Kaşıkçı cinayet davasının Suudi Arabistan'a devredilmesi
Türkiye’de Ankara hükümetinin ekonomik krizi ve mali ve parasal sorunları yoğunlaşıp Türk halkının geçim sorunları arttıkça, Recep Tayyip Erdoğan'ın dış politikası bir kez daha Kudüs'ün işgalci rejimi, Amerika, Mısır ve Fars Körfezi’nin gerici Arap hükümetleriyle işbirliğine yöneldi.
Aslında Erdoğan hükümetinin yeni yaklaşımı, Ankaralı yetkililerin ülkenin ekonomik krizinden son yıllarda Türkiye'ye düşman olan tarafları, özellikle İsrail rejimi, Amerika, Mısır ve bazı Arap ülkelerini sorumlu tuttuklarını gösteriyor. Bu nedenle, Türkiye'nin bu ülkelerle işbirliğine yönelik yaklaşımının değişmesini, dış arenadaki zayıflık ve mesnetsiz politikaların benimsenmesi olarak değerlendirilmelidir.
Aslında Türkiye cumhurbaşkanının bölgedeki Amerika müttefiklerine yönelik sert ve aşırılıkçı sözlerinin tümünün, Erdoğan'ın kişisel ve muhtemelen "dini" duygularından kaynaklandığı ve Türkiye’nin orta veya uzun vadeli siyasetleri ile ilgisiz olduğu söylenebilir.
Türkiye Cumhurbaşkanı, ilk kez 2008'de İsviçre'deki Davos toplantısında, dönemin Siyonist rejiminin Başkanı'na yönelik sert açıklamalarda bulunarak İslam dünyasında konumunu yükseltmeye çalıştı. Ancak onun bu tutumu İsrail rejimi ile gerginliğe yol açtı ve ikili ilişkileri olumsuz etkiledi.
Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sayısız gerginliğe rağmen, Ankara'nın liderleri İsrail'le güvenlik veya askeri bağlarını hiçbir zaman kesmedi ve gizli işbirliğine devam etti.
Bu arada, Türkiye son zamanlarda açıkça İsrail rejimi için casusluk yapan birkaç kişiyi serbest bırakarak ikili ilişkileri iyileştirmeye çalıştı. Türkiye mısır’a karşı da aynı tutumu izleri ve 9 yılın ardından yeni elçisini Kahire’ye gönderdi.
Yine Ankara aynı politikayı Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı izledi. Bilindiği gibi Ankara ve bizzat Erdoğan sürekli BAE’ni temmuz 2016 kalkışmasından sorumlu tutarken son zamanlarda dış siyasetini değiştirerek, Abu Dabi ile geniş çapta işbirliğine başladı.
Bu arada Erdoğan’ın Suudi Arabistan ile ilişkileri geliştirmeye yönelik çabaları, dış politikada belirli bir rol modeli olmadığını ve duygularıyla hareket ettiğini gösterdi. Bu arada Amerika ve ırkçı rejim İsrail’in Türkiye’yi, bölgenin bağımsız ülkelerine karşı batının sapkın ve güvensiz tarafında yer almasına çalıştıklarını da unutmamak gerekir.
Aslında Türkiye cumhurbaşkanı bölgede başta İran ve Rusya gibi bağımsız ülkelerle işbirliği yapmak yerine, bölgede Amerika ve uluslararası siyonizme bağlı akım ile işbirliğine yöneldi.
Türk Cumhurbaşkanı'nın bu işbirliğindeki temel hedeflerinden birinin hiç şüphesiz Türk hükümetinin ekonomik ve mali krizini çözmek ve 2023 yazında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Türk halkının yaşam sorunlarını çözmek olduğu açıktır.
Erdoğan bu bağlamda Arabistan ile ihtilafları çözmek bağlamında, İstanbul’da Arabistan başkonsolosluğunda öldürülen eleştirmen ve gazeteci Cemal Kaşıkçı dosyasını bizzat sonuca ulaştıracağı iddialarına rağmen Riyad ile ilişkileri onarmak doğrultusunda cinayet dosyasını Riyad hükümetine devretti.
Bu bağlamda Türkiye yargı erki dün yaptığı açıklamada, “Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülmesiyle ilgili davayı kapatma kararı aldığını ve davayı Suudi hükümetine devrettiğini” duyurdu.
Bu karara karşı ilk tepki İnsan Hakları İzleme Örgütü Batı Asya müdür yardımcısı ve bir insan hakları uzmanı olan Michael Page tarafından geldi. Page Ankara hükümetinin hareketini eleştirerek, “Türkiye'nin kararı her türlü adalet ihtimaline son veriyor ve Kaşıkçı cinayet davasının devri, Suudi yetkililerin cinayetten kaçabileceklerine dair inancını net olarak güçlendiriyor."
Uluslararası Af Örgütü de Ankara hükümetinin kararını sorgulayarak “Ankara bilerek ve isteyerek bu davayı, bu işin içinde olanlara devrediyor” dedi.
Ankaralı yetkililerin Riyad hükümetine yönelik tüm sert sloganlarına rağmen Cemal Kaşıkçı'nın 26 sanıklı cinayet davası Türkiye'de kapatılarak eldeki belgeler Suudi Arabistan'a teslim edildiği söylenebilir./