Doğanın yeniden doğuşu ve insani maneviyatın gelişmesi
İlkbahar insanların doğadan ilham alarak Allah’ı ve erdemi talep eden fıtratı olan değerli gevherini yeniden keşfetmesi ve maneviyatını ve ahlaki faziletlerini daha da geliştirmesi için uygun bir fırsattır.
Evet, Nevruz bayramı dolayısıyla hazırladığımız bir başka programda yeniden birlikteyiz. Bu programda doğanın yeniden doğuşu ile birlikte insani ahlak ve maneviyatın gelişmesinden söz etmek istiyoruz.
Evet, bizim de doğanın yeniden dirilişi ile birlikte içimizde maneviyatı ve ahlaki ilkeleri diriltmeli ve daha fazla iman etmeye ve salih amellerde bulunmaya ve ahlaki faziletleri kazanmaya çalışmalıyız.
İlahi büyük işaretlerden biri, yüce Allah’ın gücü ve rahmeti ile insanların gözü önünde büyük bir dikkat ve güzellikle ilkbaharda sergilediği muhteşem ve azametli büyük sergidir. İlkbahar doğası yüce Allah’ın en büyük işaretlerinden biridir ve içinde birçok sözü, mesajı, işaretleri ve müjdeleri ve hatta ikazları barındırır.
Değerli dostlar şimdi yüce Allah’ın inayeti ile bir kez daha ilkbahara ve doğanın yeniden doğuşuna şahit oluyoruz. Şimdi kendimizden Allah teala ilkbahara gelince bizden neler beklediğini ve bizim bu fırsatı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini sorma zamanıdır.
Allah teala ilkbaharı vermekle bizden hayat meselesini, yeniden dirilişi tüm karmaşıklığı ve güzelliği ile birlikte hissetmemizi ve hayatı yaratan ve ölü yeri dirilten yegane gücün yüce Allah olduğunu idrak etmemizi istiyor. Allah teala ayrıca ilkbaharda sınırsız rahmetini sergiliyor ve bizden de sevgimizi hesapsız bir şekilde soydaşlarımıza sunmamızı istiyor.
İlkbahar rahman ve rahim olan Allah’ın rahmet ve bereketinin simgesidir. Bu yüzden Kur'an'ı Kerim Rum suresinin 50. ayetinde herkesi ilahi rahmet ayetlerine bakmaya davet ederek şöyle buyurmakta:
Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.
Biz insanlar kendimizi tanıdığımız günden beri daha iyi bir duruma kavuşmak için çaba harcamışızdır; bazen yaşamımız için gerekli olan bir malzemeyi tedarik görmek, bazen sosyal bir başarı elde etmek, bazen manevi bir konuma kavuşmak, bezen daha fazla bilim öğrenmek ve bazen de daha fazla huzur ve zevk için her daim çaba sarf etmişiz ve tüm bunları daha iyi bir duruma kavuşmakta faydalı bilmişizdir. Eğer yaşamımızın irili ufaklı tüm durumlarına tekabül eden bu çabaları kafamızda gözden geçirecek olursak, bu çabaların hiç biri sonuçta bizi gerçekten ve daimi olarak mutlu etmediğini anlarız, nitekim insanoğlu sürekli kemale erme peşinde olduğundan bunların hiç biri bize nihai erdeme ulaşma ve tatmin etmeyi armağan etmemiştir.
İnsanoğlunun Allah’ı arayan fıtratı sürekli hakiki erdem ve huzur arayışında olmuştur. Hepimiz bu eğilimi kendimizde çok rahat bir şekilde tecrübe edebilir ve kemale erme peşinde olduğumuzu ve tüm faaliyetlerimiz bu doğrultuda devam ettiğini görebiliriz. Ama yine de çoğu zaman maddi ve kısıtlı eşyalarla alıştığımızdan erdemi bu eşyalarda zanneder ve onları nihai hedefimiz sanırız, fakat onlara ulaştığımızda da erdeme ulaşma talebimiz tatmin olmadığını ve huzura kavuşmadığımızı anlatır ve bu yüzden erdemi daha yüksek mertebelerde olduğunu düşünür ve onu yeniden nihai hedef olarak belirleriz ve ona kavuştuktan sonra tekrar erdeme ulaşma talebimizin tatmin olmadığını ve daha yüksek erdemlere talip olduğumuzu fark ederiz ve bu talep zinciri böylece uzayıp gider. Demek ki insan her daim mutlak kemale erme ve tüm erdemlerin kaynağı yani yüce Allah zatına kavuşma peşindedir ve fıtratı bu kaynağa yöneliktir ve ona kavuşmadan bu talebi devam eder.
Gerçek şu ki, Allah katına yaklaşmak ve insanı yarata Allah’a kulluk etmek, insanların kemale erme duygusunu tatmin eder. Bu yüzden kulluk, insaniyetin ulaşabileceği en önemli makamdır. Kur'an'ı Kerim de kulluğu, insanı yaratmanın tek hedefi olduğunu belirtiyor, zira insan Allah’a kulluk etmek ve O’nun emirlerine uymak ve men edenlerinden uzak durmakla yeryüzünde halifesi olabilir; nitekim Allah’ın yeryüzünde halifesi olmaktan daha yüce bir erdem olmadığı da kesindir.
Kuşkusuz Allah katına yakınlaşma kavramını daha iyi idrak etmek önemli bir konudur, zira hem bizim kendimizi ve alem düzenindeki yüce konumumuzu tanımamıza yardımcı olur, hem hareket etme saikimizi güçlendirir. Eğer insan kendini bu büyük alemin bir köşesinde unutulmuş ve kendi haline bırakılmış bir zerre gibi görmez ve kabiliyetlerini iyi tanırsa, asla değerli varlık gevherini değerinden daha düşük şeylerin uğruna harcamayacağı da kesindir.
İslam dini ve Kur'an'ı Kerim ve İslami rivayetlerde de insanın hareketinin varacağı son nokta Allah katına yaklaşma şeklinde açıklanmıştır. Allah’a ve ceza gününe iman eden insan bu dünyada yaptığı her ameli için hesap vermek zorunda olduğunu bilir ve bu yüzden Allah’ın emrettikleri veya men ettiklerine uyar ve salih amellerini arttırmak için çalışır.
Kur'an'ı Kerim de Kehf suresinin 110. ayetinde ilahi kata yaklaşmak ve Allah teala ile görüşmenin yolu salih amel olduğunu belirterek şöyle buyurmakta:
Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.
Biraz önce de belirtildiği üzere Allah’a kulluk etmek ve O’na iman etmek, salih ameller beraber olunca kabul edilir. İman ve salih amel bir olunca insanın saadetine ve kurtuluşuna vesile olur; nitekim Allah teala Beyyine suresinin 7. ayetinde şöyle buyurmakta:
İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.
Allah teala iman eden ve salih amellerde bulunan insanları en iyi mahlukları olarak tanımlıyor ve onlara büyük mükafat vereceğini buyuruyor, nitekim aynı surenin 8. ayetinde de şöyle buyuruyor:
Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir.
İslam dini, her Müslümanın bireysel ve sosyal yaşamının çerçevesine belirleyen ahlak ilmini en yüce salih amel olarak tanımlıyor. Böylece kim Allah’a kulluk çemberinde yer almak isterse, yaşam çerçevesini İslami ahlak ve Kur'an'ı Kerim’in ahlaki tavsiyelerine göre belirlemesi gerekiyor. İnsan her ne kadar doğru ahlak ve salih amel ve soydaşları ile uygun davranışta bulunur ve ilahi cilveleri daha fazla gösterirse, daha fazla maneviyata kavuşur ve ilahi kata daha çok yaklaşır, öyle ki rengi Allah’ın rengi olur. Kur'an'ı Kerim’in buyurduğu üzere kimin rengi Allah’ın renginden daha güzel olur? Bakara suresinin 138. ayeti şöyle buyurur:
Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).
Değerli dostlar sözün sonunda dikkatinizi şu noktaya çevirmek istiyoruz; eğer biri gerçekten Allah’ın kulu olmak istiyorsa, en başta ahlaki faziletlere bürünmeli ve Allah’a kulluk yolunu izlemelidir. Ahlaki faziletler insaniyet makamını ve Allah’a kulluk duygusunu geliştirir. Bu yüzden Allah teala İslam Peygamberi’ni -s- topluma mükemmel insanın en güzel örneği olarak tanıtıyor ve Kalem suresinin 4. ayetinde peygamberine hitaben şöyle buyuruyor: Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
Evet gerçekten de İslam ümmetini hidayete erdirme risaletini üstlenen Allah Resulü en yüce ahlaka sahiptir ve bu özelliği sayesinde insanları cahillikten, zulüm ve adaletsizlikten, gaflet ve şaşkınlıktan alıkoyarak Allah’a kulluğa, insani ahlaka ve sonuçta saadet ve kurtuluşa doğru hidayete erdirir.
İlkbahar mevsimi ise insanın doğadan ilham alarak Allah’ı ve erdemi talep eden fıtratı olan değerli gevherini yeniden keşfetmesi ve maneviyatını ve ahlaki faziletlerini daha da geliştirmesi için uygun bir fırsattır.