Kutsal Savunma Yıllarında Değerlerin Tecellisi-1
(last modified Fri, 25 Sep 2020 17:26:46 GMT )
Eylül 25, 2020 20:26 Europe/Istanbul

Yazın son günleri  İran'da kutsal savunma haftası olarak kutlanmaktadır.

1980 yılında böyle bir haftada Irak Baas Rejimi  dünyanın büyük güçlerinin destekleri ve kışkırtmaları ile  İran topraklarına saldırıp yeni kurulan İslam Cumhuriyeti'ne karşı  geniş çaplı bir savaş başlattı.  Yıllarca despot yönetim altında yaşamanın ardından  sonunda bu rejimi deviren İran halkı ise  yeni yeni bağımsızlığı ve özgürlüklerini elde ettiği sırada  Baas Rejiminin saldırılarına maruz kaldı. 

İran'ın devrimci Müslüman halkı   düşmanın saldırdığını görünce  kendi vatanlarını savunmak için  kenetlendiler ve büyük bir birlik ve beraberlik örneğini gözler önüne serdiler.   Bu kutsal birlik  İran halkını sekiz yıllık saldırganlık karşısında  dik tuttu ve düşmanları da  boynu bükük bir şekilde yenilgiye uğrattı. 

Tüm bu engebeli yıllarda İranlı  mücadeleciler ve savaşçılar   büyük hamasetler yarattılar. Bu süreçte hem erkekler hem kadınlar etkili oldular.   Şimdi de geçmişe baktığımızda Irak'ın İran'a karşı başlattığı sekiz yıllık savaşın üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen  kutsal savunma yıllarında mücadele verenlerin  kahramanlıkları ve imza attıkları değerlerin  ne kadar göze çarptığını  görmek mümkün.  İşte bu değerler ve kahramanlıklar İran'ın bu süreçteki savunması ve direnmesine kutsallık kazandırmaktadır. 

Savunma, kutsal ve değerli bir sözcüktür.  Kimi zaman milletler  bağımsızlıklarını, toprak bütünlüklerini ve yüce ülkülerini korumak için  savunma ve direnmeye karar verirler.  Nitekim tarih boyunca birçok millet, saldırganlar ve tacizcilerin saldırıları karşısında silaha uzanmış ve kendi ülkelerini ve insanlarını savunmuşlardır. Bu tür savunma girişimleri  olumsuz bir gelişme değil tam tersi  milletlerin gurur kaynağıdır.  Müslüman İran halkının saldırgan,tacizci Irak Baas Rejiminin açtığı savaşa karşı sekiz yıl kadar direnmesi  İran'ın çağdaş ve genel tarihinde   parlak bir nokta sayılır ve bu yüzdendir ki kutsal savunma olarak adlandırılmıştır. 

İslam'a göre ise milletler zulüm ve zorbalık karşısında  kendilerini savunabilirler. Çünkü  İslam adaletperver ve zulüm düşmanı bir dindir.  İslam açısından  diğerlerinin haklarını ayaklar altına almak büyük bir zulümdür. Bu yüzden hakları ayaklar altına alınan, ihlal edilen biri  bu duruma karşı çıkmalı ve direnmelidir.  Böyle bir insan  Allah yolunda vatanının toprak bütünlüğünü korumak için cihat eden biri gibidir.    

Allahu Teala  Kuran-ı Kerim'in  Bakara suresinin 190'ıncı ayetinde  cihadın önemi hakkında Müslümanlara şöyle buyurmaktadır:" « وَقَاتِلُواْ فِی سَبِیلِ اللّهِ الَّذِینَ یُقَاتِلُونَکُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَیُحِبِّ الْمُعْتَدِینَ(190)»؛

"﴾190﴿ Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez."

Allah yolunda cihat edenler  Allah katında yüce bir konuma sahip olup Müslümanlar tarafından da saygı ile karşılanmalıdırlar.  İşte bu saygınlık  İslam'ın zirvesi sayılan   cihadın değeri ile alakalıdır. Mücahitler yani cihat edenler  İlahi evliya katında yer almışlardır.  Hz. Ali as ise bu hususta şöyle buyurmaktadır:"  Cihat, cennetin kapılarından biri sayılır.   Allahu Teala bu kapıyı özel evliyaları için  açık tutmuştur. "      

Allahu Teala  Nisa suresinin 95'inci ayetinde ise  mücahedenin önemi ve değeri hakkında da şöyle buyurmaktadır:" ﴾95﴿   Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturup kalanlar, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmekte olanlara eşit olamazlar. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah bütün müminlere o güzel geleceği vaad etmiştir, ama mücahidleri -çok büyük bir karşılıkla- oturanlardan üstün kılmıştır."

22 Eylül 1980 yılında  İran havalimanlarının bombardıman edilmesi ve dayatılan sekiz yıllık savaşın başlaması ile İran halkının büyük bir kısmı  hayretler içerisinde kaldılar. Kimse bu saldırıyı beklemiyordu.  İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei  ise kutsal savunma yıllarının başlangıç günlerini şöyle anlatmaktadır:"   Savaşın başı, ortası ve genel gidişatı hakkında birçok konuşma yapılmıştır.   Ancak  ben şunu söylemek istiyorum.  Savaşın en heyecan uyandırıcı  anlarından biri de  savaşın başlaması veya daha doğru ifade ile  bizim Irak Baas Rejiminin tacizinden haberdar olduğumuz zamandı.  İran milletinin da hatırladığı üzere  savaş  22 Eylül  1980'in öğlen saatlerinde başladı.  O sırada benim  havalimanına yakın bir fabrikada  konuşmam vardı. Konuşma zamanımın başlamasını bekliyordum.   Aniden  kapılar ve pencerelerden garip bir ses duydum. Patlama dalgalarından kaynaklıydı.  Devrim Muhafızlarındaki kardeşlerim hemen dışarıya çıkıp  bir kaç savaş uçağını Mehrabad havalimanı ve bir kaç başka noktayı bombalayan uçaklar gördüklerini söylediler.   Doğal olarak   işçilerin de moralini arttıracak konuşmamı yapmam gerekiyordu.  Konuşmayı gerçekleştirdikten sonra  hemen  genelkurmay binasına gittim ve diğer ülke sorumluları ve yetkilileri ile beklenmedik gelişmeleri incelemeye başladık.  Bizim için savaş beklenmedik bir şeydi. Doğal olarak beklenmedik her şey en başında insanı şaşırtır. İran ve Irak arasındaki olaylardan ve meselelerden az bilgi sahibi olan,böyle bir durum beklemeyen, askeri ve siyasi analizlerden uzak olan  İran milleti için bu durum daha da beklenmedikti. "

İran'a karşı savaşın başladığı günde  Irak Baas Rejimi başında bulunan Saddam, Irak  ordusunun başkomutanı olarak   yakından İran'a yönelik başlatılan savaşın ilk gününü incelemek ve yönetmek için operasyon odasında bulunuyordu. Onlar böyle bir günü  "yıldırım günü " olarak adlandırmıştı.  O günde, Saddam başına kırmızı bir atkı sarıp  belindeki fişek kemeri ile  operasyon odasına girdi.  Irak savunma bakanı Adnan Hayrullah ise Saddam'a şöyle demişti:"  Efendim!  Gençlerimiz 20 dakika önce uçuşlarını başlattılar. " Saddam ise şöyle demişti:"  Yarım saat sonra İran'ın belini kıracaklardır. " 

Aslında Saddam'ın İran'ı kısa süreli bir savaşla yenme fikri, kuruntudan ve fanteziden başka bir şey değildi. Onun başlattığı savaş  2 bin 887 gün,  1200 kilometre uzunluğunda 80 kilometre derinlikte iki ülkenin sınırlarında devam eden bir savaşa dönüştü.   İşte bu sırada  dünya,  ülkelerini ve yeni kazanmış devrimlerini ve yeni kurulmuş İslam Cumhuriyetlerini korumak için hamasette ve fedakarlıkta bulunan büyük kitleler halindeki gençleri gördü. 

Sekiz yıllık kutsal savunma yılları,  kendi İslami vatanları, devrimleri ve ekollerini savunmak ve korumak için   şehadet ve cesaret zirvelerini tırmanan ve bu limitleri de geride bırakan bir milletin direnme, kahramanlık ve fedakarlığının gerçek hikayesidir.   İran'a dayatılan sekiz yıllık savaş  aslında halk arasında birleşmeye ve hareketlenmeye yol açtı. Bu millet  hür yaşamak için ağır bir bedel ödedi.  Bu alanda  imanı  ile  mücadelelerine manevi boyut kazandırdı ve savaşın ta içinden    şeref, iman, inanç, aşk, cesaret, fedakarlık ve  sağ duyuyu tecelli ettirdi.  İran'ın Güney ve Batı sınırları uzun zaman   bu diyarın en pak çocuklarının kurban verildiği alana dönüşse de  ancak bu kesimin imanı ve manevi gücü yüzünden  bu topraklar  kutsal bir mekana dönüştüler.  Günümüzde ise şehitlerin kutsal varlığı ve ıtrı hala bölgede hissedilmektedir.