Ağustos 15, 2018 13:47 Europe/Istanbul

Star: Türkiye'ye destek yağıyor, yaptırımlar gayri meşru

Yenişafak:

İşsizlik azaldı

Evrensel:

İşsizlik rakamları açıklandı; sayı 3 milyon 136 bin kişi!

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Mehmet Acet, 15 Ağustos tarihli Yenişafak gazetesinde, "Ekonomik saldırıya nasıl bir cevap verilebilir?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Dün sabah Türkiye ve Türkiye’ye yakın coğrafyalarda piyasalar açıldığında Türk Lirası’nın, dolar karşısında bir gün öncesine göre, yüzde 5 değer kazandığı görüldü.Oluşan tahribatı tamir edecek düzeyde olmasa da, yüzde 5’lik kazanım bile, güne nefes alarak başlamak için güzel bir haber niteliğindeydi.Tabii, ekonomik verileri anlık takip eden BDDK’dan üst düzey bir yetkilinin sözlerini de dikkate almak gerekiyordu:“Saat 16’00” ve sonrası da önemli” Sabah Londra borsasının açılışından sonra yaşanan hareketlilik, yaz ortasında denizden gelen meltem gibi hafifçe yüzümüzü okşayıp geçmişti ama ABD’de piyasaların açılış saatinden itibaren verilecek tepkiyi de beklemek önem taşıyordu."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

BDDK yetkilisinin dediğine kulak verip yazıyı 16.00 sonrasına erteledim.Açılış saatlerinde Atlantik ötesindeki piyasaların tepkisi de ölçülüydü.Dolarda gün içerisinde oluşan istikrar devam ediyordu.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın mutfağında görevi bulunan bir arkadaşımı aradım.“Çok şükür bugün daha iyiyiz” dedi.

Peki ya gerekçeler?

Muhatabım 3 tane temel gerekçe sıraladı.

1-Bu defa yalnız kalmadık. Avrupa, Rusya ve Çin, Türkiye’ye çekilen operasyondan rahatsız oldu, Türkiye’nin yanında yer aldı.

2-Merkez Bankası başta olmak üzere devletin ilgili kurumları, hafta sonundan itibaren soğukkanlı bir biçimde doğru adımlarla şokun atlatılmasına katkı sağladı.

3-İş dünyası da operasyonu gördü, doğru yerde pozisyon aldı.

Gün içerisinde SETA’nın organize ettiği sempozyumda konuşan Başkan Erdoğan, ekonomik veriler ile böyle bir tablo arasında ilişki kurmanın güçlüğüne vurgu yapan yeni cümleler sarf etti.

Şöyle dedi:

“Borçlarımızı tıkır tıkır ödediğimiz gibi, kamu borç stokunun ödemesi konusunda Avrupa’nın en iyisiyiz. Türkiye üretemez duruma mı düştü? Hayır. Hamdolsun ekonomimiz tıkır tıkır çalışıyor. İhracatta turizmde rekorlar kırdığımız dönemden geçiyoruz. Bir savaşa mı girdik? İşgale mi uğradık? Siyasi kaos mu yaşıyoruz? Hayır. Tam tersine kendi topraklarımızda da bölgede de huzurun, güvenin teminatı bir ülke durumundayız.”

Erdoğan’ın devam eden cümlelerinde de dikkat çektiği gibi meselenin bir siyasi, bir de ekonomik boyutu var.

Siyasi anlamda Türkiye’nin gösterdiği duruş, dünya alem tarafından izleniyor.

Saldırı Türkiye ekonomisine yapıldığına göre, bu saldırıya ekonomik anlamda nasıl bir karşılık verilmekte olduğu sorusu.

Erdoğan, işin bu kısmıyla ilgili, “Ekonominin gerektirdiği teknik tedbirleri aldık, alıyoruz. Hazine ve maliye bakanlığımız ile tüm ilgili kurumlarımız gece gündüz çalışıyorlar, çalışıyoruz. Biz de tüm süreci yakından takip ediyoruz” dedi.

...***

Arslan Bulut, 15 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Şok doktrini: Krizle rejim değiştirmek!"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Dolar krizinin sadece bir Amerikan saldırısı olarak yorumlanması, eleştirilere sebep oluyor. Bana da bu yönde eleştiriler geliyor.Bir eleştiride "Neden bir anda herkes 'AKP ne kadar yanlış yapmış olursa olsun arkasında durmalıyız' diyor. Amerika mı dedi 'al kredileri kendine 1400 odalı saray yap' diye? Neden istifa çağrısında bulunmuyorsunuz. Boks ringine çıktıysanız, bu rakip bana yumruk atıyor diye ağlanıp zırlanmaz. 'Ben neyi yanlış yaptım, neden gardımı almıyorum' diye düşünülür..." deniliyor."diyen yazar, yazısının devamınd aşu ifadelere yer veriyor:

...***

Oysa ben açıkça "Krizin sorumlusu Dolar değil, AKP iktidarının, 16 yıldır sıcak para ile durumu idare etmesi, ithalat-ihracat açığını kapatmaya dönük bir üretim ekonomisi kurmaması ve eroin bağımlısı gibi Dolar'a ihtiyaç duymasıdır. Sıcak para muslukları kesilince, Türkiye ekonomisi bir defa daha karaya oturmuştur." diye yazdım.

Fakat sıcak para musluklarını da bir kesen var değil mi?

Emre Kongar ise Cumhuriyet'teki yazısında "Kriz kimin işine yarıyor?" diye sordu ve şu önemli değerlendirmeyi yaptı:

"2007 yılından beri yaşadığımız siyasal ve ekonomik şok ve krizler, Erdoğan/AKP iktidarının işine yaradı...

Aslında ABD, 1929 buhranından beri Kongar'ın atıfta bulunduğu "şok doktrini" ile yönetiliyor. Türkiye'de "Amerikan Merkez Bankası" diye tanıtılan Federal Reserv, 1910 yılında Ceykıl adalarında bir araya gelen dönemin Yahudi zenginlerinin kurduğu özel bir bankadır. 1907, 1920 ve1929 buhranlarını da bu zenginler meydana getirdi. Borsa oyunlarıyla birinci krizde 5400 bankayı iflas ettirdiler. 1929 buhranında ise Federal Reserv yöneticilerinin sahip olduğu bankalar dışında, Amerikan işadamlarının oluşturduğu bütün bankalar ve bütün Amerikan ekonomisi çökertildi. Tarım arazileri de dahil ABD'deki bütün servet, Federal Reserv sahiplerinin eline geçti. Ondan sonra da Amerikan devletini, bu bankaya borçlandırmaya başladılar. Federal Reserv sahipleri, daha sonra bütün dünya ekonomisi ve siyasetine ağırlık koydu. Bilindiği gibi Türkiye'de de bankaların, büyük şirketlerin ve toprakların mülkiyeti de benzer krizlerden sonra değişti!

...***

Kazım Güleçyüz, 15 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, " Döviz krizinin arkaplanı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bir anda patlak verip hiç beklenmedik boyutlara tırmanan döviz krizi, gerek yargıda, gerek iç ve dış politikada hukuk ve demokrasi kriterlerinden uzaklaşmanın yol açtığı iç içe geçmiş yanlışların ekonomideki yansıması.20 Temmuz OHAL sürecinde yargının “derin müdahale” ve yönlendirmelerle iyice rayından çıkarılması içeride birçok masumun canını yaktığı gibi, istihbarat takibine takılan yabancılar üzerinden dış ilişkilerimizde de ciddî gerilimler üretti."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadeler eyer veriyor:

...***

Rahip Brunson ve Deniz Yücel, bu gerilimlerin odağında yer alan isimlerden en çok bilinenler. Büyükada operasyonunda derdest edilip bilâhare çoğu bırakılan insan hakları aktivistleri de listede.

Bunların dışında kamuoyuna yansımadığı için bilinmeyen, el altı pazarlıklar sonucu sessiz sedasız bırakılan veya hâlâ içeride tutulan başka isimler de var.

Bırakılmayanların takas için veya rehine olarak elde tutulduğu intibaı ise hem hukuk ve yargı noktasında zaten olan kuşkuları güçlendiriyor, hem uluslararası itibarı sarsıyor, hem gerilimleri tetikliyor.

Göz göre göre gelip tribünlere yönelik rest ve hamasî çıkışlarla tırmandırılan gerginlikler ilişkilerde çok yönlü tahribat ve hasara yol açarken, sorunları daha fazla büyütmeden çözmeye yönelik ortak akıl platformları ile sessiz diplomasi kanallarının devredışı bırakılması, demokrasiden uzaklaşmanın getirdiği olumsuzluklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bu konuda da bypass edilen parlamentonun işlevsiz bırakılması ve tek ses haline getirilip aynı manşetlerle çıkan medyanın demokratik denetim fonksiyonundan tümüyle uzaklaştırılmış olması da.

Aynı şey STK’lar için de söz konusu.

En garibi, ekonomik krizden en çok zarar görecek olan iş dünyasının, kendisini yakından ilgilendiren bu kritik ve hayatî gelişmeler karşısındaki suskunluğu.

Ve iyiniyetli eleştirilerin bile “ihanet” damgası yediği böyle bir ortamda susturulan, sindirilen, korkutulan bir toplumun, iktidar cenahı tarafından tırmandırılan “şimdi de yedi düvele karşı ekonomik savaş” söylemleri eşliğinde saf tutmaya zorlanması.