Gazze ve El Fasher’deki Soykırımın Canlı Yayını ve Seyircilerin Sorumluluğu
https://parstoday.ir/tr/news/west_asia-i285842-gazze_ve_el_fasher’deki_soykırımın_canlı_yayını_ve_seyircilerin_sorumluluğu
Parstoday – Uluslararası kuruluşlar Gazze’deki soykırımı ve Sudan’ın El Fasher bölgesindeki kasıtlı kıtlığı doğrularken, bazı ülkelerin devam eden siyasi ve askeri desteği, savaş suçlarına hukuki anlamda ortaklık konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor.
(last modified 2025-11-08T06:57:57+00:00 )
Kasım 08, 2025 08:56 Europe/Istanbul
  • Gazze ve El Fasher’deki Soykırımın Canlı Yayını ve Seyircilerin Sorumluluğu

Parstoday – Uluslararası kuruluşlar Gazze’deki soykırımı ve Sudan’ın El Fasher bölgesindeki kasıtlı kıtlığı doğrularken, bazı ülkelerin devam eden siyasi ve askeri desteği, savaş suçlarına hukuki anlamda ortaklık konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor.

“Middle East Monitor” sitesinde Tatiana Suvorov imzasıyla yayımlanan bir makaleye göre, günümüzde hiçbir şey gizli kalmıyor. İHA’lar, uydular ve cep telefonları aracılığıyla yıkım görüntüleri anbean bize ulaşıyor. Gazze ve El Fasher’i canlı olarak görüyoruz, ancak ne kadar çok görüyoruz, o kadar az tepki veriyoruz. Parstoday’e göre Didier Fassin, “İnsancıl Akıl” kitabında modern empatinin çoğu zaman sadece bir gösteriye dönüştüğünü ve adalet yerine yalnızca merhamet ürettiğini söylemişti. Bugün bu söz her zamankinden daha doğru görünüyor; merhamet akıyor, ancak hesap verebilirlik durmuş durumda.

Devletler, şiddeti durdurmak yerine onu siyasi anlatılarla yönetiyor. Mağdurları saldırgan, egemen güçleri ise mağdur gibi gösteriyorlar. Bu ters yüz etme ile işgal ve kuşatma tarihi siliniyor ve yapısal zulüm “geçici bir çatışma”ya indirgeniyor. Tarihçi Tacitus yüzyıllar önce insanların bazen kurbanlardan nefret ettiğini söylemişti. Bugün de aynı mantık geçerli; devletler, kurbanları insan dışı göstererek şiddeti meşrulaştırıyor.

Gazze unutulamaz. 5 Kasım 2025 itibarıyla 68 binden fazla Filistinli şehit oldu ve 170 bin kişi yaralandı. Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail’in eylemlerinin soykırım sözleşmesini ciddi şekilde ihlal ettiğini açıkladı. BM raporları açlık, yardım yollarının kapatılması ve hastanelere saldırıları bildiriyor. Brown Üniversitesi projeleri, İsrail operasyonlarının “hayatta kalmayı imkânsız kılan koşullar” yarattığını ortaya koydu. Ateşkes sonrası sessizlik bile, Gazze’nin sistematik olarak yok edildiğinin göstergesi.

El Fasher’de, Kuzey Darfur, Sudan’da benzer bir durum yaşanıyor. Şiddetli kıtlık, toplu mezarlar ve bir hafta içinde 2.000’den fazla sivilin öldürülmesi, güvenilir kaynaklarca doğrulanmış durumda. BM, kıtlığı seviye 5 olarak ilan etti ve kanıtlar açlığın kasıtlı uygulandığını gösteriyor; bu durum uluslararası hukuka göre savaş suçu olarak kabul ediliyor. Ancak Güvenlik Konseyi veto hakları nedeniyle felç olmuş ve Uluslararası Ceza Mahkemesi henüz herhangi bir adım atmamış durumda.

Soykırım yalnızca öldürme değildir. Soykırım Sözleşmesi’nin birinci maddesine göre devletler, soykırımın gerçekleşmesini önlemekle yükümlüdür. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bosna davasında Sırbistan’a karşı bu sorumluluğun tehlike tanındığı andan itibaren başladığını vurgulamıştır. Gazze söz konusu olduğunda, bu tehlike sadece tanınmakla kalmadı, hepimiz tarafından canlı olarak izlendi ve kaydedildi. Dolayısıyla, soykırıma karışan devletlere hâlâ silah gönderen veya siyasi destek veren ülkeler, uluslararası hukuka göre bu suçun ortağıdır.

Hukuk da eşitsizleşti. “Hayatların eşitsizliği” demek, adaletin yalnızca zayıflar için uygulanması ve güçlüler için ertelenmesi demektir. Hem Gazze hem de El Fasher, adaletin siyasi çıkarlar doğrultusunda dağıtıldığını gösteriyor.

İnsani duygular, yapısal olmadıklarında tek başına yeterli değildir. Eylemsiz empati, “adalet siyaseti olmayan kalp siyaseti”ne dönüşür. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Gazze hakkındaki kararı ve BM’nin Sudan uyarıları, devletlerin ne yapması gerektiğini gösteriyor. Eksik olan ise uygulama iradesidir.

Gerçekten hesap verebilirlik önemli olsaydı, soykırım suçlaması altındaki devletlere silah ve gözetim ekipmanı transferinin durdurulmasıyla başlanmalıydı. Bağımsız soruşturmalara destek verilmeli ve zararlar, mağdurları bağımlılıktan çıkaracak ve etkinliklerini geri kazandıracak şekilde tazmin edilmeliydi. Her şeyden önemlisi, aynı standartlar her yerde uygulanmalıydı.

Sonuçta, basit bir ilkeye dönmeliyiz: görmek eyleme dönüşmelidir. Sadece izleyip hiçbir şey yapmazsak, sessizliğimiz şiddeti onaylamak anlamına gelir. Tanıklık, hesap verebilirliğe; bilgi, önlemeye; önlem ise adalete dönüştürülmelidir. Sessizlik artık masum değildir.