Batı’da İslamofobi ve İslam karşıtlığının kökleri
(last modified Tue, 03 Nov 2020 09:13:00 GMT )
Kasım 03, 2020 11:13 Europe/Istanbul
  • Batı’da İslamofobi ve İslam karşıtlığının kökleri

Batı dünyasında İslamofobi meselesi her gün yeni boyutlara ulaştığı ve Batılı devletler ve medya organları bu konuyu daha da körüklediği gözleniyor. İslamofobi, İslam dini ve Müslümanlara karşı ayrımcılık ve bağnazlığı ifade eden yeni bir sözcüktür.

Bugün Batı dünyasında İslamofobi meselesi iyice yayıldığı ve Batı’da İslam ve Müslümanlara karşı fiziksel tepkilere, yani İslam düşmanlığına dönüştüğü anlaşılıyor. Son zamanlarda bu tepkiler siyasi, sosyal ve medya boyutları ile ön plana çıkıyor.

İslamofobi sözcüğü ilk kez 1980’li yıllarda gündeme geldi, fakat 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra daha sık kullanılmaya başladı.

Aslında İslamofobi kavramında birçok bileşen yer alıyor, ki bunlara Müslümanlardan korku ve nefret ve bu dinin başka kültürlerle hiç bir ortak değeri bulunmadığı ve Batı’ya kıyasla daha alçak konumda olduğu ve özellikle bu dinin semavi bir din değilde, daha çok siyasi şiddet içerikli bir ideoloji olduğu düşüncesi gibi meseleleri örnek vermek mümkün.

Gerçekte İslamofobi net olarak İslam dini ve şeriatinden, İslami toplumlardan ve İslami medeniyetten korku temelinde ortaya çıkmıştır. Öte yandan İslamofobi’yi Batı dünyasında İslam dinini, İslam düşmanlığına gereken zihni şartları oluşturmak üzere şiddet ve terör taraftarı, insan hakları karşıtı, despot, gerici, bedevi, dünya için tehlike ve akılcılıktan uzak gibi olumsuz bir imaj sunmaya çalışan Batı dünyasının siyaset ve medya çevrelerinde bir eğilim olarak da açıklamak mümkün.

Batı dünyasında Hristiyanlık inancı galip din olduğundan, bu inanın karşı karşıya bulunduğu tüm dinlerin arasında İslam dini en çok yanlış tanıtılan ve sonuçta Hristiyanlık dünyasının en sert saldırılarına maruz kalan din olduğu anlaşılıyor.

Gerçi İslamofobi ve İslam düşmanlığı 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra daha da şiddetlendi, ancak bu fenomenin köklerini geçmiş çağlarda ve haçlı savaşları döneminde aramak gerekir. nitekim bu fenomen zaman sürecinde varlığını Batılı insanların kafasında korumuş ve yeniden ortaya çıkmıştır. Gerçekte 11 Eylül 2001 saldırıları ve son yıllarda Avrupa’da düzenlenen terör saldırıları bu gizli eğilimin yeniden hortlamasına ve Batılı ülkelerin sosyal ve siyasi düzeylerinden yeniden gündeme gelmesine sebebiyet verdi.

Öte yandan günümüz dünyasında İslamofobi ve İslam düşmanlığı dalgasında 11 Eylül 2001 saldırıları bir dönüm noktası ve önemli bir uyarıcı etken sayılıyor; nitekim bu saldırıdan sonra İslamofobi çeşitli şekillerde ve farklı kalıplarda ortaya çıkmaya başladı ve Batılı toplumlarda gizli bir eğilim ve münzevi bir kültür olmaktan geniş kapsamlı etkili bir akıma dönüştü. İslamofobi ve bu eğilimin propagandasını yapan ve körükleyen akımların resmiyet kazanması, yeni İslamofobi’nin ve 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yükselen dalgasının en önemli sonucu olmuştur. Bir başka ifade ile bugün Batı dünyasında Müslümanlara karşı radikal sosyal eğilimlerin ve resmi politikaların kıvam kazandığına şahit oluyoruz.

Batı dünyasının soğuk savaş yıllarının sonuna doğru iki seçkin bilgini olan Bernard Lewis ve Samuel Huntington daha sonraları Batı ile İslam dünyası arasında daha büyük bir soğuk savaşı tetikleyen bazı tezleri ortaya attı.

2003 yılında yeni muhafazakarların Irak’ı işgal etmelerinin fikir babası olan Lewis 1988 yılında bir konuşmasında bu düşünceyi gündeme getiren ilk düşünürdü. Lewis’in bu düşüncesine göre sırf Müslüman veya Arap olmak tehdit telakki ediliyordu. Aslında bu düşünceye göre Batılı değerler yüce değerler telakki edildi ve başta Müslümanlar olmak üzere başkaları bu değerlerin karşıtı olarak tanımlandı ve onların kimliği güvenlik tehdidi çerçeveli bir kimlik oldu.

Samuel Huntington ise Bernard Lewis’ten kısa bir süre sonra ve 1990’lı yılların başında “Medeniyetler çatışması” tezinin çerçevesinde Batı ile Müslümanların medeniyet sınırlarında kanlı çatışmalarından söz etti. Her iki düşünürün gündeme getirdikleri tezlerin ortak paydası, kimlik ekseni çerçevesinde İslamofobi’ydi. Huntington bu konuda şöyle yazdı:

İslam, İslam olarak kaldığı ve Batı da Batı olarak kaldığı müddetçe bu iki medeniyet ve yaşam tarzı arasında köklü savaş, gelecekteki ilişkilerini belirleyecektir; son 14 asırda belirlediği gibi.

Bugün İslamofobi geniş çaplı ve organize bir şekilde Batı dünyasının başta Batı’da yaşayan Müslümanlar olmak üzere İslam dünyası ve Müslümanlara karşı tavrının galip bileşeni ve temel kaygıları olmuştur. Batı dünyasında İslamofobi ve İslam düşmanlığının tırmanması İslam dünyası ile Batı dünyası arasında güvensizlik atmosferini de şiddetlendirmiş ve başta Avrupa olmak üzere Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanların yaşam koşullarını zorlaştırmaya başlamıştır.

Gerçi Avrupalı toplumlar İslam dini ile teamülde ve İslami medeniyetten etkilenmede derin mazileri bulunuyor ve çağımızda da özellikle ikinci dünya savaşından sonra ülkelerini yeniden inşa etmeyi ucuz Müslüman işçilere borçlu oldukları biliniyor, ancak bu toplumlarda özellikle 2008 iktisadi krizi ve sosyal ve iktisadi sorunlara yol açması, Amerika’da 11 Eylül 2001 saldırıları ve Batılı toplumlarda İslam ve Müslümanlara bakışı etkilemesi ve yine Batı’da Müslüman nüfusun hızla artması ve bu kesimin sosyal, iktisadi ve siyasi alanlarda özellikle Müslümanların Batı’ya göç sürecinde varlığını arttırması, başta Avrupa olmak üzere Batı dünyasında İslamofobi’yi ve Müslümanlara karşı kin ve nefreti körükledi.

Gerçi İslamofobi ve şekillenmesinin kökleri 11 Eylül 2001 saldırılarından çok öncesine ve hatta bin yıldan daha eski mazilere dayanır, fakat hiç kuşkusuz bu saldırılar ve sebebiyet verdiği siyasi, güvenlik ve propaganda dalgaları Batı dünyasında Müslümanlara bakışı ve onlarla teamül biçimini derinden etkiledi. Üstelik Batı Asya bölgesinde Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinin kurup beslediği tekfirci IŞİD terör örgütü gibi tekfirci terör kurucuları ve hamilerinin kontrolünden çıkarak daha sonra saldırılarını Fransa ve Britanya gibi Avrupa ülkelerine yöneltti, ki bu da doğal olarak İslamofobi’yi körükledi ve sonuçta Batılı ülkelerde Müslümanların üzerinde baskıların artmasına ve İslam ve Müslümanlardan yanlış ve tahrifata uğramış imaj sunulmasına yol açtı.

Gerçekte son yıllarda radikal ve tekfirci terör örgütlerinin ortaya çıkması ve bu örgütlerin terör saldırılarında Batılı ülkeleri hedef almaları ve ayrıca çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu sığınmacı krizi Batılı devlet adamları ve medya organlarına İslamofobi’yi körükleme malzemesine dönüştü. Nitekim Amerika ve Avrupa ülkelerinde popülist politikacıların oy oranlarını yükseltmek için popülist açıklamaları bu toplumlarda Müslümanları hedef haline getirdi ve bu ülkelerde terör, işsizlik ve güvensizlik gibi durumlardan Müslümanlar sorumlu tutuldu.

Bu arada Batılı birçok üst düzey yetkilinin açıklamaları ve sergiledikleri tutum da İslamofobi ve Müslümanlara karşı şiddeti yaygınlaştıran niteliktedir. Amerika ve Batı’da özellikle ABD Başkanı Donald Trump İslamofobi ve Müslümanlara karşı nefret ve kini yaygınlaştırmanın başını çekiyor. Amerika Başkanı Trump 2016 yılında başkanlık seçim kampanyaları sırasında terörle mücadeleyi bahane ederek Müslümanların Amerika topraklarına girmelerini yasaklamak gerektiğini söyledi. Trump’ın bu sözleri Amerika içinde ve dışında geniş tepkilere yol açtı.

Amerikalı uzman Daniel Benjamin bu konuda şöyle dedi: Trump terörle mücadeleye yardım etmekten ziyade terör faaliyetlerinin artması doğrultusunda hareket etmişti. Trump konuşmalarında açıkça terör ve İslam’ı bir tutarak “İslami terör” tabirini gündeme getirdi.

Almanya, Fransa, Britanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de İslam düşmanlığı ve Müslümanlara yönelik sözlü ve fiziki saldırılar özellikle son dönemde bu ülkelerde radikal sağ partiler ve gruplar büyük oranda büyüdükleri ve popülist sağcı politikalara duyulan sempatinin artması ile birlikte büyük oranda artmaya başladı. Camilere ve İslami mekanlara saldırı ve kundaklama olayları, Müslümanlara ve hatta Batı Asya bölgesinde İslam ülkelerinin insanlarına benzeyen gayri Müslimlere yönelik sözlü ve fiziki saldırılar ve yine eğitim ve iş alanlarından Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılık, Batılı toplumlarda Müslümanların maruz kaldığı şiddet olaylarına ve İslamofobi meselesine birer örnektir. Örneğin Yeni Zelanda’da 15 Mart 2019’da iki camiye düzenlenen saldırıda radikal sağcılar onlarca Müslümanı katletti. Bu saldırı Trump gibi Batılı liderlerin İslam karşıtı propagandaları ve İslamofobi’yi körüklemeleri Batılı ırkçıların Müslümanları hedef almaya teşvik ettiğini ortaya koydu.

Görünen o ki son günlerde İslam düşmanlığı yönündeki propagandalar ve İslam ve Müslümanlara karşı saldırılar yeni boyutlara ulaşmış bulunuyor ve artık sadece Batılı toplumlarla sınırlı kalmadığı ve küresel boyut kazandığı anlaşılıyor. Gerçekte son dönemde Batılı ülkelerde Müslümanlar türlü şekillerde Batılı ırkçılar tarafından türlü tacizlere uğruyor. Bu tür saldırılar İslamofobi fenomeninin yaygınlaşması ve Batılı medya organlarının Müslümanlardan korkuyu saçmaları sözde özgürlük ve insan hakları ve demokrasi iddiasında bulunan bu ülkelerde Müslümanlara yönelik menfi bir atmosfer oluşturuyor.

Her halükarda Batı dünyasında İslam karşıtlığı Müslümanları fişlemek, İslami mukaddesata hakaret etmek, İslam ve Müslümanları karalayan kampanyalar düzenlemekle bu insanlar türlü şekillerde taciz ediliyor ve haklarında her türlü ayrımcılık uygulanıyor. Bunun son örneği dünya Müslümanlarının tepkisini çeken Danimarka ve Fransa’da İslam Peygamberi’ne -s- hakaret içeren karikatürlerin yayımlanması ve Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron tarafından da desteklenmesiydi. Bu durum açıkça Batı’da İslam düşmanlığı hızla tırmandığını gösteriyor.