Türkiye'den köşe yazarları
Yenişafak: Erdoğan'dan yeni kararname
Evrensel:
Bedelli için 357 bin 350 kişi müracaatta bulundu
Cumhuriyet:
AKP'de prosedür kongresi
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Abdulkadir Selvi, 19 Ağustos tarihli Hürriyet gazetesinde, "Trump’ın ruhu dolaşıyordu"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" CUMHURBAŞKANI Erdoğan, 21 Mayıs’ta yeniden AK Parti Genel Başkanlığı’na seçildiği kongrede, “metal yorgunluğu”ndan söz etmişti. AK Parti’de değişim ilk olarak bazı belediye başkanlarının istifasıyla başladı. Milletvekillerinin yüzde 48’i, Bakanlar Kurulu’nun ise yüzde 76’sı değişti. Değişim AK Parti kongresine de damgasını vurdu. Parti yönetiminde değişim oranı yüzde 58 oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine ile parti yönetimi arasına kalın bir çizgi çekti. Mevcut bakanları parti yönetimine almadı, parti yönetimini eski bakanlarla tahkim etti."diyen yazar, yazısının devamınd aşu ifadelere yer veriyor:
...***
Trump’ın Erdoğan’ı hedef aldığı bir dönemde yapılan kongrede partililer yoğun katılımla, pankartlar ve sloganlarla Erdoğan’ın yanında oldukları mesajını verdiler.
ABD ya da Trump da demedi ama Erdoğan’ın mesajlarının hedefinde Trump vardı. Kongre salonunda ise Trump’ın ruhu dolaşıyordu.
Erdoğan, Trump’a yönelik adrese teslim mesajlar verdi. “Biz soysuzlara zağarlık yapmak yerine meydan okuyoruz” dedi. “Birileri bizi ekonomiyle, yatırımla, kurla, dövizle, faizle, enflasyonla tehdit ediyor. Biz de diyoruz ki ‘Oyununuzu gördük ve meydan okuyoruz’ diye seslendi.
Erdoğan, “Zahirde bize stratejik ortak gibi gözüküp de attığı her adımla bizi stratejik hedef haline getirmeye çalışanlara teslim olmadık, olmayacağız” dedi. Cumhurbaşkanı, stratejik hedef tabirini ilk kez kullandı. Daha önce, stratejik ortaklığı ön plana çıkarırdı.
Konuşmada bir de olmayanlar vardı. Yeniden canlanan AB’ye ilişkin mesaj vermedi. Hakeza AK Parti’nin 24 Haziran seçimlerinde aldığı yüzde 42 oyun üzerinde durmadı.
Erdoğan’ın konuşmasında İslami referanslar da güçlüydü. Sezai Karakoç’un, “Kaderin üstünde bir kader vardır” şiirinden dizeler okuması, Hz. Ali’nin “Haksızlıklar karşısında eğilmeyin” sözünü hatırlatması dikkat çekiciydi.
...***
Esfender Korkmaz, 19 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, "Bir gecede nasıl yoksullaştık"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
"Doların 7 liraya çıkıp, sonrada 6 liranın altına düşmesini, bazı yetkililerin piyasa ekonomisinde bir işleyiş olarak yorumladıkları anlaşılıyor. Piyasa ekonomisi; "yatırım, üretim ve dağıtım ile ilgili kararların arz ve talebe dayalı olduğu, mal ve hizmet fiyatlarının serbest fiyat sistemi içinde belirlendiği ekonomidir.'' Ancak piyasanın kendi halinde bırakılması piyasa anarşisi doğuruyor. Zira sermaye karını maksimize etmek için, tekelleşme, kartelleşme ve spekülasyon yapma eğilimindedir. Bu nedenle devletin asıl işi , gerektiğinde piyasaya müdahale etmek ve rekabet kurallarını çalıştırmaktır. Bizim Anayasamızda da Devlete bu görev verilmiştir."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bu nedenle eğer dövizde bir spekülatif hareket oluyorsa, bunun suçunu spekülatörlere, iç ve dış güçlere atmak yanlıştır. Eğer bizim bilmediğimiz tersine bir müdahale yoksa, bu sorun devletin işlevsiz kalmasından kaynaklanan bir sorundur. Hükümet edenlerin kur politikası, faiz politikası, bütçe politikası ve devlet anlayışlarındaki yanlışlar spekülasyona izin vermiştir.
Spekülasyon bir kısım insanların spekülatif kar elde etmesini, buna karşılık diğerlerinin aynı oranda kayıp vermesine neden olur.
Kur hareketinde iki türlü sorun var; Birisi TL'nin düşük değerde olması, diğeri de bir gecede kur artışından yüksek para kazananlar ve kaybedenlerdir.
TL dolara göre yüzde 40 daha düşük reel değerdedir. TL/ dolar kurunun 3.80 dolayında olması gerekir. Dolar 6 lira ise, 2.20 lira daha pahalı demektir. Kamu kesiminin 142 milyar dolar dış borcu var. TL bu değerde kaldığı sürece, kamunun TL olarak dış borç karşılığına bu günkü değerle 312 milyar ilave yük geldi demektir. Bu fark bütçeden yani halkın vergileri ile ödeneceği için, sonuçta yük topluma yayılmış oluyor.
Özel sektörün 217.3 milyar dolar döviz pozisyon açığı var. Kazancı TL olduğu için bu kesimin TL karşılığı dış borç yükü de, TL'nin düşük değerde kalması halinde yüzde 40 artmıştır.
Dünyada yap- işlet - devret modeline göre özel sektöre yaptırılan kamu altyapı yatırımlarında, risk özel sektöre aittir. Bizde ise rasyonel hiçbir esasa dayanmayan, risk paylaşımı söz konusudur. Devlet talep garantisi vermiş ve özel sektörün dış borçlarına kefil olmuştur. Üstelik Türkiye de dolarla talep garantisi vermiştir.
2005 - 2017 Kamu özel İşbirliği projeleri yatırım tutarı 48 milyar dolardır.. Bu yatırımdan beklenen gelirlerin bu günkü değeri, yani sözleşme değeri 115 milyar dolardır. Bunlar içinde çoğunluğu risk paylaşım yöntemiyle yapılmıştır. Kalkınma Bakanlığı kayıtlarında bu ayırım proje sayısı olarak yapılıyor ve fakat maalesef yatırım değeri olarak yapılmıyor.
Devletin riski paylaşması nedeniyle:
Yatırım pahalıya çıkmıştır. Devlet borç alarak bu yatırım yapsaydı , yüzde 15 kar payı ödemeyecekti ve bu nedenle yatırım 7.2 milyar dolar daha ucuza çıkacaktı..
Doları bir gecede 7 liraya çıkarıp o gün dövizini bozduranlar yüksek spekülatif karlar elde ettiler. Muhtemeldir ki bu karlarla şimdi zora düşecek şirketleri satın alacaklardır. Söz gelimi bir bankanın 100 olan hisse senedi şimdi 40' geriledi. Hisselerini kim toplar, bakmak gerekir.
...***
Faruk Çakır, 19 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, " Reform zor, ama şart"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
"Ülkemizde sıkıntılar sayılırken çare olarak ‘Mutlaka reform yapılması gerekir’ diyenler ekseriyettedir.Reformdan maksat da daha iyi, daha güzel, daha doğru yönde ilerlemek olarak anlaşılmalı. Yoksa sadece yenilik ya da değişiklik olsun diye reform yapılmaz."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Meselâ, 12 Eylül 1980 darbesinin millete zorla kabul ettirdiği “1982 Anayasası”ndan kurtulmak gerektiği ve yeni bir anayasanın şart olduğu hep konuşulur. Burada maksat, hazırlanacak yeni ve sivil anayasanın 1982 darbe anayasasından daha iyi, daha demokrat, daha adil olmasıdır. Yoksa “1982 Anayasası değişsin de ne olursa olsun” düşüncesi doğru değildir. Kötü yönde atılacak adımların ‘reform’ diye millete sunulması sadece yanıltmaktan ibarettir.
Türkiye ekonomisindeki son gelişmelerin ele alındığı bir toplantıda konuşan Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, gerçek olmasını istemeyecekleri bir döviz hareketliliği yaşadıklarını belirterek benzincideki numaratörde artan hızdaki rakamlar gibi dolardaki artışa şahitlik ettiklerini ifade etmiş. Yorgancılar, “Bezi ithal edilen kundaktaki bebekten, gübresini ithal alan çiftçimize kadar herkesi ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız. Yani, ‘dolarla işim yok’ ya da ‘Ayşe Teyze’nin dolarla işi olmaz’, demek söz konusu değildir. Ama kuşkusuz en çok da biz sanayicileri, üreten kesimi bu durum olumsuz etkilemekte. Aslında sorunun kaynağı da, çözümün kendisi de bir cümlede gizli. 100 birim ihracatımızın 60 birimi ithalattan kaynaklanıyor. Üretmek için önce ithalat yapıp, sonra da işlemden geçirdikten sonra satıyoruz. Çok ciddî bir politika değişikliğine ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Farkındayız, ama bir türlü tam olarak direksiyonu bu yöne kıvıramıyoruz. Kıvırıyormuş gibi yaptığımız bir anda bir bakıyoruz ki, ithalatın cazibesine kapılmış gidiyoruz. (...) Dünya yıkıcı bir dönüşüm içerisinde iken biz, geleneksel hale gelmiş enflasyon, cari açık, kur artışları gibi sorunlarla boğuşuyoruz. Ve treni kaçırmak üzereyiz. Bir sanayici olarak, ülkemizin maddî ve manevî kazanımlarımızın erime riski ile karşı karşıya olmasından ve hâlâ aynı meseleleri konuşuyor olmaktan büyük üzüntü duymaktayım” şeklinde konuşmuş. (DHA, 16 Ağustos 2018)
Türkiye’yi idare edenlerin de itiraz edemeyeceği bu gerçek tablo karşısında ‘iyi yönde reform’ adımları atılması gerektiği inkâr edilebilir mi? Kundaktaki çocuğun bezini ithal eden bir ülke dünya devletleriyle rekabet edebilir mi? Gübresini ithal eden çiftçi, tam makineleşmiş ve kendisine rakip olan diğer ülkelerin çiftçisiyle rekabet edebilir mi? İhracatının yüzde 60’ının ithalata bağlı olduğu bir sanayici, başka ülkelerin ‘sanayi devleri’yle rekabet edebilir mi?