Ağustos 11, 2018 13:38 Europe/Istanbul

Cumhuriyet: Bakanlıklardan ABD'ye ek vergi tepkisi

Milli gazete:

Dolar için en kötü senaryo gerçekleşiyor

Yeniçağ:

Dolar 7 TL'ye dayandı

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Esfender Korkmaz, 10 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Kura neden müdahale edilmiyor?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Siyasi iktidar isteseydi döviz kurlarına müdahale ederdi. Merkez Bankası faizleri tekrar artırır, Rezerv Opsiyonu mekanizması kapsamında döviz imkan oranı üst sınırını daha da düşürebilirdi. Bir miktar döviz satabilirdi. Ayrıca Hükümet de istikrar programı hazırlayarak en azından niyetini gösterirdi.Bankalarda özel kişilere ait 120 milyar dolar civarında döviz tevdiat hesabı var. Kur arttığında birçok insan dövizini bozdururdu. Artık kimse bozdurmuyor. Çünkü güven yok.Hükümetin niyeti her gün daha iyi anlaşılıyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadeelre yer veriyor:  

…***

Seçim öncesinde cari açık sorununu çözeceklerini söylediler. Öğle görünüyor ki kur artışı ile cari açığı çözeceklerini düşünüyorlar.Bugünkü iktidar, kur artışı ile ithalatın azalacağını, ihracatın artacağını düşünüyor olabilir. Normal şartlarda bu doğrudur. Ne var ki Türkiye de üretimde yarı yarıya, ihracatta üçte iki oranında ithal girdi kullanılıyor.Eğer ithalat pahalı gelirse, bu pahalılık işletmeleri girdi olarak kullandıkları ara malı ve ham maddenin yurt içinden tedarik etmelerini  zorlar. Bir miktar ikame edilebilir. Ancak yeni yatırım olmayınca bu defa girdi arz eksiği olacak ve fiyatlar artacaktır.Doğrusu hükümetin bu çözümü bir geçiş süreci içinde yapmasıydı. Bunun için ithal ara malı ve ham madde sektörlerinde ithal ikamesi politikası uygulanacaktı. Yatırım teşvikleri birkaç yıl yalnızca bu alanlara verilecekti. Yılda 20 milyar dolardan daha fazla dış ticaret açığı verdiğimiz Çin'e karşı, incik boncuk, oyuncak, plastik eşya, bavul ithalatı için kota uygulanacaktı. Bizim Çin'e ihracatımız zaten yok seviyesindedir. Yerli ve yabancı yatırımlara mülkiyet güvencesi verilecekti. Gerektiğinde devlet de bu alanda geçici üretime girecekti.

İktisat politikaları iki tarafı kesen bıçak gibidir. Ters tarafının ne kadar kestiğini iyi hesaplamak gerekir.

…***

İhsan Çaralan, 10 Ağustos tarihli Evrensel gazetesinde, “‘Yerli ve milli’ afet!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Şiddetli sağanak son 50 yılın afetine dönüşüp sel oldu; Ordu ve ilçelerini bastı! Ordu’nun Ünye, Fatsa, Perşembe ilçelerin de ağır hasara yol açan sellerin Ünye’de Karadeniz Sahil Yolu’ndaki köprüyü çökertmesi sonucu sahil yolu trafiğe kapandı. Bölgede sellerin 8 köprüyü yıktığı belirtiliyor.Sel, mevsimlik fındık işçilerinin çadırlarını da bastı. 550 tarım işçisi tahliye edildi. Heyelan nedeniyle yaralananlar olduğu, sel nedeniyle mahsur kalanların iş makineleri ve helikopterlerle kurtarıldığı belirtiliyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Valilik, şiddetli yağış ve sellerin Ordu’da 550 bin dolayında vatandaşın hayatını etkilediği belirtiyor.

Orduyu vuran sellerden sonra, felaket yaşanmadan önce önlem alması gerekenler sahneye çıktılar ve  “geçmiş olsun” diyerek “devletimiz güçlüdür” kuyruğuna girdiler.

Devletin en yukarıdan ve klasik açıklaması İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan geldi: “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı açık ve nettir, hasarlarla ilgili tüm maddi kayıplar devletimiz, hükümetimiz tarafından karşılanacaktır!”

Bu vakaların son yıllarda daha da sıklaştığı bir gerçek. Geçmişte 10-20 yılda bir görülen “uç vakaların” giderek “normal” atmosferik vakalara dönüşmeye başladığı gözleniyor.

Bu ”uç atmosferik” olayların sıklaşmasını, bilim insanları ve meteorologlar “küresel ısınma” başlığı altında toplayıp, “dünyadaki iklim değişiminin sonuçları” olarak açıklıyorlar.

Bugün iktidarı elinde tutanlar ve onların medyası, bu afetleri “doğal afet” diye niteleyip, üstüne “takdiri ilahi” etiketini yapıştırarak, olup bitenin kendileriyle ilgisinin olmadığını öne sürüyorlar. Dahası, “devletimiz tüm zarar ziyanı karşılayacaktır” denilerek, sanki babalarının cebinden mal bağışlıyormuş gibi yukarıdan konuşarak vatandaşın “Allah sizi başımızdan eksik etmesin” demesini bekliyorlar.

Oysa asıl sorun; her ‘küresel ısınma’ gerçeği ve her “aşırı doğa olayı”nın insan eliyle bir afete dönüşmesidir.

Afetlerin kaçınılmazlığını, “takdir ilahi” gibi ya da sadece “küresel ısınmanın sonucu” olarak göstermek doğru değildir; çoğu zaman da gerçekle taban tabana zıttır!

Evet, “küresel ısınma” insanlığı tehdit eden bir gelişmedir ve iklim değişikliklerine yol açmakta, atmosferik olayların giderek daha çok “uçlara”(maksimuma) kaymasına yol açmaktadır. Ve “küresel ısınma” sorunu elbette, Türkiye’yi yönetenlerin ve arkasındaki egemen sınıfların marifeti de değildir.

Ama “küresel ısınma”nın bugünkü düzeyinde ülkeler bazındaki sonuçlarının ne kadar şiddetli olacağı o ülkeyi yöneten hükümetlerin politikalarıyla da yakından ilgilidir.

Bu yüzden de Ordu’daki afet ya da benzeri başka afetleri “Ne yapalım canım küresel ısınma belası var” diye açıklayamayız.

Çünkü “küresel ısınma” doğal olmayan, insan eliyle gerçekleşen, daha doğrusu dünyayı yağmalayan kapitalist sınıfın yarattğı “doğal olmayan bir doğal felaket”tir. Ordu’daki şiddetli sağanağın bir sel felaketine dönüşmesinde ise, “küresel ısınma”dan daha çok “yerli ve milli” nedenler vardır.

Ve bu nedenler, “yerel afetler”in yıkıcılığının ne olacağını belirleyecek kadar etkilidir. Ve eğer bilim ve teknolojinin gösterdiği gerçekler ışığında hareket edilse ve kapitalist firmalar yerine halkın çıkarlarını dikkate alan politikalar geliştirilseydi; ne Ordu’da ne de diğer kentlerde gerçekleşen “afetler”in boyutu bu ölçüde yıkıcı olacaktı.

…***

Murat Muratoğlu, 10 Ağustos tarihli Sözcü gazetesinde, “Korkma hepsi geçecek” başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Dolar kuru 5.45'i geçmişti, nereye gidiyor bu ekonomi diye düşünüyordum ki, Başkan'ın demeci, nasıl da rahatlattı içimi… Kendisi; “Makul süre içinde her şey düzelecek. Piyasalar rahatlayacak. Hiç korkmayın, hepsi geçecek” dedi. Aklıma Tarkan'ın; “gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak” şarkısı geldi. İçim ürperdi… Hani filmlerde olur ya, biri fena yaralanır, arkadaşı öleceğini biliyordur ve ağlamaklıdır… Son nefesini vermeden elini tutar; “Her şey düzelecek, hiç korkma hepsi geçecek” der. Tıpkı o sahne değil mi?”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Bu arada dolar 5.50'yi denedi… Egosu yüksek doktorların aileye kötü haberi vermesi gibi; ameliyat iyi geçti ama hasta kaybedildi! Canım olur o kadar kusur, geçecek hepsi… “Makul süre içinde!” düzelecekmiş! Mesela ne kadar bir süre? Altı ay mı, bir yıl mı, beş yıl mı? Sahi, nasıl düzelecek? Konyalı bilim adamları yeni bir şey mi keşfetti? Yüksek teknolojili üretime mi geçildi? Petrol mü fışkırdı? Altın mı çıktı? Yok hiç biri! Zira kafalar değişse bile yeterdi, onun için de geç kalındı.

 “Hiç korkma!” dedi. En son korkmadığımızda; dolara yatırım yapan yaya kalacaktı. Üç yıl önce kadardı. Dolar fiyatı 2.60'daydı… Artacak dedik, kimi çıktı özür dileyin dedi ekranları kırdı. Kimi köpük dedi, kimi algı yanılması… Şimdi dolar ikiye katladı üzerine 20 kuruş daha aldı. Nasıl düzelecek, ne gibi tedbirler alınacak, ne kadar kemer sıkılacak? Hiçbiri yok! Ben size söyleyeyim. Rahip falan hikâye… Bugün başlasak makul süre beş sene… Geçen hafta “100 günlük plan” açıklanmıştı. Tüketim devam edecek, dev projelere para ayrılacaktı. Mevcut şehir kütüphanelerinde çay-kek servisi başlayacaktı. Çin parası üzerinden tahvil ihracına çıkılacak, borç alınıp, İstanbul'a kanal açılacaktı. İki yanına da butik şehirler kurulacaktı. Ekonomi böyle

kurtulacaktı!

Yahu, Karadeniz'i sel vurmuş, Çevre ve Şehircilik Bakanı televizyonda İstanbul'a milyarlarca dolarlık kanal kazmayı anlatıyor. Aynı kafa hiç değişmiyor! Artık kanalın betonunun üzerine hafif zeytinyağı gezdiririz, kolay sindiririz. Yolları pide, köprüleri künefe niyetine yeriz. Gerisini zaten makul sürede hallederiz. Hiç korkma, hepsi geçecek!