Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: AKP Meclis’te yeni kısıtlamalar peşinde
Evrensel:
Bilgen: Erdoğan, HDP'yi destekleyenleri tehdit ederek hedef şaşırtıyor
Yeniasya:
3 milyar ton gıda çöpe gidiyor
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Esfender Korkmaz 5 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, "Enflasyonda da panik"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Temmuz ayında Tüketici Fiyat Endeksi, aylık yüzde 0.55 ve yıllık 15.85 oranında arttı. Gıdada yıllık artış yüzde 18.89 ve ev eşyasında 20.32, ulaştırmada ise yüzde 24.21 oldu.Gıda, ev ve ulaştırma, düşük ve orta gelir grupları harcama sepetinin yüzde 90'ını oluşturuyor. Bu durumda düşük ve orta gelir gurupları için Temmuz ayı geçinme endeksi daha yüksek demektir."diyen yazar, yazısının devamınd aşu ifadeelre yer veriyor:
..***
Çekirdek enflasyon ve 12 aylık ortalama TÜFE oranı, enflasyon trendini belirler. Bu göstergelerin geçen seneden daha yüksek olması, TÜFE'nin artmaya devam edeceğini gösteriyor.
Temmuz ayında, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi ise aylık yüzde 1.77 ve yıllık yüzde 25.00 oranında arttı. Devletten irtifak hakkı yoluyla turizm tesisi yapmak için arsa ve arazi kiralayanlardan veya ecrimisil ödeyenlerden, Ağustos'a denk gelenlerin yıllık kirası yüzde 25 arttı. Bu artış turizm için önemli bir sorundur.
Öte yandan ara malı fiyatlarında yıllık artış yüzde 29.86 oldu. Enerjide genel fiyat seviyesinde artış yüzde 36.51 oldu. Üretimde maliyet artışı da, perakendeye yani TÜFE'ye yansımak zorundadır. Aksi halde firmalar iflas eder.
Nerden bakarsak bakalım enflasyon artıyor.
Enflasyonun tırmanmasında döviz kuru etkili oldu. Kur artışı üretime girdi olan ithal malların fiyatlarının artmasına neden oldu. Bu fiyat artışı üretim maliyetlerini artırdı.
Ancak suçu döviz kuruna, gıdaya atmak, hükümeti ve ekonomi yönetimini kurtarmaz. Temel sorun bugünkü siyasi iktidarın ekonomiyi kötü yönetmesidir.
Bugün, enflasyonu da dikkate alırsak, dolar kuru TL'ye göre yaklaşık yüzde 25 dolayında daha değerlidir. Madalyonun diğer yüzü, TL dolara karşı yüzde 25 daha düşük değerdedir. TL'nin düşük değerde olması, ara malı ve ham madde ithal fiyatlarını TL cinsinden artırdı. Bu artış da ithalata bağımlı olan üretim maliyetlerini artırdı.
2007 yılı sonuna MB Reel Kur Endeksine göre, bugünkünün tam tersi TL yüzde 28 oranında ve 2008 yılında ise yüzde 11 oranında daha değerli idi.
2007 ve 2008 örneği gösteriyor ki, kurların da enflasyonda etkisi var ve fakat asıl sorun enflasyonun kronik yapısıdır. Bu yapı temelde siyasi iktidarın ekonomiyi yanlış yönetmesinden ileri gelmiştir.
İktidar piyasayı tamamıyla başıbozuk bırakmıştır. 2012 yılına kadar sıcak para ve düşük kur serabına kapılmıştır. Piyasa anlayışı finans sektörü ile sınırlı kalmıştır. Devlet yönetimini de mali disiplinle sınırlı görmüştür. Kamuda ve özel sektörde etkinlik ve verimlilik kriterlerini göz ardı etmiştir. Tamamıyla popülizme yönelmiştir.
Son yıllarda ekonomiyi yönetme sorunu daha da tırmanarak, var olan koordinasyon sorunu tekelci yönetim olarak dizayn edilmiştir.
Enflasyon istikrarsızlık demektir. Enflasyon artışı belirsizliği ve kırılganlığı artırıyor. Bu artış, siyasi, sosyal ve hukuki alanda oluşmuş güven eksikliğini daha da ağırlaştırıyor.
Nereye kadar gider? Gitmez. Gitmeyeceği uluslararası göstergelerden çok net olarak anlaşılıyor.
...***
Necati Doğru, 5 Ağustos tarihli Sözcü gazetesinde, "Borçla millet bahçesi" başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Ekonomik savaşa girdik. ABD'den kopuyoruz. Çin'i arkamıza alıyoruz. Dolarları bozdurun. Yastık altından altınları çıkarın. Çin Yuanı'na bağlanın. Yerli ve milli savaşımızı, Çin'den gelecek yeni dış borçla vereceğiz. Kahrolsun ABD Doları. Yaşasın Çin Yuanı. Manifesto açıklandı: 1000 proje vardı, 400 projeye öncelik verildi. İlk 100 günde öncelikli olarak 400 proje Çin'den alınacak yeni dış borçların desteğiyle gerçekleşecek."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Borçla millet bahçesi. Borçla kıraathane. Borçla işsize para. Borçla Rus dana eti. Borçla Kanal İstanbul. Borçla üç katlı tünel. Borçla emekliye Kurban Bayramı ikramiyesi. Borçla ölü Emlak Bankası diriltme. Borçla kamu bankasından imar barışı kredisi ve borçla kamu bankası görev zararını örtme. Böyle uzayıp gider. Yaz, yaz! Liste bitmez.
100 Çin Yuanı alıyorsun. Milli duruşta özgüvenin artıyor! Oysa 6 sıfırı atılmış TL ile bile 100 ABD Doları almak için 500 TL'den fazla ödemek zorunda kalıyorsun, özgüvenin yıkılıyor! Satalım dolarları. Alalım yuanları. Milli ve yerli ekonomik savaşımıza omuz verelim. Çoğalsın millet bahçelerimiz ve müzelerden dönüşme kıraathanelerimiz. Müzeler, kek ile çayı bedava dağıtan kıraathanelere dönüştürülecek. Sanıyorum yani kuvvetle tahmin ediyorum; müzeden dönüşme kıraathane projelerimizde de, tıpkı köprü, otoyol, tüp geçit, hastane, havaalanları yapımında olduğu gibi, “devletten bir kuruş para” çıkmayacak. Beleş kek ve çay ikramlı kıraathaneleri, “yap-işlet-devret” adlı mucize finansman modeli ile AKP'li işadamları Çin'den yuan kredisi alarak yapacaklar. Bunun karşılığında devlet kıraathane işleticisine “beleş kek seven müşteri garantisi” verecek. Önümüzdeki yıl belediye seçimleri var, iktidar partisi “ müşteri garantili kıraathane projesiyle” oyları yine toplayacak Böylece! Çin Yuanı borçlanarak ekonomik savaşı kazanacağız.
…***
Kemal Can 5 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Göstermeye ihtiyaç yok, her şey zaten ortada"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Kendisine başkan denmesini isteyen Türkiye Cumhurbaşkanı, yapılan değişiklikle ülkenin demokrasi tarihinin en önemli aşamasına gelmiş olduğunu iddia ettiği ve yeminle bağlı olduğu anayasayı, evrensel yasal yükümlülükleri, siyasi etik kurallarını, hatta asgari insaf sınırlarını hiçe sayarak konuşmaya devam ediyor. Seçimden önce “istenmeyen şekilde” oy verecek olanlar başlarına gelecekler için uyarılmıştı, şimdi de verdikleri oy için hesap vermekle tehdit ediliyorlar."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadeelre yer veriyor:
...***Başka bütün faktörleri, şaibe iddialarını, eşitsiz koşulları, haksız düzenlemeleri, açık ihlalleri bir kenara bırakalım; bir ülkede, o ülkeyi yöneten kişi, bir seçmen kitlesinin -aslında tek bir seçmenin bile- verdiği oydan dolayı hesap vereceğini iddia ederse, öncelikle kendi pozisyonunu ve yürütmekte olduğu rejimi tarif etmiş olur. Ve tarif edilen şey, siyaseten, hukuken ve tarih önünde bütün destekçileriyle birlikte asıl hesap verilmesi gereken durumdur.
Hayat bazen kurgusal olandan daha şaşırtıcı olabiliyor. Erdoğan kendisine seçim kazandırdığını söylediği partili kadınların karşısında, yeni sistemde -sistem bu konuyla ilgili hiçbir düzenleme getirmemiş olsa da- fikir özgürlüğü sorunu olmayacağını söyledi. Kaderin cilvesi, bu sözler yayımlanırken, daha önce hakaret içermediği mahkeme kararı ile sabit olan bir karikatürü taşıdığı için tutuklanan ODTÜ’lü öğrencilerin iddianamesinin kabul edildiği haberi geldi. Yeni sistemde fikir özgürlüğünün artık sorun olmaması demek, hangi fikrin özgür olması gerektiğine ilişkin kararın kafa karıştırmayacak biçimde tek merkezden belirlenmesi demek.
En çok kazanan (veya kazandırılan) yüzde 10 ile, en az kazanan (veya verilen aza razı) yüzde 10’un memnuniyetinin devam etmesi, arada kalanların da yüzde 10’unun korku, yüzde 10’unun aidiyet, yüzde 10’unun da çaresizlikten teslim olduğu denklemin sürebileceği inancı değişmemiş görünüyor. “Kriz geliyor” korkusu, “krizin neden geldiği” bilgisiyle buluşmadan ve bu ilişki siyasileşmeden sonuç üretmiyor. Neyi değiştirmeye uğraştığı da, neyi korumaya çalıştığı da belirsiz muhalefet partileri de tabloyu tamamlıyor.