Ağustos 12, 2018 12:16 Europe/Istanbul

Milli gazete: Saadet lideri Karamollaoğlu: İstişarede bereket vardır

Yenişafak:

İş dünyası umutlu

Evrensel:

CHP’li Ağbaba: Acı faturayı yine emekçiler ödeyecek

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Işık kansu, 11 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Kılıçdaroğlu’nun görevi”başlıklı yazısını okıuyucularla paylaşıyor.

“Sanki seçimi kazandı.Ne bir özeleştiri, ne bir sorgulama.İmzaları hesaplamış, yetmiyormuş, kurultaya gitmeyecekmiş… Sağcılara gösterdiği yakın ilgiyi, hoşgörüyü, saygıyı partisinin 500-600 delegesinden sakınıyor. Toplumda, özellikle genç kuşaklarda karşılığı yok. Umut, heyecan, gelecek inancı yaratmıyor, güven vermiyor.  Gücü olmadığından “Hodri meydan, kurultayı topluyorum, çıkın karşıma” da diyemiyor.  Karar vermiş, koltukçularıyla koltuğunda oturacak.  Yapamadıkları, yapamayacaklarının teminatı olduğu gün gibi ortada.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

CHP’ye patinaj yaptırma görevini üstlenmiş, gerisi vız geliyor. Sanatçı dostumuz Bedri Baykam’ın dediği gibi:“Halkın oy vermeye artık ne tıpış tıpış gidecek hali kaldı, ne şevkle, ne de Cumhuriyet endişesiyle...  CHP seçmenleri artık yorgun, sinirleri bozuk ve kendilerine reva görülen muameleyi kabul edecek halde değiller!”

Genel başkan “partiye genel başkan yetiştirmek” istemektedir. Henüz kendine benzer bir genel başkan yetiştiremediği için kurultay yapılmaması taraflısı olduğunu etrafına ciddi ciddi açıklar. Milletvekillerine “Gidin, kurultay için imza veren delegelerin imzalarını geri çektirin” der. Milletvekilleri illerine giderler. Kurultay için imza vermiş belediye başkanını bulurlar. “Biz seni seviyoruz, yarın öbür gün belediye başkan adaylığın sorun olabilir” derler. Belediye başkanı, “Ben siyasetle karnımı doyurmuyorum. Benim için belediye başkanlığı değil, ülkem ve partimin başarısı önemli” yanıtını verir.  Belediye başkanının imzasını çektiremeyen milletvekilleri, yeni bir belediye başkanı adayı bulmaya karar verirler. Adaylık önerisi götürdükleri biri, “Ben belediye başkan adayı olmam. Olursam da sizin partiden olmam” der. Çok sosyal, hem de demokrat yöntemlerdir bunlar, bir kurultay toplanmaması için.Gürsel Tekin, İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday oldu. İstanbul’un sorunlarını bildiğini, İstanbullu ile sürekli iletişim içinde olduğunu, kampanyasını kapsamlı götüreceğini söylüyor. Bunların hepsi çok güzel. Anlayamadığımız bir konu var: Madem Gürsel Tekin, belediye başkanlığına adaylığını koyacaktı, 24 Haziran’da niye milletvekili oldu? Belediye başkanlığını kazanamazsa kendini sağlama almak için mi, hizmet için mi?  Hizmet içinse, milletvekili olarak hizmetini Meclis’te verebilir, belediye başkanlığını da bir başka partili arkadaşına bırakabilir. CHP aday kıtlığı yaşamıyor herhalde.

…***

Faruk Çakır, 11 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, “Hamasetle nereye?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Ekonomi meselesinin kendisine has kuralları, kaideleri vardır. Çalışmadan yemek, üretmeden zengin olmak mümkün değil.En başta ekonomik anlamda hal ve gidişin iyi olmadığı aylar değil, yıllardan beri söyleniyordu. Ne var ki gerçekleri duymak istemeyen bir irade, bir idare söz konusu. Göstergelerden bir de döviz fiyatlarındaki hareketlilikti. Elbette döviz fiyatları tek  başına bir anlam ifade etmeyebilir, ama görmezden de gelinebilecek bir delil değildi.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Maalesef tahminlerin de üstünde artan döviz fiyatları ekonominin iyice ısındığını ve sıkıntının büyüdüğünü görmek istemeyenlere de göstermiş durumda. Buna rağmen işi oluruna bırakana, sanki her şey yolunda gibi davranan idareciler var. Daha da fenası, idarecileri ikaz etmesi gereken işin ehli bazı uzmanlar dostları olduklarını söyledikleri yöneticileri bugün bile yanıltmaya devam  ediyorlar. İsimlerini belirtmeye gerek yok, bazı ticaret ehli insanlar “Döviz fiyatlarının artması bizi ilgilendirmez. Biz ne  mücadelelerle, ne sıkıntılarla buralara geldik. Bu günler de aşılır. Bunlar hep dış mihrakların oyunu” anlamana gelen beyanlarda bulunmayı tercih ediyor.

Tabiî ki hiç kimse “Mahvolduk, öldük, bittik” demesin, ama sıkıntıları görmek de icap etmiyor mu? Türkiye’yi idare edenlerin dostu  olanlar, idarecileri iyi bir lisan ile ikaz etmek durumunda. “Böyle gitmez, dertleri, yaraları, sıkıntıları görün ve çare arayın” demek yerine “Sizin her yaptığınız doğrudur. Kimseyi dinlemeyin, devam edin” demek dostluk mudur?

Ekonomi meselesinin kendisine has kuralları, kaideleri vardır. Çalışmadan yemek, üretmeden zengin olmak mümkün değil. Türkiye’nin de üretmek yerine tüketmeyi tercih ettiği çok belli. İğneden ipliğe her şeyi dışardan hem de ‘borç para’ ile alan bir  memleketin sıkıntıya düşmemesi mümkün mü? Hem ekonomi sadece Türkiye’yi idare edenlerin bildiği bir mesele değil ki! Uluslar  arası kabul görmüş kaideler, ölçüler var. Bunları dikkate almadan, “Dediğim dedik, kararım karar” tavrı yeter mi? Diyelim ki bakanlar ya da üst düzeydeki danışman ve bürokratlar arasında çok başarılı olmuş ekonomi uzmanları vardır. Peki, danışman ya da bakan olmadığı halde yine de başarılı olan, dünyadaki ekonomik gidişatı iyi okuyan ekonomi uzmanları yok mu? Niçin bunlar hiç dikkate alınmaz? “Yangın var, bu yangını hemen söndürelim. Yoksa bütün mahalleyi yakabilir” diyen bir ‘itfaiye eri’ne “Sus, sen ne anlarsın?” denilebilir mi? Yılları bırakalım, aylardan beri “Bu gidişi iyi değil. Ekonomide dengeler bozuluyor. Köklü reformlar yapılsın. OHAL şartları sona ersin” diyenlere niçin kulak verilmedi? Yine ekseriyetin ittifak ettiği üzere mesele sadece ekonomi ile de sınırlı değildir. Ekonomideki bu sıkıntının temelinde hak, hukuk ve adalet eksikliği olduğunu dünya âlem biliyor ve görüyor. Keşke iddialı lâflar söyleyerek sıkıntıları aşmak mümkün olsaydı. Bazı  insaflı iktidar destekçileri mevcut krizi aşmak için en önce devletin ciddî bir tasarrufa gitmesi gerektiğini hatırlatıyorlar. Haklıdırlar. Türkiye büyük bir israf kuyusuna düşmüş vaziyette. Tepeden tırnağa kadar israf içindeyiz ve bu israf çarkı mutlaka kırılmak durumundadır. Peki idarecilerden böyle bir tavır, böyle bir anlayış, böyle bir niyet görüyor musunuz? Elbette devletteki  israf sona erse büyük bir iş yapılmış olur, ama bunun olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Çünkü yapılanları ‘israf’ olarak değil de  ‘itibar’ olarak gören yanlış bir anlayış var.

…***

Reşat Nuri Erol, 11 Ağustos tarihli Milli gazetede, “Türkiye enflasyon musibetinden nasıl kurtulur?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Türkiye’nin “dış borç sorunu” kadar bir de “enflasyon sorunu” ve sıkıntısı vardır.Türkiye “dış borç sorununun” yanında “enflasyon sorununa” da çare bulmalıdır.Enflasyonun kaynaklarını bu çalışmamızda detaylıca yazdık ama bu köşenin darlığı sebebiyle o detayları sadece ilk cümlelerle geçiştiriyorum. Ana sebep üretimin yapılmamasıdır.Türkiye’de üretim yapılmaz, herkes çalışmadan yaşamak ister.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Köylü senede belki üç-beş ay çalışır, diğer zamanlarda boştur, üretim yapamaz...İnsanlar uzun süre kırk yaşında emekli edilmişlerdir, çalışmadan yaşamaktadırlar...Okullar ve üniversiteler birer tembeller yuvasıdırlar, üretim yapmamaktadırlar...Okular tembeller yuvası, mezun olanlar bir de askere gitmeden bir iş tutamıyorlar...Bürokratlar ve bürokrasi sistemi de enflasyonun ana kaynaklarından biridir...Sadece bürokrasi musibetini biraz detaylandıralım. Bürokratlar iş yapmadan maaş almakla kalmıyorlar, bir de vatandaşlara zorluk çıkarmayı ülkeye hizmet zannediyorlar, iş yaptırmıyorlar; bundan dolayı bürokrasi enflasyonun ana kaynağıdır. Bürokrasi ülkeye hizmet için değil, memleketi geri bırakmak için oluşturulmuş bir teşkilattır. Bürokrasi yerine “Serbest Meslek İlkesi” getirilmelidir. Bu sebeplerle enflasyonu şimdilik durdurmak mümkün değildir. Bütün bunların yapılması için onyıllara, belki asırlara ihtiyaç vardır. Bu sebeple biz başka bir şey öneriyoruz.

Enflasyonist politikalar devam etsin ama enflasyonun kötü etkileri ortadan kaldırılsın.Bunun için de şu ilkeler kabul edilecektir. Tüm ödemeler enflasyonlu para ile yapılacaktır. Böylece enflasyonlu para geçerli olacak ve sistem çalışmaya devam edecektir. Ülkelerin “Merkez Bankaları” Sermaye’nin birer üyesi olarak oynayıp duracak, doları yükseltecek veya düşüreceklerdir.

Borçlanmalar ise Altın Senetleri üzerinden yapılacaktır. Sözleşmelerde TL ve Dolar geçse bile, yargı onu borçlanma tarihinde Altın Bonosuna çevirecek, ödenme tarihinde o kadar değerde nakit ödemeye karar verecektir.