Ağustos 18, 2020 16:30 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Hassan Diyab kabinesinin istifa sebepleri gözden geçirildi. Bugünkü sohbetimizde iç ve dış aktörlerin rolünü ve bu istifanın sonuçlarını ele almak istiyoruz.

Kuşkusuz bazı iç aktörlerin ve bölge içi ve bölge dışı güçlerin Lübnan’ın iç gelişmelerini etkilemeleri, Hassan Diyab kabinesinin istifa etmesinin en önemli sebeplerinden biriydi. Lübnan’da Saad Hariri elebaşılığındaki Batı yandaşı akımlar ta baştan Diyab hükûmeti ve kabinesine karşı tavır sergilemeye başladı ve hatta parlamento oturumlarına katılmadı. Saad Hariri’nin başını çektiği El Mustakbel hareketi, Samir Caca’nın Lübnanlı güçler partisi, Velit Canbolat liderliğindeki ilerici sosyalist parti, Hassan Diyab hükûmetine karşı çıkan ve kabinede de yer almayan bazı akımlardı. Lübnan’da siyaset meydanının eski unsurları olan bu akımlar Diyab hükûmetinin tal ilk gününden itibaren devirme kumpasını kurmaya ve uygulamaya başladılar ve kabinede yer alamamalarını telafi etmek istediler. Söz konusu akımlar Lübnan’da Diyab kabinesine karşı kognitif savaşı uygulamaya başladılar.

Lübnan’da siyasi muhalif akımlardan başka, bazı bankalar ve özellikle Lübnan merkez bankası Başkanı Riyad Selam da Diyab kabinesine karşı hareket etmeye başladı. Amerika’nın Lübnan’a dayattığı yaptırımları destekleyen bazı bankalar döviz kurları ile oynamak ve bu ülkenin milli para biriminin dolar karşısında değerini düşürmekle halkın geçim durumunu daha da zora sokmaya başladı.

Diyab hükûmetinde bazı bakanlar da artan baskı ve itirazların ardından muhaliflerin sahasında oynamaya başladı. Beyrut patlamasından sonra beş Bakan kabineden istifa ederek hükümeti çoğunluktan düşürmeye çalıştı, nitekim eğer bu bakanlar istifa etmesiyle Başbakan Diyab da istifa etmeyecekti.

S. Arabistan ve BAE, Hassan Diyab hükûmetine karşı hareket eden iki Arap aktördü. Bu iki ülke son yedi ayda Lübnan gelişmeleri konusunda herhangi bir resmi tutum göstermezken, Lübnan’da Diyab hükûmetini kendi çıkarları doğrultusunda görmüyordu.

Riyad ve Ebu Dabi Lübnan’da 14 Mart akımının ciddi hamileri ve 8 Mart akımının ciddi derecede muhalifidir. Bu iki ülke Lübnan hükûmeti ve direnişine karşı kognitif savaşı başlattı.

Gerçi şimdi Suud rejimi Lübnan’a yardım etmeye hazır olduğunu açıkladı, ancak bu rejime bağlı medya organları propagandalarında sürekli Hizbullah hareketini suçluyor. Suud rejimine bağlı El Arabiye ve El Hedes TV kanalları Beyrut patlamasının ta başından patlamanın Hizbullah hareketinin Beyrut limanındaki silah ve mühimmat deposunda meydana geldiğini iddia ettiler. Ancak Arap kullanıcılar Suud rejiminin bu rivayetini sorgulayarak, Beyrut patlamasının leşinden beslenmeye çalışmaya benzettiler.

Amerika ve Fransa, Lübnan’ın içişlerine müdahale eden bölge dışı iki önemli aktördür. Amerika terör devleti Lübnan Hizbullah hareketine yaptırım uygulamak, Lübnan’ı derinden etkileyen Suriye’ye karşı Sezar kanununu dayatmak, Lübnan’ın New York kentindeki altın varlığına el koymak ve ayrıca IMF’nin Lübnan’a kredi vermesine karşı çıkmakla bu ülkenin iktisadi şartlarını daha da vahim hale getirmekte önemli rol ifa etti.

Lübnanlı ünlü uzman Tellal Etrisi bu konuda şöyle diyor:

Lübnan meselesinde Amerika bu ülkeye doğrudan baskı uyguluyor. Amerika bunun için başka ülkelerin Lübnan’a yardımlarını engellemek üzere yabancı dövizin Lübnan’a girişine yasak uyguluyor ve terörle mücadele bahanesi ile banka havalelerini ve yine IMF’den kredi almasını engelliyor.

Lübnan Hizbullah hareketine karşı düşmanlığı bilinen Amerika terör devleti aynı zamanda kamuoyunu Diyab kabinesi ve Hizbullah’a karşı kışkırtmaya çalışıyor. Bu süreçte Amerika’nın Lübnan Büyükelçisi özellikle Diyab hükûmeti karşıtı protesto eylemlerinin organize edilmesinde önemli rol ifa ettiği biliniyor.

Lübnan’da ortaya çıkan yeni şartlarda etkili olan bir başka bölge dışı güç Fransa’dır. Fransa’nın Lübnan’da siyasi gerginliğin tırmanmasında etkisi, Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın Beyrut ziyareti ile artmaya başladı. Bu ziyaretin hemen ardından Lübnan Dışişleri Bakanı Nasıf Hitti görevinden istifa etti ve böylece Diyab kabinesinden istifa sürecini tetikledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron da Beyrut patlamasından hemen sonra Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Macron’un bu ziyareti Lübnan kamuoyunu kışkırtmak ve protesto ve şiddet olaylarını tetiklemekte etkili oldu.

Şimdi akla gelen önemli bir soru, Diyab hükûmetinin istifasının doğuracağı sonuçlarıyla ilgilidir. Görünen o ki Diyab hükûmetinin istifasının en önemli sonucu Lübnan’da kutuplaşmayı ve sonuçta siyasi ayrışmayı takviye etmesidir. Diyab kabinesinin istifasında 14 Mart akımı önemli rol ifa etti ve şimdi yeni Başbakanı açıklamak istiyor.

Lübnan’da Başbakan Ehl-i Sünnet’ten olması gerekiyor. Saad Hariri Ekim 2019’da başbakanlık görevinden istifa ettikten sonra dört ay boyunca geçici Başbakan olarak faaliyet yürüttü. Bu durum bir kez daha tekrarlanabilir ve hatta daha da uzun sürebilir, zira kutuplaşma şartları Lübnanlı grupların arasında siyasi çıkmazı aşmak için birlik ve siyasi konsensüsün sağlanmasını olumsuz etkileyeceği kesindir.

Gerçekte bugün Lübnan her zamankinden daha çok bir milli vahdet hükûmetine ihtiyaç duyuyor. Ancak Lübnanlı uzman Emin Hatit’in de belirttiği üzere, Lübnan’da tüm siyasi partileri ve akımları kapsayan bir milli vahdet hükümetinin kolay ve hızlı bir şekilde kurulmasını beklememek gerekir. Nitekim tüm siyasi partiler ve gruplar böyle bir hükümetin kurulması üzerine anlaşmaya varsa bile bu önemli gelişmenin gerçekleşmesi aylar sürecektir.

Öte yandan Lübnanlı grupların milli vahdet hükümetini kuramamaları durumunda iki çözüm yolu söz konusudur. Bir çözüm, Lübnan parlamentosunda hali hazırda çoğunluk konumunda olan direniş ittifakının kendi hükümetini kurmasıdır. Bu çözüm pratikte gerçekleşmeyebilir ve bundan önce Diyab kabinesinde yer almayan akımlar hatta parlamentodan istifa ederek feshedilmesine sebebiyet verebilir. Yine parlamento fesh edilmese bile, Diyab hükûmetine karşı uyguladıkları senaryo uygulanarak istifası sağlanabilir.

Lübnan’da milli vahdet hükümeti kurulamadığı takdirde ikinci seçenek, Diyab hükûmeti geçici hükûmet olarak faaliyete devam etmesidir. Ancak bu seçenek Lübnan çıkarları ve güvenliği doğrultusunda olmayacağı açıkça ortadadır; zira geçici hükûmetin karar verme hakkı yoktur ve esas itibarı ile güçlü bir hükûmet olamayacağı kesindir.

Her halükarda Lübnanlı grupların milli vahdet hükûmeti konusunda anlaşmaması bu ülkede iktisadi sorunları tırmandıracağı ve halkın geçim sıkıntısı daha da derinleşeceğine yol açacağı da kesindir.

Etiketler