaktır. Ama kim onu yakalayıp teslim ederse, 1000 dinar ödül alacaktır.” Ayrıca halka, devletin emirlerine uymalarını, sokakları ve yolları gözetlemelerini ve evleri araştırmalarını emretti.
Tam o sırada, Müslim’e sığınak sağlayan kadının oğlu Bilal, sabahın erken saatlerinde Abdurrahman b. Muhammed Eş’as’ın yanına giderek Müslim’in kendi evlerinde saklandığını haber verdi. Abdurrahman da durumu babasına bildirdi ve babası da meseleyi sessizce Ubeydullah b. Ziyad’a iletti. Ubeydullah bu haberi alınca öfkelendi ve Abdurrahman’ın babasını Müslim’i hemen yakalamak için harekete geçmeye zorladı.
Sabahın erken saatlerinde Tua, Muslim'in abdest alabilmesi için ona su getirdi. Muslim'in bütün gece uyumadığını görünce, onun durumunu nazikçe sordu ve Muslim, gece boyunca sadece biraz uyuduğunu söyledi.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Ubeydullah b. Ziyad, Kays kabilesinden Ubeydullah b. Abbas Selmî komutasında altmış ila yetmiş silahlı adamı, Müslim b. Akil’in saklandığı eve gönderdi. Askerler evi kuşattılar. Müslim atların ve adamların sesini duyunca zırhını giydi, duasını ve namazını hızla bitirdi. Ardından Tua’ya dönerek onun merhametle görevini yerine getirdiğini ve mükâfatını Allah’tan alacağını söyledi.
Müslim, saldırganların onu dışarı çıkarmak için evi ateşe vermesinden korktuğu için, kılıcını alıp dışarı çıktı. Düşmanlar avluya girdiler ve ona saldırmaya çalıştılar. Ancak sokak öylesine dardı ki her yandan yaklaşmaları mümkün olmadı. Bu çatışmada Müslim, kırkın üzerinde düşmanı öldürdü.
Saldırganlar, Müslim’e ön cepheden yaklaşmanın işe yaramadığını anlayınca, evin damlarına çıktılar. Oradan taşlar atmaya ve hatta yakılmış kamış parçaları fırlatmaya başladılar. Bu durumu gören Müslim, kaçacak bir yol kalmadığını anladı ve ölüme hazırlandı. Kılıcını kuşanarak cesaretle sokağa daldı ve büyük bir yiğitlikle savaştı; öyle ki bazı düşmanlarını çıplak elleriyle damdan aşağıya fırlattı.
Bu çetin çarpışmada birçok kişi öldü ya da yaralandı. Haber Ubeydullah b. Ziyad’a ulaştığında, komutanı sertçe azarladı ve neden yalnızca bir kişiyi yakalayamadığını sorguladı. Bunun üzerine Muhammed b. Eş’as şöyle dedi: “Biz sıradan bir adamla karşı karşıya değiliz; bu, Peygamber’in ailesinden cesur bir savaşçıdır.”
Bu sırada Ubeydullah, Müslim’e can güvenliği sözü verilmesini emretti; belki bu sayede daha fazla kan dökülmeden teslim olurdu. Saldırganlar yüksek sesle bağırarak ona eğer teslim olursa güvende olacağını söylediler. Ancak Müslim bu teklifi kabul etmedi ve savaşmaya devam etti. Derken büyük bir grup saldırgan ok ve taşlarla ona hücum etti. Müslim’in bedeni yara bere içinde kaldı; yorgun düşüp bir duvarın yanına oturdu ve Peygamber’in torununa reva görülen bu haksızlıktan yakındı.
Bir kez daha ona can güvenliği vaadinde bulundular, ama Müslim teslim olmak istemiyordu. Ancak aldığı ağır yaralar nedeniyle artık direnemeyecek durumdaydı. Bunun üzerine Muhammed b. Eş’as yanına geldi ve yine güvenlik sözü verdi; bu defa Müslim, ayakta duracak gücü kalmadığından teslim olmayı kabul etti. Onu bir merkeple taşıdılar, kılıcını aldılar ve o anlarda Müslim kurtulamayacağını anlamıştı; gözlerinden yaşlar süzüldü.
Düşmanları, ona alaycı bir şekilde neden ağladığını sordular. Müslim şöyle cevap verdi: “Ben kendim için üzülmüyorum. Endişem ailem ve İmam Hüseyin ile onun yoldaşları içindir. Onlar da belki ileride aynı akıbetle karşı karşıya kalacaklar.”
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Müslim b. Akil, bunca çatışma, yara ve yorgunluğun ardından yakalandığında, en büyük endişesi İmam Hüseyin ve ailesiydi. Hüseyin’in şehre yaklaştığını biliyor ve onun da bu akıbete uğrayabileceğinden korkuyordu. Son anlarında, büyük bir kaygıyla Muhammed b. Eş’as’a döndü ve İmam Hüseyin’e bir mesaj iletmesini istedi.
Mesajında, Kufe halkının güvenilir olmadığını vurguladı; çünkü aynı insanlar, zamanında babası Ali’ye de sadık kalmamış ve ona defalarca sırt çevirmişlerdi. Müslim, Hüseyin’e ulaşacak bu mesajda, onu Kufe halkının vaatlerine kanmaması konusunda uyarıyor ve ailesini bu şehre getirmemesini, mümkünse Medine’ye dönmesini tavsiye ediyordu. Müslim, akşama kadar hayatta kalamayabileceğini biliyordu ve bu mesajının acilen iletilmesini istedi.
Muhammed b. Eş’as da bu mesajı ulaştıracağına dair söz verdi.
Daha sonra Muhammed b. Eş’as, Müslim’i Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın sarayına götürdü. Oraya vardıklarında Muhammed, Ubeydullah’a Müslim’e can güvenliği sözü verdiğini söyledi. Ancak Ubeydullah öfkeye kapıldı ve bağırarak ona bu konuda bir yetki verilmediğini, kendisinin sadece Müslim’i yakalamakla görevlendirildiğini, ona güvenlik sözü veremeyeceğini bildirdi.
Müslim b. Akil çok susamıştı. Su istedi, fakat düşmanlardan bazıları ona bir damla su bile vermeyi reddetti. Hatta bazıları ona sert ve acımasız sözler söylediler. En sonunda birkaç kişi bir kap su getirdi. Ancak Müslim bardağı kaldırıp suyu içmek istediğinde, ağzı o kadar çok kanamıştı ki su kana karıştı ve içemedi. Defalarca denedi, ama başarılı olamadı. O anda anladı ki bu, ömrünün sonuna işaretti ve artık serin bir yudum su ona nasip olmayacaktı.
Ardından, Müslim b. Akil’i Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın huzuruna çıkardılar. Müslim, ona selam vermedi. Saray muhafızlarından biri hayretle neden selam vermediğini sordu. Müslim ise sakin bir şekilde, “Eğer beni öldürecekse, ona selam vermenin bir anlamı yoktur,” diye cevap verdi.
Ubeydullah, Müslim’e vasiyeti varsa söylemesini emretti. Bunun üzerine Müslim, kendi memleketinden olan tanıdıklarından Ömer b. Sa’d’a dönerek üç istekte bulundu: Birincisi, küçük bir borcu olduğunu ve bunun ödenmesini rica etti. İkincisi, öldürüldüğünde bedeninin sokaklara atılmayıp defnedilmesini istedi. Ve üçüncüsü —en önemli olanı— İmam Hüseyin’e bir mesaj ulaştırılmasıydı: Kufe halkının vaatlerine aldanmaması, bu şehre gelmemesi ve mümkünse geri dönmesiydi.
Ancak Ubeydullah, Müslim’in bu son arzularına alaycı bir bakışla yaklaştı ve hepsini reddetti. Ardından onunla arasında sert bir tartışma başladı. Ubeydullah, Müslim’e ve ailesine hakaret etmeye başladı. Müslim ise sessiz kalmadı ve Ubeydullah’ın soyu ve kişiliği hakkında ağır eleştirilerde bulundu.
Sonunda Ubeydullah, Müslim’in sarayın en yüksek yerine çıkarılmasını ve orada başının bedeninden ayrılarak aşağı atılmasını emretti.
Müslim’i yukarıya götürmeden hemen önce, son bir kez Muhammed b. Eş’as’a döndü ve şöyle dedi: “Eğer sen bana can güvenliği sözü vermeseydin, asla teslim olmazdım ve son nefesime kadar savaşırdım.” Bu, Müslim b. Akil’in son sözüydü.
Daha sonra onu sarayın tepesine çıkardılar ve Ubeydullah b. Ziyad’ın emriyle şehit ettiler.
Müslim b. Akil’i sarayın en üst noktasına çıkardıklarında, infaz emrini yerine getirme görevi Bukayr adında bir görevliye verildi. Olaydan sonra Ubeydullah b. Ziyad, Bukayr’a Müslim’in ölmeden önce ne söylediğini sordu. Bukayr, Müslim’in sürekli kendi kendine bir şeyler mırıldandığını, belli ki içinden kararlar verdiğini ve Allah’tan bağışlanma dilediğini söyledi.
İnfaz anı geldiğinde, Bukayr öne çıktı ve Müslim’e alaycı bir şekilde, “Şimdi seni ele geçirdiğim için mutluyum; senden intikam alacağım,” dedi. Ardından kılıcıyla bir darbe indirdi, fakat ilk darbe ağır ve öldürücü olmadı. Müslim, ona bakarak şöyle dedi: “Bu darbe, daha önce aldığım yarayı telafi etmedi.”
Son anlarında bile Ubeydullah yukarıdan alayla bağırdı: “Ölümün yaklaşmışken bile hâlâ gurur yapıyorsun!”
Bunun üzerine Bukayr ikinci darbeyi indirdi ve Müslim b. Akil orada şehit oldu.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Bu hüzünlü ve çalkantılı anlatının sonuna kadar bizimle olduğunuz için içtenlikle teşekkür ederiz. Muslim b. Akil’in yaşam öyküsünü dinlemek, sadece tarihsel bir hikâyeden geçmek değil; aynı zamanda büyük ikilemlerin ortasında, korku ile umut arasında kararlar veren insanların dünyasına adım atmaktır—kararlar ki hayatlarını ve hatta bir milletin kaderini sonsuza dek değiştirmiştir. Belki bugün unutulmuş gibi görünürler, ama yaşamlarının her anı şunu hatırlatıyor: sadakat, fedakârlık ve hakikate inanmak, insanın canına bile mal olsa, karanlıkta parlayan bir ışık gibi yankı bulur.
Muslim ve dostlarının yaşadıkları, her şeylerini kaybetseler bile son ana kadar direnen insanların hikâyesidir—yardım umutları boşa çıksa da. Kufe sokakları sessizlik ve güvensizlikle kuşatılmışken, hâlâ kapalı kapılar ardında insanlık ve sadakatten vazgeçmeyenler vardı. Muslim, tüm acılarına ve yalnızlığına rağmen, Hüseyin’i uyarmak sorumluluğundan bir an bile vazgeçmedi; geri dönüşü olmadığını bilse de.
Bu bölümün sonu, sadece Müslim’in hikâyesinin bitişi değil; aynı zamanda hakikatin bayrağını taşıyan yeni bir dönemin başlangıcıdır. Ondan sonra bu yolu izleyen çok insan oldu ve hâlâ onların ayak sesleri tarihin derinliklerinden duyulmaktadır. Müslim b. Akil’in hikâyesi hepimiz için bir hatırlatmadır: mutlak umutsuzluk anlarında bile, sessiz sadakat ve direniş, geleceğe ilham verecek bir tarih yazabilir.
Bir sonraki bölümde birlikte Kerbelâ topraklarına yeni bir yolculuğa çıkacağız—direnişin ve imanın zirveye ulaştığı, cesaretin yeniden tanımlandığı o yere.
Sizlerden ayrılmadan önce podcastlerimiz ile ilgili görüşlerinizi [email protected] üzerinden iletebileceğinizi hatırlatıyoruz. Bu podcast "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulmuştur. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz. Ve eğer bu hikayeler sizin için önemli ve etkiliyse, onları arkadaşlarınız ve sevdiklerinizle paylaşın.
Unutmayın: Bugünün hikayesi dünün yolunun devamıdır; ve bugün atılan her küçük adım, yarının kaderini şekillendirebilir.
Sizlerden ayrılırken hepinizi yüce Allah’a emanet ediyoruz. /