Hüzünlü nefes-7
İran Radyo Podcast Değerli dinleyiciler hepinizi Tahran’dan selamlayarak bir kez daha birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz; bu bölümde, yeniden iman ve sorumluluk sesinin tarihin havasını doldurduğu günlere gidiyoruz.
Önümüzde bir yolculuk var ki, İmam Hüseyin vicdanın ve gerçeğin çağrısıyla bu yolu Kerbela’ya kadar sürdürüyor. Her durağında karar vermek ve gönül bağını koparmak anlam kazanıyor, ve her saniyesi, zamanın unutuşuna ve kaderin zorbalığına karşı yalnızlık ve direnişin aynası oluyor.
“Hüzünlü Nefes” podcasti, hâlâ Yasin Hicazî’nin kaleme aldığı Âh kitabından ilhamla sürdürüyor; Kerbelâ olayı ve tüm işaretlerini, iniş ve çıkışlarını, günümüz diliyle ve derini bir bakış açısıyla anlatan bir eser. Bu yapıt, Şeyh Abbas Kumî’nin yazdığı, kana ve hakikate dair tarihi özveriyle geleceğe aktaran değerli ‘Nefes el-Mahmum’ adlı eserin bir tercümesi ve yeniden yazımıdır.
O halde eğer hakikati duymaya ve huzursuz ama inançlı insanlarla birlikte yürümeye gönlünüz varsa, bizimle kalın; bu bilinmeyen yolun bir başka bölümü önümüzde uzanıyor.
Fakat tarihi yolculuğumuza çıkmadan önce bu podcastin "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulan bir podcast serisi olduğunu hatırlatıyorum. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilir, görüş bölümünde yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Önceki bölümde, Hüseyin’in -a.s.- kervanı, “Şeraf” denilen yere ulaştığında, öğleye doğru bir yol arkadaşı aniden ezan okuduğunu, sebebinin uzakta görülen hurma ağaçları olduğunu belirttik. Fakat diğerleri bu bölgede hiç hurma ağacı olmadığını bildiklerinden şüphelenirler. Hüseyin, uzaktan görünenin ağaç değil, düşman süvarilerinin atlarının kulakları olabileceğini düşündü.
Çok geçmeden, bu sezgi doğru çıkar: atların boyunları görünür ve yaklaşanlar tanınır. Hüseyin’in yön değiştirdiğini gören düşman birliği de peşlerine düşer. Mızrak uçları arı gibi sivri, bayraklar kuş kanadı gibi dalgalanır. Hüseyin, hızlıca “Zü Hüsem”e yönelir ve çadırların kurulmasını emreder. Karşılarına çıkan yaklaşık 1000 kişilik süvari, Hürr b. Yezid Riyahi’nin komutasındadır. Artık bu yolculuğun yüzleşme zamanı gelip çatmıştır.
Günün kavurucu sıcağında, Hüseyin ve yol arkadaşları başlarına sarık sarmış, bel bağlamış ve kılıçlarını kuşanmışlardı. O anda Hüseyin, dostlarına dönüp şöyle dedi: “Bu insanlara su verin. Adamları doyasıya sulayın ve atlarının susuzluğunu da biraz olsun giderin.” Onlar da hemen işe koyuldular; kaplar ve leğenler getirip suyla doldurdular, atların yanına taşıyıp hepsini suladılar.
Hürr, bu sırada öğle vakti gelene kadar Hüseyin’in karşısında duruyordu. Öğlen namaz vakti geldiğinde, Hüseyin “Haccac b. Mesruk”a ezan okumasını söyledi. Haccac ezanı okudu. Kamet vakti geldiğinde ise Hüseyin, sırtında ridası ve ayağında terlikleriyle dışarı çıktı. Önce Allah’a hamd edip O’nu övdü, ardından şöyle seslendi:
“Ey insanlar! Ben size gelmedim, ta ki mektuplarınız bana ulaşana ve elçileriniz gelip, ‘Belki de Allah, seninle bizi doğru yola ulaştırır.’ diyene kadar. Şimdi, eğer hâlâ o verdiğiniz söz ve ahitte duruyorsanız, bunu bana gösterin ki içim rahat etsin. Ama eğer fikrinizi değiştirdiyseniz ve gelişimden memnun değilseniz, buradan geri dönerim.”
Hiçbir ses yükselmedi. Kimse tek kelime söylemedi. Hüseyin, sessizliği bozan ilk kişi oldu, müezzine döndü ve “kamet getir” dedi. Müezzin kameti seslendirdi. Hüseyin ardından Hürr’a dönerek şöyle sordu: “Ashabınla ayrı mı namaz kılmak istersin?” Hürr, tereddütsüz cevapladı: “Hayır. Sen imamlık yap, biz de hepimiz sana uyarız.”
Böylece Hüseyin imam olarak öne geçti ve cemaatle birlikte namazı kıldırdı. Hürr ve adamları da onun arkasında saf tuttular.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Hüseyin çadıra girdi ve arkadaşları onun etrafında toplandılar. Hürr da kendi yerine döndü ve onun için kurulmuş olan çadıra girdi. İkindi vakti tekrar müezzin ezan okudu ve herkes Hüseyin’le birlikte namaz kıldı. Namazdan sonra Hüseyin halka dönerek şöyle dedi:
“Ey insanlar, Allah’tan korkun ve hakkı tanıyın. Allah sizden hakkı, hak sahibine vermenizi istiyor. Biz, son peygamberin ailesi olarak, toplumu yönetmeye diğerlerinden daha layığız. Zorbalıkla hükmeden bu kişiler değil. Eğer hakkımızı kabul etmiyorsanız ve daha önce mektuplarda yazdığınız ve elçilerinizin söylediği gibi düşünmüyorsanız, ben geri dönerim ve aranızda kalmam.”
Hürr “Allah’a yemin ederim, senin söylediğin mektuplardan ve mesajlardan haberim yok.” Dedi.
Hüseyin, yanındaki yarenlerinden biri olan Ukbe b. Sem’an’a: “O mektupların olduğu çanta ya da torbayı getir.” Dedi. Ukbe içinde yüzlerce mektupla dolu olan torbayı getirdi ve Hüseyin’in önüne boşalttı.
Bunun üzerine Hürr şöyle konuştu: “Bu mektupları yazanlar biz değiliz. Bize verilen emir şuydu: seni gördüğümüzde senden ayrılmayacağız ve seni Kufe’deki Ubeydullah b. Ziyad’a götüreceğiz.”
Hüseyin kararlı bir şekilde cevap verdi: “Sana ölüm, bu işi yapmandan daha yakındır.” Sonra yarenlerine dönüp “bineklere binin” dedi. Onlar da bindiler. Kadınlar da bineklerine alındıktan sonra Hüseyin “geri dönelim” dedi. Ancak geri dönmek üzereyken, Hürr ve adamları yollarını kesti.
Bu durumda Hüseyin Hürr’a döndü ve öfkeyle şöyle seslendi: “Ey Hürr, annen senin matemini tutsun, ne istiyorsun?” Hürr ise “Eğer bunu Araplardan biri bana söyleseydi, onun annesine saygısızlık ederdim. Ama ben senin annenin adını ancak iyilikle anabilirim.”
Hüseyin dedi: “Ne istiyorsun?”
Hürr dedi: “Seni Ubeydullah’ın yanına götürmek istiyorum.”
İmam dedi: “Allah’a yemin ederim, seninle gelmeyeceğim.”
Hürr dedi: “Allah’a yemin ederim, gitmene izin vermem.”
Bu sözleri üç kez tekrar ettiler. Tartışma uzayınca Hürr şöyle dedi: “Bana savaş emri verilmedi. Sadece seni Ubeydullah’a götürmem emredildi. Madem Kufe’ye gitmek istemiyorsun, o hâlde ne Kufe’ye giden ne de Medine’ye dönen bir yol seç. Bu yol seninle benim aramda adil bir yoldur. Böylece ben Ubeydullah’a bir mektup yazarım, sen de Yezid’e ya da Ubeydullah’a yazarsın. Belki Allah bu işe bir çıkış yolu açar da, ben bu durumdan savaşmadan kurtulurum.”
Hürr, Hüseyin’e “Bu yoldan git” dedi. Hüseyin, “Azîr” ve “Kadisiyye” üzerinden sola doğru hareket etti. Hürr ve adamları da onunla birlikte gittiler.
Hüseyin’in yarenlerinden biri şöyle dedi: Hüseyin “Zü Hüsem” denen yerde durdu, Allah’a hamd etti ve onu övdü. Ardından şöyle konuştu:
“Gördüğünüz gibi, dünya değişti. İyilikler ve değerli şeyler bize sırt çevirdi ve hızla yok oldu. Dünyadan geriye çok az şey kaldı, sanki kabın dibinde kalmış, yakında dökülecek biraz su gibi. Bu hayat, ne lezzeti olan ne de doyurucu olan bir otlak gibi değersiz ve önemsizdir. Görmüyor musunuz ki hakka uyulmuyor, batıldan da uzak durulmuyor? İnançlı bir insan için en iyisi, gerçeğin peşinden gitmek ve Rabbine kavuşmaya istekli olmaktır. Ben ölümü mutluluk ve şehadetten başka bir şey görmüyorum; zalimlerle yaşamayı ise ancak alçaklık ve utanç olarak kabul ediyorum.”
O anda Zuhayr b. Qayn ayağa kalktı, Allah’a hamd etti ve şöyle devam etti: “Ey Allah’ın Peygamberinin oğlu! Allah seni hayır yoluna ulaştırsın. Sözünü işittik. Allah’a yemin ederim ki, eğer dünya sonsuza kadar kalsaydı ve biz bu dünyada ölümsüz olsaydık bile, seni desteklemek ve bu yolda canımızı vermek, dünyada kalmaktan bizim için daha değerli olurdu. Hatta bu, hayatımıza mal olsa bile.”
Hüseyin onun için dua etti.
Ardından Naf’i b. Hilal ayağa kalktı ve “Allah’a yemin ederim ki, biz Rabbimizle buluşmayı güzel görüyoruz ve yaptığımız şeyin hakikat ve basiret olduğuna inanıyoruz. Seninle dost olan herkesle dostuz, sana düşmanlık edenlerle ise düşmanız.” Dedi.
Bureyr b. Huzayr Hemdanî de ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Allah’a yemin ederim ey Allah’ın Elçisinin oğlu, Allah bize lütufta bulundu ki bizi seninle birlikte olma şerefine eriştirdi; senin yanında savaşmak ve bu yolda bedenlerimiz paramparça olsa bile. Bu gerçekleştiğinde, büyük deden Muhammed (s.a.v) kıyamet günü bize şefaat edecektir.”
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Kervan Beyze’de bir mola verdiğinde Hüseyin dostlarına hitaben etkileyici bir hutbe okuyarak şöyle dedi:
“Ey insanlar! Peygamber şöyle buyurdu: Kim zalim bir hükümdarı görür, ki bu kişi Allah’ın haram kıldıklarını helal sayar, Allah’ın ahdini bozar, kullarına zulmeder ve ona karşı gelmezse, Allah onu o zalimle aynı kaderde buluşturur. Emevîler şeytanın izinden gidiyor. Adaletin kökünü kuruttular. Beytülmali yalnız kendileri için istiyorlar. Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram sayıyorlar. Benim görevim, insanları bu yozlaşmadan alıkoymak.
Sizler bana mektuplar yazdınız ve benimle biat ettiğinizi, beni yalnız bırakmayacağınızı söylediniz. Eğer hâlâ sözünüzde duruyorsanız, doğru yoldasınız. Ben Hüseyin’im, Ali’nin oğlu, Peygamber’in kızı Fatıma’nın evladıyım ve sizin gibi yaşayan biriyim. Ama eğer sözünüzden döndüyseniz, buna şaşırmam. Zira ailem daha önce de ihanete uğradı. Biat edip sonra sözünden dönen, sadece kendisine zarar vermiş olur. Çok yakında Allah beni sizden uzaklaştıracak.”
Bu sırada Hürr, Hüseyin’in yanındaydı ve ona şöyle dedi: “Allah aşkına, canını koru. Çünkü eminim ki bu yolu sürdürecek olursan öldürüleceksin.”
Hüseyin ona dönerek şöyle karşılık verdi: “Beni ölümle mi korkutuyorsun? Eğer beni öldürürseniz, siz hiç ölmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Ben, o Evs kabilesinden adamın kuzenine söylediği sözü tekrar ediyorum, o zaman kuzeni onu Peygamber’e yardıma gitmekten alıkoymak istiyor ve diyordu ki: ‘Nereye gidiyorsun? Öleceksin.’ O da şöyle demişti:
‘Ben gidiyorum, çünkü bir yiğit ölümden korkmaz. Niyeti doğruysa, samimi bir şekilde çabalıyorsa ve yüreğini ortaya koyuyorsa… Bu dünyadan ayrıldığında kötü insanlarla alışveriş yapmamış olur ve insanlar ardından üzülür. Eğer sağ kalırsam, pişman olmam; eğer ölürsem, kimse beni ayıplamaz. Zaten yeterince alçaltıcı olan, hayatta kalıp zillet ve aşağılık içinde yaşamaktır.’”
Hürr bu sözleri duyduktan sonra Hüseyin’den uzaklaştı ve beraberindekilerle birlikte bir kenara çekildi. Hüseyin ise başka bir konak yerine yöneldi.
Tam o sırada dört atlı ortaya çıktı: Naf’i b. Hilal, Mücemma b. Abdullah, Ömer b. Hâlid ve Terimmah b. Edeyy. Naf’i b. Hilal yanında “Kamil” adında bir yedek at çekiyordu ve grubun yol rehberi Terimmah b. Edeyy idi.
Terimmah Hüseyin’e ulaştığında, yüreğindeki bağlılık ve öfkeyle dolu bu recez seslendirdi: “Ey benim devem, seni hızla sürdüğüm için korkma, Seni şafaktan önce, en yiğit biniciler ve en cesur yol arkadaşlarımla birlikte, o soylu ve cömert insana götüreceğim. Allah onu, zaman döndükçe korusun. Peygamber’in ailesi, iftihar kaynağıdır; onlar parlak yüzlü, mızrak taşıyan önderlerdir. Mızrakları buğday sarısı gibi, kılıçları keskindir. Ey Rabbim, efendim Hüseyin’e zafer nasip et! Onu, kafirlerden daha azgın olanlara karşı destekle ve Ebu Süfyan’ın o lanetlenmiş çocukları: daima sarhoş Yezid ve haram yoldan doğan Ziyad’a karşı.”
Daha sonra Terimmah, onlara dönerek şöyle dedi: “Bu kişiler Kûfelilerdendir.”
Hüseyin onlara yönelerek sordu: “Bana Kûfe halkının durumunu anlatın.” Bunun üzerine Mücemma b. Abdullah el-Âizî şöyle yanıtladı: “Halkın ileri gelenlerine büyük rüşvetler verildi. Gözlerini mal ile doyurdular, öyle ki kalpleri Emevîlere meyletti. Hepsi sana düşman olmakta birleşti. Ama halkın geri kalan kısmı, kalpten seninle. Yine de yarın, kılıçlarını sana karşı çekecekler.”
İmam Hüseyin yola devam ederken, Hüseyin elçisini hatırladı ve sordu: “Kays b. Musahhar nerede?” Ona şöyle yanıt verdiler: “Kays yakalandı ve Kufe valisi İbn-i-i Ziyad’ın yanına götürüldü.”
İbn-i Ziyad, Kays’a minbere çıkmasını ve Hüseyin ile babası Ali’ye hakaret etmesini emretti. Ama Kays, bu teklife boyun eğmedi. Aksine, halkın önünde yüksek sesle Hz. Hüseyin ve Hz. Ali’ye selam ve dualar gönderdi. Ardından da İbn-i Ziyad ve babasını lanetledi. Kalabalığın önünde insanları Hüseyin’e yardıma çağırdı ve hatta “İmam Hüseyin yolda, size doğru geliyor” diye haber verdi.
İbn-i Ziyad, öfkesine hâkim olamayıp Kays’ın idamını emretti; onu sarayın tepesinden aşağı attılar.
Bu acı haber İmam Hüseyin’e ulaştığında, gözleri doldu. Gözyaşlarını tutamadı. İçinde bir düğümle, şu ayeti okudu:
"Müminlerden öyle kimseler vardır ki Allah’a verdikleri sözde sadık kaldılar; kimi sözünü yerine getirip şehit oldu, kimi de hâlâ beklemektedir. Onlar, verdikleri sözde hiçbir değişiklik yapmadılar." (Sure-i Ahzab, 23. Ayet)
Tam o sırada, Terimmah b. Edeyy yaklaşarak endişeyle konuştu:
“Efendim, yanındaki insan sayısı az. Bence, Hürr’un adamları bile isterse size saldırabilir ve sizi mağlup edebilir. Birkaç gün önce, Kûfe’den ayrılmadan hemen önce, şehrin dışında toplanan büyük bir ordu gördüm. Bu kadar kalabalık bir kuvveti hiç görmemiştim. Ne olur, bu ordudan uzak dur. İstersen benimle gel; kabilem Tay’ın yıllardır sığındığı dağlara gidelim. Bugüne kadar nice hükümdarlardan bizi korumuştur.
Yalnızca 10 gün o dağlık bölgede kalman yeterli olur. Sana söz veriyorum, Tay kabilesi, atlısı, piyadesi, hep birlikte senin yardımına koşar. Eğer tehlike yaklaşırsa, 10 bin kılıçlı adam seni korumak koruyacaktır ve kimsenin sana dokunmasına izin vermeyecekler.”
İmam Hüseyin, bu içten teklif karşısında yumuşak bir sesle karşılık verdi:
“Allah sana hayırla karşılık versin. Ama ben ve Hürr’un grubu arasında bir sözleşme yapıldı. Bu ahdi bozamayız. Dönmek bize yakışmaz. Bizim ve onların kaderi yakında belli olacaktır.”
Terimmah gözyaşlarını gizleyerek Hüseyin ile vedalaştı ve “Allah her türlü kötülüğü senden uzak kılsın. Önce Kufe’ye, aileme uğrayıp onlara erzak ulaştırmam gerekiyor. Eğer başarabilirsem, hemen geri döner ve son ana kadar yanında kalırım.” Dedi.
Terimmah b. Edeyy, hızla Kufe’ye döndü. Ailesinin işlerini halletti, onları emniyete aldı ve kendi vasiyetini yazdı. Aceleci hali öylesine dikkat çekiciydi ki çevresindeki herkes şaşırmıştı. Neden bu kadar telaşlı olduğunu sorduklarında, Hz. Hüseyin’in yanına döneceğini açıkça söyledi.
Ancak yol üzerinde, yürek burkan haberi aldı: İmam Hüseyin şehit edilmişti…
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Hüseyin ve yarenleri yollarına devam ettiler ve “Beni Mukâtil” adlı bir bölgeye ulaştılar. Orada bir çadır kuruluydu; yanında bir mızrak dikiliydi ve bir at da çadırın yanında duruyordu. Hüseyin sordu: “Bu çadır kime ait?”
Dediler ki: “Ubeydullah b. Hürr Cûfî’ye.”
Hüseyin, bir sahabesini göndererek onunla konuşmak istedi. Ubeydullah selamı aldı ve “ne haber var?” diye sordu.
Haccâc b. Mesrûk Cûfî, onu İmam Hüseyin’e yardım için davet etti. Ancak Ubeydullah bu çağrıyı kabul etmedi. Korku ve kararsızlıkla Hüseyin’in safında yer almaktan kaçındı. Gerçekte, Hüseyin’le yüzleşmek ve ona yardım edememekten korkuyordu; bu yüzden de Kûfe’den ayrılmıştı. Sonuç olarak, Hüseyin’in safına katılmadı ve sadece atını vermeyi teklif etti. Fakat Hüseyin üzülerek bu teklifi reddetti ve onun karavana hiçbir şekilde dahil olmamasını istedi.
Hüseyin ayrıldıktan sonra, Ubeydullah derin bir pişmanlık ve ağır bir iç sıkıntısıyla baş başa kaldı. Hayatının sonuna kadar bu yanlış kararının ağırlığını taşıdı.
Yolculuk sırasında İmam Hüseyin kısa bir süre uyudu ve uykusunda acı bir rüya gördü; bu rüyada, dostlarının ölümünün yaklaştığına dair bir haber aldı. Bu konuyu oğlu Ali ile paylaştı. Ali ise güçlü bir imanla, babasının gönlünü rahatlattı.
Sabah olunca, kafile sabah namazını kıldı ve yola devam etti. Hüseyin, Hürr’un ordusundan uzaklaşmaya çalışsa da, Hürr buna izin vermedi ve kafilenin hareketini sürekli sınırladı. Bu durum, kafile Neynava yakınlarına ulaşana dek devam etti.
Neynava’da iken, Kûfe'den bir elçi geldi. Görevi, Hüseyin ve yarenlerini o ıssız çölde durdurmak ve yerlerinden ayrılmalarına izin vermemekti. Bu mesaj geldikten sonra Hüseyin’in önü tamamen kesildi. Hürr da aldığı bu emre uyarak herkesi orada kuşatma altında tuttu. Hüseyin ise yakındaki bir köye ya da daha güvenli bir yere gitmek istedi, fakat buna izin verilmedi.
Yezid’in ordusu, yeni bir emirle baskıyı artırdı. İmam’ın bazı sahabesi endişelerini dile getirdiler ve eğer savaş kaçınılmazsa, daha fazla düşman gelmeden önce çatışmaya başlamanın daha kolay olacağını söylediler. Ama İmam Hüseyin kararlıydı: hiçbir zaman ilk saldıran taraf olmak istemiyordu.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Sevgili dostlar, “hüzünlü nefes” adlı podcastin bir bölümü daha sona erdi. Ama bu bölümün sonu, Hüseyin’in kervanının yolculuğunun sonu değil. Aksine, tarih açısından en kader belirleyici anlara adım adım yaklaşıyoruz; öyle anlar ki, hakikate duyulan sevgi ve zulme karşı gösterilen direniş daha da görünür olacak.
Henüz yolun sonuna gelmedik. Ama çok yakında, tarihin vicdanını sonsuza dek diri tutacak o büyük olayın eşiğine ulaşacağız.
Bir sonraki bölümde, adım adım bu yolculuğu sürdüreceğiz; Kerbelâ’ya, yani kararın ve fedakârlığın meydanına varana dek.
Sizlerden ayrılmadan önce podcastlerimiz ile ilgili görüşlerinizi [email protected] üzerinden iletebileceğinizi hatırlatıyoruz. Bu podcast "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulmuştur. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz.
Tekrar buluşuncaya dek, yolunuz aydınlık olsun. /