Su Krizi ve Siyonist Rejimin Sahte Kimliğinin Sorgulanması
Parstoday – İşgal altındaki Filistin topraklarında yaşanan su krizi, çevresel bir sorunun ötesine geçerek Siyonist rejim için kimliksel ve varoluşsal bir krize dönüşmüştür.
Bir zamanlar gelişmiş su yönetim teknolojileri sayesinde kurak bir çölü mamur bir bölgeye dönüştürebileceğini iddia eden Siyonist rejim, bugün bir damla su için Suriye barajlarını işgal etmekte ve Filistinlilerin evlerindeki suyu keserek kendi su açığını gidermeye çalışmaktadır.
Parstoday’in bildirdiğine göre, Siyonist rejimi şiddetli su stresi yaşayan ülkeler arasında dünya sekizinciliğine yerleştiren bu kriz, acı bir gerçeği ortaya çıkarıyor: Bu rejimin “tarım mucizesi” sürdürülebilir bir yeniliğe değil, bölge ülkelerinin kaynaklarının sistematik yağmalanmasına ve Filistinlilere uygulanan su apartheidına dayanıyordu. Bugün bu model kırılma noktasına ulaşmış durumda ve Tel Aviv, varlığını sürdürebilmek için Suriye barajlarının işgaline ve ayrımcılığın derinleştirilmesine başvuruyor.
İdeolojik Anlatının Çöküşü ve Kalkınma Modelinin İflası
Siyonist rejim on yıllar boyunca “çölü yeşertme” ve kurak bölgeleri bahçelere dönüştürme anlatısına dayanıyordu. Ancak mevcut veriler bu anlatıyı tamamen çürütmüştür. Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) tarafından şiddetli su stresi yaşayan ülkeler arasında 8. sırada yer alması, İşgal Altındaki Filistin’de Taberiye Gölü’nün (Kinneret) tarihindeki en düşük seviyeye inmesi ve Banyas Nehri’nin kısmen kuruması, yüksek su tüketimli tarım ve aşırı yerleşim inşasına dayalı kalkınma modelinin doğası gereği sürdürülemez olduğunu göstermektedir.Hatta tuzdan arındırma gibi teknolojik çözümler dahi, yüksek enerji maliyetleri ve hane ekonomileri üzerindeki baskıyı artırdığı için sorunun temelini çözmek yerine geçici bir pansuman niteliği taşımaktadır.
Suyun İşgal Aracı ve Apartheid Mekanizması Olarak Kullanılması
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde su krizi, kasıtlı bir politika ve baskı aracıdır. Bir yerleşimcinin ortalama su tüketimi bir Filistinlinin kullandığının 4 ila 7 katıdır. Hebron gibi Filistin şehirlerinde suyun periyodik olarak kesilmesi sadece bir insan hakları ihlali değil; aynı zamanda Filistinlilerin yaşam alanını daraltmayı, ekonomilerini zayıflatmayı ve nihayetinde onları aşamalı şekilde topraklarından uzaklaştırmayı amaçlayan “su apartheidı” mekanizmasının bir parçasıdır. Bu yaklaşım, işgalciliğin temel bileşenlerinden biridir.
Genişlemecilik Mantığı: Toprak İşgalinden Su Yağmasına
İç kaynakların yetersiz kaldığı her durumda rejimin asli mantığı yani toprak genişletme ve komşu ülkelerin kaynaklarını yağmalama politikası devreye girmektedir.1967’de Suriye’nin Golan Tepeleri’nin işgal edilmesinin ana motivasyonlarından biri, rejimin tatlı su kaynaklarının üçte birini kontrol altına almaktı. Bugün ise Suriye’deki istikrarsızlıktan faydalanan rejim, el-Muntara ve el-Vahde gibi Suriye’nin güneyindeki stratejik barajları askerî olarak işgal ederek bu politikayı yeni bir aşamaya taşımıştır.Bu adım, basit bir sınır operasyonu değil; milyonlarca Suriyeli ve Ürdünlünün güvenliğini tehlikeye atan ve bölgedeki insani ile çevresel felaketleri derinleştiren “sessiz bir su savaşı”dır.
Taberiye Gölü kıyısında “yağmur duası” için toplanan binlerce kişinin görüntüsü, bu rejimin teknoloji iddialarıyla tam bir çelişki oluşturarak çaresizliği ve meşruiyet krizini ortaya koymaktadır. Su krizi, Siyonist projenin mevcut biçimde varlığını sürdürmesinin ancak gaspa ve saldırganlığa dayandığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu mantık değişmediği sürece, ister pahalı tuzdan arındırma çözümleri olsun ister yeni barajların işgali her yol bağımlılığı derinleştirecek ve felaketin boyutunu büyütecektir.Hayat kaynağı olan su, bu rejimin elinde hem kendi bekasını sağlamak hem de başkalarını yok etmek için bir silaha dönüşmüş; bölgenin geleceğini daha fazla istikrarsızlık ve çatışmaya sürüklemiştir.