Eylül 04, 2020 19:57 Europe/Istanbul

Geçenlerde BAE ile korsan İsrail arasında sağlanan normalleşme anlaşmasının sonuçlarını ele aldığımız sohbetimizin birinci bölümünde sizlerle birlikteyiz. İki bölümden oluşan sohbetimizde bu anlaşmanın getirileri stratejik ve uzun vadeli mi, yoksa taktiksel ve kısa vadeli mi olacağını irdelemek istiyoruz.

Siyonist rejimin siyasi inzivadan çıkması

BAE ile korsan İsrail arasında varılan normalleşme anlaşmasının en önemli sonuçlarından biri, bu rejimle barış anlaşması imzalayan Arap ülkelerinin sayısında artış yaşanmasıdır.

BAE siyonist rejim İsrail’le barış anlaşması imzalayan ve resmen diplomatik ilişkilerini başlatma yönünde adım atan üçüncü Arap rejimi ve Fars körfezinde yer alan ülkelerin arasında da birinci rejimdir.

1967 yılında vuku bulan Arap – İsrail savaşından sonra sadece Mısır 1978 yılında Camp Davit anlaşması ve Ürdün 1994 yılında Arap vadisi anlaşmasına imza atarak eli kanlı İsrail rejimi ile barış anlaşması imzalamıştı. Şimdi ise BAE Abraham adı ile anılan anlaşma ile birlikte siyonist rejimle barış anlaşması imzalayan üçüncü Arap rejimi oldu.

Bu süreçte dikkat çeken nokta ise, sadece BAE korsan İsrail ile son otuz yılda gizlice ilişkileri sürdürmediği ve bundan başka diğer bazı Arap rejimler de Tel aviv ile gizli ilişkileri olduğu ve bu ilişkilerin özellikle S. Arabistan’da kral Salman döneminde ve 2015 yılından sonra daha da gelişmesidir.

Siyonist rejimin ikinci TV kanalı Mayıs 2016’da internet sitesinde şöyle yazdı: BAE’nden önemli sayıda yatırımcı, başta Kudüs olmak üzere İsrail’de inşaat sektöründe yatırım yapıyor.

Siyonist rejimin spor ve kültür Bakanı Miri Rego Ekim 2018’de bu rejimin judo takımını BAE’ne gönderme bahanesi ile Ebu Dabi’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Korsan İsrail Dışişleri Bakanı İsrail Kans da Temmuz 2019’da ilk kez Ebu Dabi’yi ziyaret ederek BAE yetkilileri ile görüştü.

Bu gelişmelere bakıldığında aslında BAE ile İsrail arasında varılan anlaşma, bebek katili rejimin Batı Asya bölgesinde siyasi inzivadan çıkma anlamına gelmediği, zira zaten bazı Arap rejimlerin Filistin davasına ihaneti sayesinde çok önceleri siyasi inzivadan çıktığı söylenebilir. Nitekim Abraham anlaşması domino etkisi yaparak Bahreyn ve Umman gibi diğer bazı Arap rejimleri de Tel aviv’le ilişkilerini normalleştirmeye kalkışırsa, Filistin davası ve ayrıca Batı Asya bölgesi üzerinde stratejik etkisi olmayacaktır.

Siyonist rejimin Fars körfezine gelmesi

 

Bazı gözlemciler Abraham anlaşmasının önemli bir sonucu, siyonist rejimin Fars körfezine ayağı açılması olacağını düşünüyor. Zira BAE korsan İsrail’le barış anlaşması imzalayan ilk Fars körfezi ülkesi sayılıyor. Buna karşın İsrail’in Fars körfezinde varlığı güvenlik ekseninden ziyade iktisadi amaçlı olacağı anlaşılıyor; nitekim Camp David ve Arap vadisi anlaşmaları da Tel aviv’le Kahire ve Amman arasında güvenlik bağları oluşturmadı.

Buna göre Abraham anlaşması da siyonist rejimin Fars körfezinde varlığına güvenlik boyutu kazandırmayacağı anlaşılıyor.

Gerçi bundan önce Bahreyn, S. Arabistan ve BAE gibi ülkelerle korsan İsrail arasında istihbarat ve güvenlik alanlarında bir takım iş birliği durumu söz konusu olmuştur; ancak bu ilişkiler  ve iş birliği daha çok söz konusu Arap rejimlerin iç güvenlik durumlarına yönelikti. Nitekim şimdi de İran İslam Cumhuriyeti’nin BAE ile İsrail arasında varılan anlaşmaya gösterdiği tepkiye bakıldığında, bu anlaşma Tel aviv’in Fars körfezi ve İran sınırlarına yakın bir bölgede güvenlik eksenli varlığı ile sonuçlanması imkansız olduğu anlaşılıyor.

İran Genel Kurmay Başkanı General Muhammed Bakıri bu konuda yaptığı uyarıda şöyle dedi:

Kuşkusuz İran milletinin komşu ülke BAE’ne barışı ve tutumu değişir ve İran silahlı kuvvetleri de bu ülkeye başka türlü hesaplarla bakmaya başlar; nitekim Fars körfezinde İran İslam Cumhuriyeti’nin milli güvenliğine zarar verecek herhangi bir gelişmeden, velev ki naçizane olsun, BAE sorumlu tutulacak ve asla kabul edilmeyecektir.

Anlaşmanın kısa vadeli sonuçları

Gözlemcilere göre, Abraham anlaşması, anlaşmanın üç tarafı yani BAE, siyonist rejim ve ABD için iç arenalarında kısa vadeli bazı sonuçları olacak ve bu sonuçlardan en çok bu rejimlerin liderleri yararlanacak.

Arap uzman Ayeş Muhammed BAE’nin bu anlaşmadan çıkarları konusunda şöyle diyor:

Bir çokları Arap rejimlerin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme konusunda rekabetleri ve bunun bu rejimler için faydaları ne olacağını soruyor. Gerçekte bu ülkeler normalleştirmeden hiç bir yararı olmayacak ve ortak çıkar veya yatırımdan söz etmek mutlak surette yalandır. Eğer böyle olsaydı, bundan yıllar önce İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Mısır ve Ürdün çok iyi durumda olmaları gerekirdi. Oysa veriler bu ülkelerin iktisadi durumu çok vahim olduğunu gösteriyor.

Arap uzman Ayeş Muhammed şöyle devam ediyor:

Bu rekabetin gerçek nedeni, iktisadi çıkar değil, asıl bu ülkeleri yöneten siyasi düzenle ilgilidir. Siyasi açıdan despot rejimlerce yönetilen bu ülkelerin hakimiyetleri kendi halkı tarafından benimsenmiyor ve meşru da sayılmıyor; dolayısıyla bu rejimler meşruiyetlerini dışarıdan temin etmek zorunda kalıyor; şöyle ki İsrail’in kucağına düşmek ancak bu ülkelerin despot yöneticileri için faydalıdır, zira bu durumda Tel aviv ve Washington’un desteğinden yararlanıyor.

Dolayısıyla BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed’in kişisel menfaati ve Amerika ve siyonist lobilerin desteğini kazanarak Batı Asya gelişmelerinde daha etkili rol ifa edebileceğini zannetmesi, Abu Dabi’yi Tel aviv’le ilişkileri normalleştirmeye yönlendiren önemli etken sayılır. Bu analizin ve bakışın doğruluğunu ispat eden konu ise, Ebu Dabi ile Tel aviv arasında F-35 savaş uçaklarının BAE’ne verilmesi üzerine anlaşmazlık yaşanmasıdır. BAE Amerika’dan F-35 savaş uçaklarını satın almak istiyor; ancak siyonist rejim elebaşıları ve özellikle savaş Bakanı Beni Gantz buna şiddetle karşı çıkıyor. Gantz hiç bir anlaşma İsrail’in güvenliğini zayıflatmaması ve bölgede askeri üstünlüğünü etkilememesi gerektiğini vurguluyor.

Benyamin Netanyahu ve Donald Trump da BAE ile yapılan anlaşmaya kişisel çıkarları çerçevesinden bakıyor. Son günlerde siyonist rejim Başbakanı Benyamin Netanyahu işgal altındaki Filistin’de kamuoyu ve siyasi partilerin ağır baskısı altında bulunuyor. İsrail iş bulma kurumu Başkanı Rami Graver geçen Mart ayında yaptığı açıklamada korona virüs salgını yüzünden işgal altındaki Filistin’de 600 bin kişi işsiz kaldığını, bu rakam 800 bine ulaşabileceğini tahmin ettiklerini belirtti. İsrail ekonomi bakanlığı ise bu rejimde korona virüs salgını yüzünden işsiz sayısı bir milyona ulaşacağını açıkladı.

Son iki ayda işgal altındaki Filistin’de her Pazar günü binlerce kişi sokaklara dökülerek Benyamin Netanyahu karşıtı protesto eylemi düzenliyor. Protestocular Netanyahu kabinesi korona virüs salgını ile mücadelede başarısız olduğunu, iktisadi sorunlara çözüm getiremediğini, üstelik Benyamin Netanyahu’nun dört fesat dosyası örtbas edilmeye çalışıldığını belirterek, siyonist başbakanın istifa etmesini istiyor. İç arenada bu durumla karşı karşıya bulunan Benyamin Netanyahu BAE ile yaptığı anlaşmadan dış politika alanında bir koz gibi yararlanmaya ve böylece iç arenadaki baskıları hafifletmeye çalışıyor.

Öte yandan 2020 yılının başında Kasım ayında düzenlenmesi beklenen başkanlık seçimlerini kazanacağına kesin gözüyle bakan ABD Başkanı Donald Trump korona virüs salgını ve bu salgınla mücadelede beceriksizliğinin ardından bu umudu suya düştüğünü görmeye başladı.

Dünya genelinde korona virüs yüzünden hayatını kaybedenlerin dörtte biri Amerika’ya ait olduğu belirtiliyor. Beyaz saraya girdiği günden bu yana diğer ABD başkanları gibi korsan İsrail’e hizmette kusur etmeyen Trump başkanlık seçimlerinde şansını arttırmak için BAE ile İsrail arasındaki anlaşmayı ilan ederek, dış politika alanında tam başarısız olmadığını ispat etmeye çalıştı. Oysa gerçekte Trump yönetimi son dört yılda dış politika alanında hiç bir kazanımı olmadığı gibi “önce Amerika” sloganı da “yalnız Amerika”ya dönüştü. Bu yüzden Trump Abraham anlaşmasını ilan ederek dış politika alanında bir kazanımı olduğunu göstermek istedi.

Her halükarda ve bu anlatılanlardan hareketle Abraham anlaşması ne BAE, ne İsrail ve ne de Amerika için stratejik getirisi olmadığı söylenebilir; zira gerçekte yeni bir gelişme yaşanmış sayılmıyor. Gerçekte Abu Dabi ta 1990’lı yıllardan bu yana Tel aviv’le gizli ilişkilerini bulunuyordu ve şimdi bu ilişki sadece gün yüzüne çıkmış oldu. Nitekim Bahreyn ve S. Arabistan da ta 1990’lı yıllardan bu yana İsrail ile ilişkileri bulunuyor ve şimdi bu ülkelerin siyonist rejimle muhtemel normalleşme anlaşmaları İsrail ile ilişkileri normalleştirme dominosu sayılmıyor.

Etiketler