Ağustos 04, 2018 13:28 Europe/Istanbul

Cumhuriyet: 700 bin öğrenciyi açıkta bırakan skandalın perde arkası

Evrensel:

Erdoğan 100 günlük eylem planı açıkladı, 'yastık altı' çağrısı yaptı

Yeniçağ:

Akşener'den, hükümete dolar tepkisi

Yenişafak:

100 günde 400 proje

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Kemal Can, 3 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Kim kimi idare ediyor?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“ABD ile yaşanan Brunson krizi giderek daha karmaşık hale geliyor. ABD’nin yaptırımları uygulamaya başlamasıyla yeni bir aşamaya gelindi. Olayın arka planı, nasıl geliştiği ve nereye varacağı konusunda çeşitli yorumlar dile getiriliyor. Herkesin mutabık kaldığı, ikna olduğu bir hikâye yok henüz. Fakat hadisenin gidişatı, birilerinin özel olarak yaratılmış çözümsüzlüğe yatırım yaptığını düşündürecek işaretler taşıyor. Anlaşılan kısa olmayan bir süre ve etkileri hesapları aşabilecek bir mesele olarak gündemi işgal etmeye devam edecek. Bu bitse bile yenileri gelecek.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Olayın diplomatik, hukuki, siyasal, ekonomik veçheleri ve her birinin karmaşık detayları var. Bu yüzden olup bitenler sadece görünmeyen tarafları açısından değil, görünür yönleriyle de kolay tarif edilemiyor. Yeterince karmaşık olan bu meselede, en belirleyici olmasa da, etkisi azımsanmayacak bir de üslup faktörü öne çıkıyor. Aslında, benzer başka meselelerde ve uzunca bir süredir yaşanan pek çok hadisede, bildik bir iktidar algısının ve ideolojik saptırmanın yarattığı bu yönetim üslubunun izlerine rastlıyoruz.

Erdoğan’ın şahsında somutlanan ve yandaşları tarafından onun kişilik özelliklerine de bağlanarak “reisçilik” haline gelen bir eğilimce desteklenen bir üslup bu. Bazen kurnaz bir tacir gibi, bazen inatçı bir katılıkla, bazen diklenerek, bazen eğilerek ama daima sonuç alabileceğine inanılan bir üslup. Erdoğan’ın kendisinin de kuvvetle inandığı, yakın çevresini de giderek bu imana göre biçimlendirdiği bir ruh hali yönetiyor bu üslubu. Bu ruh hali, Londra’ya gidip finansçıları kendi tuhaf faiz politikasına ikna edebileceğini düşündüren sonuçsuz bir özgüven üretiyor.

Bu üslubun, onu besleyen ruh halinin ve etrafında oluşan destek çemberinin merkezindeki anahtar, “yönetebilme becerisi”. Zaman zaman zorlu rakiplerin karşısında “baş etme” haline dönüşen, kimi zaman küçümsenen düşmanlara “gücünü gösterme” kılığına bürünen, bazen fırsatçılık kokan pazarlıkçılıkla zuhur eden bir “idare edebilirlik”. “Ben hallederim”, “Reis üstesinden gelir” hali. İdeolojik çarpıtmalarla bezeli koyu bir hamasetle desteklenen “nizam verebilme”, “hizaya sokma”, “haddini bildirme” imalarının arkasında saklı yüksek bir “uyumlanma” becerisi ve pazarlık gücü iddiası.

…***

Faruk Çakır, 3 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, “OHAL’den önce, OHAL’den sonra”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Hiç kimse OHAL ya da sıkıyönetim halinin ‘olağan hal’den daha iyi olduğunu savunmamış, olağanüstü hallerden bir an önce ‘normal hal’e geçmek gerektiğini söylemişlerdir.Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamalarının anayasa ve kanunlara uygun bir yönetim şekli olduğu bellidir. Ancak bu durumun geçici olması ve mümkün olduğu kadar erken ‘olağan hal’e geçilmesi gerektiği de tartışılmazdır. Buna rağmen gerçekleri görmek  istemeyen bir kısım insanlar Türkiye’de ilân edilen OHAL’i iki yıl boyunca savundular.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

İhtiyaç halinde değil OHAL, sıkıyönetim hali de ilân edilebilir ve geçmişte edilmiştir. Fakat hiç kimse OHAL ya da sıkıyönetim halinin ‘olağan hal’den daha iyi olduğunu savunmamış, olağanüstü hallerden bir an önce ‘normal hal’e geçmek gerektiğini söylemişlerdir.

20 Temmuz 2016’da ilân edilen OHAL ise bazı taraftarlarca sonuna kadar savunulmuş, bütün dertlerin çaresi OHAL’da  görülmüştür. Bu noktada yaşanan çelişkiyi anlamak cidden zordu. OHAL’i ilân eden iktidar, bu halin çok kısa süreceğini  açıklamıştı. Hatta bazı bakanlar bu durumun 45 günde sona erebileceğini belirtmişlerdi. Türkiye şahit oldu ki 45 günde sona  ermesi beklenen OHAL iki yıl devam etti. Her uzatma tarihinde de OHAL’in ne kadar da iyi bir hal olduğu ve aslında bu halin vatandaşı değil, sadece ‘teröristleri’ etkilediği söylenip duruldu. Aradan 2 yıl geçti ve OHAL uygulaması sona erdi. Gerçi OHAL’in  gerçek anlamda sona erip ermediği dahi tartışmalıdır. Bazı sivil toplum kuruluşları OHAL’in ‘SOHAL’e döndüğünü, yani ‘Sürekli OHAL’ uygulanmasına geçildiğini iddia ediyorlar.

Şunu bir defa daha ifade etmek gerekir ki olağanüstü haller ne kadar uzun süre devam ederse Türkiye o nisbette maddî ve manevî zarar görmüştür. Devam eden OHAL sebebiyle ekonominin tahrip olduğu bugün çok daha net olarak görülmüyor mu? Hem OHAL iyi olmuş olsaydı 2 yıl sonra kaldırılır mıydı? Demek ki OHAL’i uygulayanlar da bu halin Türkiye’ye fayda getirmediğini idrak ettiler. Olağanüstü halin devam ettiği dönemlerde bazı kanun ve kuralların askıya alınması uzun dönemde milletin ve  Türkiye’nin menfaatine olmamıştır. Kısa dönemde faydalı gibi görünse de hak, hukuk ve adaletin askıya alınması kimseye bir fayda vermez ve vermemiştir.

Nitekim, 2 yıl boyunca OHAL’i savunan bazı sivil toplum kuruluşları da bu uygulama sona erdiğinde bu defa OHAL’in  ‘kötülüklerinden’ bahsetmeye başlamışlardır. Meselâ, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, “Olağanüstü Halin (OHAL) İki Yılı ve Sonrası” başlıklı analizinde, “gereksiz yere uzatılan OHAL’in devletin işleyiş yapısına kötü yönde etkileri olacağı için  kaldırılmasının doğru bir karar olduğu” belirtmiş. (AA, 1 Ağustos 2018)

OHAL’in devletin işleyiş yapısına kötü yönde etkileri olduğu ve olacağı bilindiğine göre ilk günden bu hale itiraz edilip uzatılmaması gerektiği ifade edilmeli değil miydi? OHAL’in 2 yıl sonra dahi olsa kaldırılması ‘doğru bir karar’ ise ki öyledir, 2 yıl devam etmesinin yanlış olduğu 2 yıl boyunca ilân edilmeli değil miydi?

Türkiye’nin uzun dönemdeki menfaati hak, hukuk ve adalet yoludur. Kısa dönemde idarecilere fayda sağlayacak diye haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe göz yummak doğru bir davranış olmaz. Hem iki yıl boyunca “OHAL kalksın” diyenler her türlü menfiliği lâyık görenler iki yıl sonra olsun bir vicdan azabı çekiyorlar mı?

…***

Esfender Korkmaz, 3 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, “CHP'ye demokrasi penceresinden bakmalıyız”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Yandaş medya ve yazarlar CHP'de her marjinal olayı abartarak, parti dağılacak diye yorumluyorlar. Dün CHP'li iki kişinin ''Kılıçdaroğlu dışarıdan talimat alıyor'' şeklindeki tartışmasını onlarca köşe yazarı aynı çizgide yorumladı.Her partiye dışarıdan telkinler olabilir. Her güç, siyasi partileri etkilemek ve kendi adamını genel başkan yapmak ister. CHP için böyle bir iddia ispata muhtaçtır. Baykal'a kurulan tuzağın aydınlığa kavuşması ancak bu konuda daha sağlıklı ve kesin yargıya ulaşmamızı sağlayacaktır.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor: 

…***

CHP'yi yorumlayanların olaylara yalnızca hizipçilik ve dedikodu açısından bakmalarının ve demokrasi boyutunu atlamalarının nedeni, onların içinde bulundukları biat kültürü ve ideolojik yandaşlıktır.Gerçekte ise CHP, diğer partilere göre daha demokratik bir partidir. Kısmen de olsa ön seçim yapıyor. Sık sık kurultay istenmesi de parti tabanının demokratik anlayışından ileri geliyor. Parti içinde de herkes düşündüğünü daha demokratik çizgide açıklıyor. Kaldı ki ülke ve demokrasi için doğru olanların, parti çıkarından önde tutulması her siyasinin ilk prensibi olmalıdır.AKP'de parti içi demokrasi yoktur. Kararlar tek kişiye aittir. Ses çıkaran tasfiye ediliyor. MHP ise daha da sert tepki veriyor. Bunun için İYİ Parti doğdu.Bu siyasi arenada CHP tabanının parti içi demokrasi talepleri tartışılıyor. AKP'nin otokrasi anlayışı tartışılmıyor. CHP 2015 Haziran seçimlerinde yüzde 25, 2015 Kasım seçimlerinde yüzde 25.31 oy almıştı. Haziran 2018 seçiminde ise yüzde 22.6 oranında oy aldı. Bu sonucun tabana izah edilmesi gerekir. Bunun için de istek olmadan kurultayın hemen toplanması gerekirdi.Dahası parti içi tam demokrasi sağlanana kadar bu çalkantı devam eder. Taban siyasi sürece katılırsa, seçim maliyetleri de tabana yayılır.