Washington Bu Kez Neden Filistinlilere Yönelik Baskılara Göz Yumamadı?
Parstoday – ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kısa süre önce yayımladığı yıllık insan hakları raporu, Filistinlilere yönelik şiddet ve baskıyı doğrulamaktadır.
Parstoday’in haberine göre, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda şöyle denilmektedir: İsrail’in Batı Şeria’daki Filistinlilere yönelik şiddeti, 2005 yılından bu yana günlük olarak en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Raporda ayrıca, İsrail’in doğrudan ya da dolaylı olarak Filistinlileri kaçırdığına dair raporlar bulunduğu ve çoğu Filistinlinin Gazze’deki baskınlar sırasında gözaltına alınıp İsrail’e götürüldüğü belirtilmektedir.
El Cezire gibi Batılı medya organları, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu raporunu ön plana çıkarmış ve Washington’un İsrail’e bakış açısında bir değişiklik olarak yorumlamıştır. Siyonist medya ise bu konuda farklı tepkiler vermiştir; bazıları raporu görmezden gelirken, bazıları ise bunu ABD ile olan stratejik ilişkiler açısından bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Öte yandan, Hamas ve İslami Cihad gibi Filistin direniş grupları da bu raporu kendi mücadelelerini meşrulaştırmak amacıyla medya aracılığıyla kullanmışlardır.
Bu rapor, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sözcü Yardımcısı Farhan Haq’ın açıklamalarından kısa bir süre sonra yayımlanmıştır. Haq daha önce yaptığı açıklamada, BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA), Batı Şeria’da İsrail güçleri ile yasa dışı yerleşimcilerin Filistin topluluklarına yönelik şiddetinin devam ettiğini ve yerleşimci şiddetinin arttığını duyurduğunu belirtmiştir. Haq, gazetecilere yaptığı açıklamada, geçtiğimiz hafta en az 24 yerleşimci saldırısının kaydedildiğini, bu saldırıların yaralanmalara, maddi zararlara veya her ikisine yol açtığını ve BM’nin Batı Şeria, Kudüs dahil, sivil halkın korunması yönündeki çağrısını yinelediğini söylemiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu yılki raporunda İsrail’in Filistinlilere yönelik baskı ve şiddetini kabul etmesinin birkaç nedeni vardır:
1. Şiddetin artması: Rapora göre Batı Şeria’daki günlük şiddet seviyesi 2005’ten bu yana en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
2. Zorla kaybetmeler ve gözaltılar: Filistinlilerin saldırılar sırasında kaybolduğu ve daha sonra İsrail’e götürüldüğü yönünde çok sayıda belge ve rapor yayımlanmıştır.
3. Uluslararası baskılar: BM ve insan hakları kuruluşları, yerleşimcilerin ve İsrail ordusunun şiddetine karşı defalarca uyarılarda bulunmuştur. Hatta BM Genel Sekreteri, İsrail hapishanelerinde cinsel şiddet riski konusunda endişelerini dile getirmiştir.
4. Küresel kamuoyu baskısı: Bağımsız medyanın ve sosyal medyanın etkisiyle dünya kamuoyu Filistinlilerin durumuna karşı daha hassas hale gelmiş ve hükümetler kamuoyunun baskısıyla harekete geçmeye zorlanmıştır.
Bu rapor, her ne kadar gecikmiş olsa da, işgal altındaki Filistin’deki insan hakları ihlallerine karşı uluslararası hesap verme baskısının arttığını göstermektedir.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu raporu yayımlamasının yankıları birçok düzeyde hissedilmektedir:
ABD içinde: Kongre üyeleri ve bazı insan hakları kuruluşları, İsrail’e yapılan askeri ve diplomatik yardımların yeniden değerlendirilmesini talep etmeye başlamıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları da son dönemde, özellikle yerleşim politikaları ve sivillere yönelik saldırılar hakkında daha temkinli ve eleştirel bir dil kullanmaktadır.
Bölgesel ve uluslararası düzeyde: Rapordan sonra Filistin’e destek arttı. BM, cinsel şiddetle ilgili endişelerini dile getirmiş, BM İnsan Hakları Konseyi ise keyfi gözaltılar, kayıplar ve cinsel şiddet iddialarını araştırmak üzere bir gerçekleri araştırma komisyonu kurulmasını talep etmiştir. İran, Türkiye ve Katar gibi bölge ülkeleri bu raporu İsrail’in insan hakları ihlallerinin kanıtı olarak değerlendirmiştir.
Ayrıca, bazı devletler ve uluslararası kuruluşlar, İsrail’in Filistinlilere yönelik şiddetinin bağımsız şekilde araştırılması çağrısında bulunmuşlardır. Bu bağlamda, ateşkes anlaşmalarının İsrail tarafından ihlal edilmesi kınanmış ve Avrupa’daki bazı ülkeler, Batı Şeria ve Gazze’deki olaylara dair bağımsız soruşturma başlatılmasını istemiştir. Avrupa Birliği de sivillerin korunmasının gerekliliğine ve yerleşim inşaatlarının durdurulmasına vurgu yapmıştır. Avrupa Parlamentosu’ndaki bazı sol partiler, İsrail ile olan askeri ve güvenlik işbirliğinin, özellikle silah ihracatı alanındaki ilişkilerin gözden geçirilmesini talep etmiştir. Bu tutumlar, İsrail’in geleneksel Avrupalı müttefiklerinin bile artık kamuoyu ve insan hakları belgeleri karşısında sessiz kalamayacağını göstermektedir.
Küresel düzeyde ise, bu raporun yayımlanmasıyla birlikte Batılı ülkelerde kamuoyunun Filistin meselesine ilgisi artmıştır. İnsan hakları ve sosyal adalet grupları, hükümetleri İsrail’e koşulsuz desteği kesmeye çağırmak için bu raporu bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Sosyal medyada da şiddet mağdurlarına yönelik büyük bir dayanışma dalgası oluşmuş ve #FreePalestine gibi etiketler yeniden trend olmuştur.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık raporunda Filistinlilere yönelik baskıların kabul edilmesi, şeffaflık açısından olumlu bir adım olarak değerlendirilse de, bölgedeki bazı aktörler artık ABD’yi tarafsız bir arabulucu olarak görmemekte ve onun bu roldeki güvenilirliğini sorgulamaktadır. Uluslararası kuruluşlar ve insan hakları grupları, artık sadece rapor hazırlamanın yeterli olmadığını, ABD’nin somut adımlar atması – örneğin askeri yardımları durdurması ya da bağımsız soruşturmalara destek vermesi – gerektiğini dile getirmektedir. ABD, Batı Asya’daki konumunu korumak için daha dengeli tutumlar benimsemek ve İsrail’den en azından ateşkese uymasını talep etmek zorundadır.
Genel olarak bu rapor, hem bölgedeki diplomatik ortamı etkilemiş, hem de ABD’yi geleneksel İsrail desteği ile insan hakları söylemleri arasında denge kurmaya zorlamıştır. Ancak Trump yönetiminin, hem ilk hem de ikinci döneminde İsrail’e koşulsuz ve tam destek politikası izlediği dikkate alındığında, Washington’un bu dengede ne kadar başarılı olabileceği hâlâ büyük bir soru işaretidir.