Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Cumhurbaşkanlığı başdanışmanları belli oldu
Evrensel:
OHAL’i kalıcı hale getiren teklifin birinci bölümü kabul edildi
Yenişafak:
Kılıçdaroğlu’ndan ‘bölme’ taktiği
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
…***
Kemal Can 24 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "İyi Parti’de ne olacak?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" İyi Parti’nin Afyon’daki kampından, Meral Akşener’in sürpriz kararıyla çıkıldı. Akşener, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, yetkisine dayanarak kongre kararı aldığını ve aday olmayacağını yazdı. Ertesi gün parti sözcüsü Aytun Çıray basının karşısına çıkarak, kongre kararının bir çözülmenin değil, demokrasinin göstergesi sayılması gerektiğini söyledi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın da katıldığı bir televizyon programında, kongrede bir başkanlık yarışı yaşanmayacağını, Akşener’in tek aday olacağı görüşünü paylaştı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadeelre yer veriyor:
...***
Parti yöneticileri ve milletvekillerinin yaptığı toplantıdan da bu yönde bir karar çıktı. İyi Parti’de bir süredir parti içinde etkili kanat ve isimlerin, seçim sonuçlarını vesile ederek bir hareketlilik içine girebilecekleri konuşuluyordu. Meclis’in açılış oturumunda Bahçeli ile fotoğraflara yansıyan temaslar, sonuçlarla ilgili yapılan çelişkili açıklamalar ve bazı isimlerin tedirgin edici suskunluğu, örtülü bir gerilimin işaretleri sayılıyordu. MHP’deki bir muhalefet hareketi olarak başlayıp çok kısa sürede aceleyle teşkilat kurup acil seçim atlatan bir partinin, beklentinin altında bir sonuç karşısında bu kadar sarsıntı yaşaması şaşırtıcı bir durum sayılmaz. MHP’de muhalefet hareketi olduğunda da, ayrılıp parti kurarak merkez sağa yerleşme iddiasını ortaya attığında da, İYİ Parti’yi oluşturan kadroların uyumlu ve aynı yöne ilerleme niyetinde bir ekip olduğunu söylemek zordu. Bağlayıcı ve koruyucu sayılmayacak seçim sonuçları, zaten olmayan ekip ruhunu ve siyasi söylem birlikteliğini iyice zorladı. Afyon kampında, bir kısmı siyasi, bir kısmı kişisel eleştiri şeklinde ama zaten konuşulmakta olanların “fazla” ortaya döküldüğü anlaşılıyor. Bazı iddialara göre kamptan önce, bazı iddialara göre orada yaşananlar üzerine Akşener’in bu kararı aldığı söyleniyor. Meral Akşener, yarattığı popülaritenin de nedeni olan ilginç çıkışları olan bir siyasi karakter. Beklenmedik ve anlık tepkiler verebildiğine daha önce de tanık olundu. Bu yüzden, yaptığı açıklamanın hazırlıksız ve kişisel bir çıkış olması ihtimali tamamen yok sayılamaz. Ancak, siyasi hayatta hatta başka seçimli zeminlerde liderlik edenlerin bazen kendi güçlerini yeterli gördükleri, bazen karşısındakileri zayıf buldukları anlarda böyle restlerle sonuç aldıkları görülmüştür. Örneğin, 2003 yılında seçim yenilgisi sonrası aday olmayacağını açıklayan Bahçeli, kongreyi gücünü artırarak kazanmıştı. İYİ Parti’de MHP’lilerin ve özellikle de Bahçeli’nin baştan itibaren “ayrı” bir yere koyarak sıkıntıya sokmaya devam ettiği Koray Aydın, teşkilatları oluşturan ve aday listelerinde etkili bir isim. MHP içinde de liderlik yarışına katılmış önemli isimlerden biri olan Ümit Özdağ bu sürecin dikkat çekici suskunlarından biri. Eski merkez sağ partilerden ve CHP’den kopup gelmişler kendi içinde de karmaşık ama hırslı bir küme. Ancak, Akşener’in liderliğini olmasa bile partideki belirleyiciliğini tartışma konusu yapabilecek bu ekiplerin hiçbiri, bu reste karşılık verebilecek güçte değil. Sonuç için partisinden az oy almış Akşener’i suçlayabileceklerin, Akşener’siz bir gelecek iddiasını yaratmaları çok zor.
...***
Esfender Korkmaz, 24 Temmuz tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Yapısal çözüm nedir?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" İstikrar sorunu var mı, yok mu tartışmak gerekmez. İstatistikler dışında bizzat yaşıyoruz. Kapanan şirketleri, banka borçları için yeniden yapılanma isteyen şirketleri, konkordato'ya giden işletmeleri, artan kiralık ilanları görüyor ve nihayet TL'nin ne kadar değer kaybettiğini bir sonuç olarak da enflasyonu yaşıyoruz. Eğer çözmeye niyetimiz varsa, iki hususu dikkate almak zorundayız."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Birisi; Bugünkü istikrar sorunu geçmiş krizlerden farklıdır. Bugün sorun yalnızca ekonomik sorun değildir. Ayrıca siyasi ve sosyal sorunlar oluşmuştur. 1994 ve 2001 krizlerinde, ekonomik önlemler ön plandaydı. Şimdi belki daha önemlisi siyasi güven sorunu eklendi. Hukuki altyapı sorunu oluştu. Bu alanlarda da önlem almak ve yapısal çözümler getirmek gerekir.
İkincisi; İktidarın tez elden bir istikrar programı hazırlayarak, sorunu çözeceğine dair bir niyet bildirmesi, iktisadi ajanları ikna etmesi ve güven oluşturması gerekir. İlgili bakanın ''piyasalarla kavga etmeyeceğiz'' gibi beyanları istikrar için daha çok tedirginlik yaratıyor?
Çözüm geliştirmek için önce istikrar sorununa doğru teşhis koymak gerekir. Sonra bu tespite göre yapısal sorunları çözmek gerekir. Elbette bu sorunlar bir günde çözülmez. Çoğu orta ve uzun dönemde ancak çözülebilir
Oysa ki AKP'nin 16 yıllık iktidarında yalnızca iki slogan duydum; Yeni nesil reformlar. Yapısal reformlar.
Reform denilince de genellikle açıklama olarak mali disiplinin sürdürülmesi, parasal disiplinin sürdürülmesi gibi ilgisiz ve sloganvari beyanlar oldu.
Gerçekte bir ekonomide istikrar sorunu olabilir ve fakat yapısal sorunlar olmayabilir. Ya da yapısal sorunlardan kaynaklanan istikrar problemi olabilir. Hiçbir sorun olmasa da daha hızlı bir kalkınma için yapısal önlemler alınabilir.
Hatırlatmak gerekir ki, kalkınma; sosyal imkanların artması, gelir dağılımının düzelmesi, sağlıklı bir toplum gibi kriterleri de içine alan ve ekonomik büyümeden daha geniş bir anlayıştır.
Türkiye'de, siyasi, sosyal ve ekonomik istikrar sorunları; siyasi iktidarların demokrasiyi dışlaması ve iktisat politikalarına da kısa dönemli ve yalnızca siyasi hedefle bakmalarından ortaya çıktı. Şimdi reform için de önce bozulan yapıları düzeltmek gerekir. Bu reformlar, ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda birbirini tamamlayan nitelikte olmalıdır.
Sorun trenin raydan çıkmasına benzer. Yeniden raya sokuncaya kadar zaman geçer.
Her şeyden önce Türkiye'de kalkınmanın ön şartı olan kurumsal yapı bozuldu.
Kurumsal yapı bir toplumda organize olmuş ve aynı zamanda tarihsel boyut taşıyan toplumsal ilişkiler, insanlar tarafından oluşturulmuş normlardır.Bu normlar aynı zamanda kurumların ve demokrasinin sınırlarını da belirleyen kurallardır.Geleneksel ve sosyal kurumlar; devlet, aile, eğitim, hukuk, ekonomi, siyaset ve din unsurlarını kapsar.
...***
İhsan Çaralan, 24 Temmuz tarihli Evrensel gazetesinde, "Halkın her talebinin tek muhatabı 'tek kişilik hükümet'tir"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
"9 Haziran günü, yemin ederek resmen göreve başlamasından beri, Cumhurbaşkanının bakanlıklara kimi atadığı ve atananların nasıl bakanlık yapacağı tartışılıyor. Ancak geçen süre içinde görüldü ki, bakanlıklara kimlerin atanmasının, “ofisler” ve “kurulların” başına kimler getirilmesinin hiç bir kıymetiharbiyesi yoktur."diyen yazar, yazısının devamınd aşu ifadelere yer veriyor:
...***
Çünkü, Cumhurbaşkanı yargının bağımsızlığı ile ilgili az çok ne varsa oların tümünü üstüne aldıktan ve yasamanın yetkilerini de eline alıp Meclisi bir göstermelik konuma düşürdükten sonra şimdi de her gün birkaç kararname ile;
- TSK’de her rütbedeki atamalarından yüksek yargıdaki atamalara,- Bakanlıklara atanacak bürokratlardan elçiliklere yapılacak atamalara, valilere, kaymakamlara kadar idarecilere,- RTÜK, TRT, YÖK, THY, Türkiye Varlık Fonu, devlet bankaları, gibi kurumların yönetim ve denetimine,- Sendikaların, odaların, çeşitli meslek örgütlerinin emek örgütlerin denetlenmesine,- Kamu ile yapılan TİS’lerde ve Asgari Ücret Tespit Komisyonunda devletin nasıl yer alacağı,- Grevlerin artık sadece cumhurbaşkanının imzasıyla yasaklanması,- Resmi ve “sivil” az çok bir güce sahip kurumlar ve örgütlerin denetimine, grevlerin yasaklanmasına kadar her yetkiyi elinde toplayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözcüğün gerçek anlamıyla gerçek bir tek adam olacağını gösterdi.
Son bir-bir buçuk aydan beri, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin, merkezinde cumhurbaşkanının bulunduğu, etrafında “ofisler”, “kurullar” ve “bakanlar”ın olduğu bir “teşkilat yapısı”nın propagandası yapılıyor. Ama gerçekte, ortada bakanların oluşturduğu, ülke sorunlarını tartışıp kararlar alan bunların hayata geçirilmesi için devletin çeşitli kurumlarını harekete geçiren bir “hükümet” ya da “bakanlar kurulu” yoktur. Dahası “bakanların” ve, “ofisler” ve “kurullar”ın da hiçbir konuda kendi başlarına kararlar alması söz konusu değildir. “Ofisler” ve “kurullar“ "teknik çalışma” amaçlı olarak oluşturulurken, “bakanlar” da bakanlıklarıyla ilgili sorunları cumhurbaşkanına sunacak, ondan alacakları direktifleri doğrultusunda bakanlığın bürokrasisini harekete geçireceklerdir.