Bahreyn’de 14 Şubat inkılabının ufku
(last modified Fri, 09 Feb 2018 10:49:56 GMT )
Şubat 09, 2018 12:49 Europe/Istanbul
  • Bahreyn’de 14 Şubat inkılabının ufku

14 Şubat 2018, Bahreyn milletinin gerçekleştirdiği 14 Şubat inkılabının yedinci yıldönümüdür. Bu bahane ile Bahreyn milletinin gerçekleştirdiği bu inkılabı ve ülkenin son durumunu gözden geçirmek istedik.

İlk adı Aval olan Bahreyn, Fars körfezinin en küçük ülkesidir. Bu ülke 33 adadan oluşuyor. Bahreyn’in yüzölçümü 706 kilometrekaredir. Bu ülkede Halife hanedanı 1783 yılından beri iktidarın başında bulunuyor. Ancak Halife hanedanı asaleten Bahreynli değil bu ülkenin yabancısıdır. Halife hanedanının soyu Anize aşiretine dayanır ve sünni mezhebindendir. Halife hanedanı ilkin Katar’ın kuzeybatı sahilinde yer alan Zabare bölgesine geldiler, fakat burada yaşayan diğer aşiretlerle yaşadıkları anlaşmazlık yüzünden Necd çöllerinden göç ederek Fars körfezi bölgesine geldiler.

 

 

Bu bölgede başka aşiretler de Anize aşiretine katılarak ortak bir birlik kurdular ve kendilerini Atub hanedanı olarak adlandırdılar ve sonuçta Atibeoğulları olarak ün yaptılar.

1672 yılında Halife hanedanı Katar yarımadasına gelerek buradan da 170 yılında ilk kez Bahreyn topraklarına ayak bastılar. Ancak Halife hanedanının Bahreyn’de iktidarı 1783 yılında başladı. Hanedanın ilk hükümdarı ise Şeyh Ahmet bin Halife idi.

Bahreyn Şeyh Ahmet bin Halife’nin 1796 yılında ölümünden sonra şimdiye kadar bu hanedandan 9 kralı gördü. Son kral ise Şeyh Hamd bin İsa Al-i Halife’dir ve 1999 yılında babası öldükten sonra onun yerine geçmiştir.

 

 

Aslında biraz önce de belirtildiği üzere Halife hanedanı Bahreyn’in yabancısıdır ve bu ülkede ehli sünnet azınlığına mensup bir hanedandır, zira Bahreyn nüfusunun en az %65 kadarını Şii Müslümanlar oluşturuyor. Bahreyn’in Şii nüfusu Baharen Şiileri veya Bahreynli Şiiler ve yine İranlı Şiiler olmak üzere iki gruba ayrılır. Bahreynli Şiilerin yaklaşık %80 kadarı yerli ve %20 kadarı da İranlı ve yerli olmayan Şiilerden oluşuyor.

 

Graham Fuller 16 Şubat 2011 tarihinde Newyork Times için yazdığı makalede, Bahreyn gelişmelerinin temel bileşenlerini masaya yatırarak şöyle yazıyor: Bahreyn, Şii bir adadır. Batı medyası bu konudan pek az söz eder, fakat gerçek şu ki Bahreyn nüfusunun %70 kadarı Şiidir. Şiileri sistematik olarak ayrımcılığa ve baskılara maruz kalıyor ve Bahreyn’in sünni aşiret hakimiyetinde hiç bir ciddi rolleri ve etkinliği bulunmuyor.

 

 

Bahreyn 14 Şubat 2011 tarihinden itibaren halk ayaklanmasına şahit oldu. Bu inkılap “inci” inkılabı adı ile ün yaptı. Bahreyn halkının gerçekleştirdiği inkılabın 2011 yılında diğer Arap milletlerin gerçekleştirdikleri inkılaplarla en önemli farklılıklarından biri, diğer Arap ülkelerinin aksine Bahreyn’de Halife rejimi Suud rejiminden Bahreyn’e çıkarma yaparak bu ülkede rejim karşıtı itirazları bastırma talebinde bulundu. Bu yüzden Suud rejimi 14 Mart 2011 tarihinde yani Bahreyn milleti kıyamına başlaması üzerinden tam bir ay geçtiği bir sırada bu ülkeye çıkarma yaptı ve Halife rejimine Bahreyn halkının haklı kıyamını bastırmakta yardımcı olmaya başladı.

 

Ancak Halife rejiminin bu hareketi uluslararası hukukun en temel ve en ilkel ilkelerinden biri olan her milletin kendi kaderini kendi belirleme hakkının ihlaliydi. Gerçekte kendi kaderini belirleme hakkı temel ve değişmez bir hak olarak BM bildirgesinin madde 1 ve madde 2’sinde gündeme gelen bir haktır. BM bildirgesinin birinci maddesinin ikinci bendinde ilk kez milletlerin özerkliği veya kendi kaderini belirleme hakkına açıkça işaret edilmiştir. Birinci maddenin ikinci bendinde şöyle deniliyor: milletlerin arasında dostane ilişkilerin yayılması eşit haklar ilkesine ve halkın kendi kaderine belirleme hakkına saygı ve küresel barışın pekişmesi için gerekli tüm uygulamaların yerine getirilmesi.

 

Halkın eşit hakları ve kendi kaderini belirleme hakkına saygı ilkesi BM bildirgesinin 55. maddesinde de tekrar ediliyor. Yine uluslararası medeni ve siyasi haklar konvansiyonunun 1. maddesini her milletin kendi kaderini belirleme hakkına açıkça vurgu yapan en bariz ilkelerden biri olarak beyan etmek mümkün. Bu maddenin birinci bendinde şöyle deniliyor: Tüm milletler kendi kaderini belirleme hakkına sahiptir. Bu hak gereği milletler siyasi statülerini özgürce belirler ve iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmalarını özgürce temin eder.

 

 

Buna göre Bahreyn rejimi Suud rejiminden bu ülkeye çıkarma yapma talebinde bulunarak Bahreyn halkının kendi kaderini belirleme hakkını gözardı etmiş oldu, zira Bahreyn’de Suud işgalcileri geldikten sonra Halife rejiminin Bahreynli protestoculara yönelik şiddeti kat kat artmaya başladı. Bahreyn rejimi kendi halkının barışçıl protesto eylemlerine karşı tepkide her şeyden ziyade bu itirazları şiddetle bastırma stratejisini izledi. Halife rejimi hem inkılabın başlarında ve hem daha sonraki yıllarda sürekli itiraz hareketlerini şiddetle bastırarak yayılmasını önlemeye çalıştı. Ancak bu strateji pratikte Bahreyn halkını itirazlarını sürdürmekte daha da kararlı hale getirdi.

 

 

Bahreyn’de halkın itirazlarını bastırmak için çeşitli yöntemlere başvuruldu, ancak bu yöntemlerin tümü insan hakları ihlaliydi, oysa insan haklarına ve ilkelerine bağlı kalmak tüm ülkelerin sorumluluğudur ve ihlal edilmesi tüm uluslararası insan hakları konvansiyonlarda bir suç olarak telakki edilmiştir.

Peki ama, Halife rejimi kendi halkının haklı itirazlarını bastırmak için hangi yöntemlere başvuruyor?

 

 

Bahreynli protestoculara yönelik şiddet uygulanmasına sebebiyet veren önemli durumlardan biri, bu ülkenin güvenlik kurumlarının mahiyeti ve yapısıyla ilgilidir. Rannie Amiri Anti War sitesinde bu konuda yayımladığı makalesinde şöyle diyor:

Bahreyn milli güvenlik kurumu üyelerinin üçte ikisi ecnebi ve genellikle  Ürdün, Pakistan ve Mısır ve diğer bazı ülkelerin vatandaşlarıdır. Bahreynli Şiiler Bahreyn milli güvenlik kurumunun %5’inden daha az bir bölümünü teşkil ediyor. Aynı zamanda milli güvenlik kurumunun gözetiminde faaliyet yürüten Bahreyn’in özel güvenlik güçlerinin %90 kadarı da yine Bahreynli olmayan ecnebilerden oluşuyor ve bu güçlerin arasında hatta bir tek Bahreynli Şii subay bulunmuyor.

 

 

Rannie Amiri şöyle devam ediyor:

Bahreyn güvenlik kurumlarının çalışanlarının yapısı yüzünden bu teşkilatta çalışan insanların protestoculara karşı hiç bir milli bağ veya vatandaşlık bağı hissetmiyor ve Halife rejiminden aldıkları yüklü ödüller ve mali imkanlar karşılığında hükümet karşıtı protesto eylemlerini bastırmakta asla tereddüt bile etmiyor.

 

 

Bahreyn güvenlik kurumundan başka bu ülkenin yargı kurumu da tamamen Halife hanedanının hizmetindedir ve protestoların bastırılması ve özellikle Bahreyn halkının siyasi ve dini gerçek liderlerine yönelik şiddet uygulanmasında Halife rejiminin söylediklerinin dışına çıkmıyor. Halife rejimi Bahreynli siyasi ve dini liderlerin aktif rol ifa etmelerini engellemek için onları uydurma suçlamalarla yargılıyor ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırıyor.

 

 

Bu doğrultuda Halife rejimi bazı muhalifleri İran İslam Cumhuriyeti için casusluk yapmakla suçluyor. Örneğin Halife rejimi Şeyh Hasan İsa’yı Katar için casusluk yapmak suçundan 10 yıl hapis cezasına çarptı ve hatta Ayetullah Şeyh İsa Kasım gibi şahsiyetler Yemen milleti için şer’i yardımları toplamak ve harcamak, şiddeti yaygınlaştırmak, etnik ihtilaf çıkarmak, teröre yardımcı olmak ve para aklamak gibi suçlarla suçladı.

 

 

Halife rejiminin Şeyh İsa Kasım’a yönelttiği bu suçlamalar Şeyh Kasım’ı vatandaşlıktan çıkarma ve ayrıca bir yıl hapis cezasına çarptırma bahanesini oluşturdu. Halife rejimi aynı zamanda Mayıs 2016’dan bu yana Şeyh İsa Kasım’ın yaşadığı Daraz bölgesini kuşatma altında tutuyor ve bir nevi bu seçkin alimi zorla ev hapsinde tutmaya devam ediyor. Bu şartlar Daraz bölgesinde yaşayan 20 bin kadar halkı da sıkı güvenlik tedbirlerinin uygulanması yüzünden zor durumda bıraktığı ve hatta bu uygulamaların yüzünden sağlık merkezine ulaşma konusunda ciddi sıkıntı çektikleri anlaşılıyor. Oysa evrensel insan hakları bildirisinin 13. Maddesine göre her insan özgürcü yaşadığı ülkede dolaşma ve ikamet edeceği yeri seçme hakkına sahiptir.

 

 

İdam cezaları ve zorla göç ettirmek gibi durumlar da Halife rejiminin kendi vatandaşlarına yönelik uyguladığı haksız uygulamalardır ve özellikle son 14 ayda artış kaydettiği gözlenmektedir. Bahreyn yargı kurumu 2017 yılında üç Bahreynli vatandaşı idam cezasına çarptı, fakat Ocak 2018’in son haftasında birden 22 vatandaş hakkında idam cezası verdi. Uluslararası insan hakları federasyonu bu konuya gösterdiği tepkide bir bildiri yayımlayarak şöyle dedi: Bahreyn 2017 yılından beri idam cezalarında korkunç artışla karşılaşıyor, öyle ki son idam kararları 2010 yılında durdurulan idam cezalarına tehlikeli dönüş sayılır.

 

 

Zorla göç ettirmek de Halife rejiminin yargı kurumu kendi vatandaşları hakkında verdiği haksız kararlardan biridir. Bu bağlamda Halife rejiminin yargı kurumu dört Bahreynli kardeşi 28 ve 29 Ocak’ta ve diğer dört vatandaşı da 1 Şubat tarihinde zorla Irak’a göç ettirdi.

Bu arada bu insanların zorla göç ettirilmeleri onları vatandaşlıktan çıkarma işleminden sonra gerçekleştiği de belirtilmelidir. Halife rejimi muhalifleri vatandaşlıktan çıkarmayı etnik asimilasyon amacıyla gerçekleştiriyor, zira Halife rejimi bu ülkede sırf Şii vatandaşların bu rejime karşı olduğunu düşünüyor ve bu yüzden Şiileri vatandaşlıktan çıkararak bir nevi etnik asimilasyon uyguluyor ve sonuçta Bahreyn’de Şii nüfusu çoğunluktan düşürmeye çalışıyor. Oysa insanları zorla göç ettirmek de beşeriyete karşı suç olarak tanımlanan durumlardan biridir.

 

 

Her halükarda Bahreyn milletinin zalim Halife rejimine karşı haklı kıyamı sekizinci yılına girdiği bir sırada uluslararası arenada da bu krizin siyasi yollardan çözümlenmesi yönünde hiç bir işaret göze çarpmıyor. Nitekim başta BM olmak üzere hiç bir uluslararası aktörün Bahreyn milleti ile Halife rejimi arasındaki bu derin mesafeyi azaltma yönünde hiç bir girişimde bulunmadığı gözleniyor. Bu yüzden 2018 yılı da Bahreyn halkı için Halife rejiminin şiddetini sürdürdüğü bir yıl olarak sona ereceği şimdiden söylenebilir.