Eylül 16, 2018 05:55 Europe/Istanbul

20. yüzyılı inkılapların yüzyılı şeklinde adlandırabiliriz. Bu yüzyılın en büyük devrimi, 1917 Rusya devrimiydi ve daha sonraki devrimler de bir biri ardı sıra Çin, Küba, İran ve Nikaragua gibi ülkelerde yaşandı. Ancak bu devrimlerin arasında hiç kuşkusuz en önemli ve eşsiz devrim, 1979 yılında İran’da gerçekleşen İslam inkılabıydı.

İran İslam inkılabı 2500 yıllık saltanat ve kraliyet düzenini yıkmakla beraber sosyal bilimlerde ve uluslararası ilişkilerde de o güne kadar yaygın olan teorilerin sınanması bakımından ciddi bir arena oldu.

Gerçekte İslam inkılabı sadece bir rejimin siyasi, iktisadi ve sosyal yapısını değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda sosyal bilimlerin ve uluslararası ilişkilerin de temellerini sarstı ve başka ülkelerde sosyal hareketlere ve özellikle Müslümanların arasında kurtuluş hareketleri için ibret kaynağı olmakla beraber, sosyal bilimler ve uluslararası ilişkiler teorisyenlerinin ilgisini de çekmeye başladı.

 

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei 1995 yılında bir Cuma namazı hutbesinde İran İslam inkılabının istisna bir inkılap olduğunu belirterek şöyle buyurdu: İran İslam inkılabı hakikaten istisna bir inkılaptı.  Bu inkılap başka inkılaplardan farklıydı. Bu farklılık hem bu inkılabın nasıl oluştuğu ve hem halk kitlelerini harekete geçirme saiklerinde göze çarpıyor.

 

Bugün İran İslam inkılabı üzerinden yaklaşık kırk yıl geçiyor ve İran İslam Cumhuriyeti nizamı kırkıncı zafer yıldönümüne yaklaşıyor. Bu inkılap bir çok açıdan özel ve ayrıca etkileyici bir inkılap sayılır.

İran İslam inkılabını dünyanın diğer büyük inkılaplarından ayırt eden en önemli özelliklerinden biri bu inkılabın şekillenme sürecinde süper güçlere asla yer vermemesidir. Bilindiği üzere süper güçler İran’da son 150 yılda İran’ın  siyasetini yöneten odaklar oldu. Süper güçler kendi aralarında imzaladıkları anlaşmalarla İran’ı paylaşıyordu.

 

1907 anlaşmasında Rusya ve İngiltere, İran’ı üç bölgeye böldü. Bu anlaşma söz konusu anlaşmaların en önemli olanlarından biriydi.

1919 yılında İran ve İngiltere arasında imzalanan anlaşma İran’ın tüm mali ve askeri teşkilatlarını ingilizlerin kontrolüne veriyor ve yine İran demiryollarının imtiyazını da ingilizlere veriyordu. Bu anlaşma da İran’ı Batı sultası altına iten bir başka anlaşmaydı.

 

Buna karşın Batılı devletlerin İran’ın içişlerine müdahalelerinin doruk noktası, 1953 askeri darbesiydi. Bu darbe Amerika ve İngiltere’nin planı ve yönetilmesi ile gerçekleşti ve Muhammed Musaddık’ın yasal yönetimini devirdi. Darbeden sonra Amerika İran’da en önemli aktör haline geldi ve her şeyi kendi kontrolü altına aldı. Amerika devleti şah rejimine çok yönlü destek verdi ve kapitülasyon yasası gibi sömürücü yasaları dayatarak İran’da siyaset alanının baş aktörü oldu ve maddi çıkarlarını da İran’ın petrol gelirlerinden temin ediyordu.

 

Amerika’nın İran’daki son büyükelçisi William H. Salivan, İran’da görev adlı kitabında Amerika’nın İran’daki varlığı hakkında şöyle diyor: İran ve Amerika ilişkileri hakkında iki konu her şeyden daha ziyade kafamı kurcalıyordu. İlk mesele bizim İran’daki faaliyetimiz ve İran’a askeri silah ve teçhizat satış programıydı. Bizim askeri müsteşarlarımız İran’da, Amerika’nın genel politikası İran’a sınırsız silah ve askeri teçhizat satmak olduğu bir sırada ve 1970’li yılların başından itibaren çalışmaya başlamıştı. O günlerde bizim askeri heyetimiz  daha çok İran için silah alımı memuru olarak rol ifa ediyordu. Bu işin yönteme şöyleydi ki İranlı yetkililer silah siparişlerini Amerikalı müsteşarlarla danışarak düzenliyor ve Amerikalı askeri heyet bu silahları satın alıp İran’a teslim ediyordu. Bu silahların paraları da İran’ın artan petrol gelirleri karşısında önemli bir rakam sayılmıyordu.

 

Yervand Abrahamian da İran iki inkılap arasında adlı kitabında İran ile ABD ilişkilerinden Pehlevi döneminde özel ilişkiler şeklinde yad ediyor. Fransa’nın 1789 devrimi ve Rusya’nın 1917 devrimi , bu iki ülkede yönetimler hiç bir dış destek olmaksızın kırılgan yönetimlerdi. Ancak İran’da şah hükümeti, başta ABD olmak üzere dış güçlerin çok yönlü desteklerinden yararlanıyordu. Buna karşın İran İslam inkılabı Şubat 1979 tarihinde gerçekleşti.

Bu şartlarda İran İslam inkılabı, büyük güçlerin saltanat rejimini desteklediği halde gerçekleştiği gibi, Doğu ve Batı bloklarına da karşı çıktı. O günlerde sovyetler birliği ve ABD liderliğindeki Doğu ve Batı bloku dünyaya hakim oldukları ve bu iki kutup tüm bölgesel ve küresel siyasi, iktisadi ve ideolojik alanlarında istila etmiş olmalarına karşın İran’ın inkılapçı liderleri ne Doğu ne Batı sloganını dış politikalarında gündeme getirdiler ve bu politikayı ilan ederek uluslararası düzenin iki süper gücüne karşı çıktı.

 

Böylece İran’da istiklal, İslam inkılabının eksen sloganlarından biri oldu, zira İslam inkılabı esasen bağımsız bir hareketti ve dünyanın tüm kanaat önderleri ve elik kesimlerinin ilgisini çekmişti. Nitekim şu istiklal meselesi başlı başına başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin İran İslam Cumhuriyeti nizamına karşı düşmanlıklarını hatta kırk yılın ardından sürmelerine sebebiyet verdi. İstiklal, İran dünyada jeopolitik ve jeo stratejik bakımlardan eşsiz bir konuma sahip olduğu bir sırada İran’ı İslam inkılabından önce ve sonra başkalarından ayırt eden en önemli özelliğiydi.

İran İslam inkılabını başka inkılaplardan şekillenme biçimi bakımından ayırt eden bir başka özelliği, inkılabın liderliğiydi. İran İslam inkılabını nliderliği, alimlerin elindeydi, fakat uzmanlar ve politikacılar o günlerde bu kesimin düşünceleri, sosyal, siyasi ve anlaki özellikleri hakkında pek fazla bilgisi yoktu. Bu arada İmam Humeyni’nin -ks- liderliği İran’da İslam inkılabını zafere götürmek için önemli bir etkendi. İran inkılabının lideri, dini merci olma görevini yürüten karizmatik bir şahsiyetti. İran milleti çok yönlü bir kişiliği olan bir lidere kavuşmuştu, yani siyasi olmakla beraber mezhebi ve ahlaki şahsiyeti de güçlü olan bir liderdi.

 

Bu konuda Yervand Abrahamian şöyle yazıyor: iki etken Ayetullah Humeyni’nin belirleyici rolünü ve geniş çapta sevilmesini aydınlatabilir. İlk etken, İmam Humeyni’nin başta sade yaşamı olmak üzere özel kişiliği ve şeytan sıfatlı zalimlerle uzlaşmamasıdır. Siyaset adamları refah içinde yaşayan bir ülkede Ayetullah Humeyni sade bir yaşam sürdürüyor ve halk kitleleri gibi pek maddi refahı bulunmuyordu. Siyasi liderleri bin bir yüzlü ve akrabalarına öncelik verme özellikleri düzelmeyen insanlar olduğu bir ülkede Ayetullah Humeyni onlarla her türlü uzlaşmayı kesin reddetti ve eğer kendi evlatları bile idam cezasını hakedecek bir suç işleyecek olursa, onları bile infaz edeceğini savunuyordu. Ayetullah Humeyni büyük ilahi insanlar gibi zahiri güç değil manevi güç peşindeydi.

 

Abrahamian şöyle devam ediyor:

Ayetullah Humeyni’nin seçkin konumunu belirleyen ikinci etken, karizmatik kişiliği ve özellikle siyasi ve sosyal geniş güçleri liderlik etmesidir. Ayetullah Humeyni rejimi eleştirirken, tüm halk kesimlerinin hoşnutsuzluğuna yol açan konuların üzerinde duruyordu, örneğin Batı’ya verilen tavizler, İsrail ile gizli ve dolaylı bağlar, silaha yatırılan beyhude paralar, devlet büyükleri arasında fesat, tarım sektöründe durgunluk ve kargaşa, fakirlerle zenginlerin arasında derinleşen uçurum gibi durumlara vurgu yapıyordu. Böylece Ayetullah Humeyni halkın genel hoşnutsuzluklarını güçlü bir şekilde dile getirerek halk kitlelerinin desteğini kazandı.

 

İran İslam inkılabını başka inkılaplardan şekillenme biçimi bakımından ayırt eden bir başka özelliği, dünyaya hükümetten yeni bir model sunmasıydı. İran İslam inkılabının zaferinden önce dünya iki Doğu ve Batı bloklarına bölünmüş ve liberal demokrasi ve komünist yönetim biçimleri olmak üzere iki modelle yönetiliyordu. Bu iki blokun başında sovyetler birliği ve ABD yer alıyor ve başka ülkeler de bu iki blokun altında bulunuyordu. Hatta bağlantısızlar hareketinin kurulması bile bu harekete üye ülkeleri Doğu ve Batı bloklarının etkisinden kurtaramadı.

 

İran, İslam inkılabı zafere kavuşmadan önce ABD liderliğindeki Batı blokunun altında yer alıyordu. Ancak İslam inkılabının zafere kavuşması bu durumu değiştirdi ve İslam Cumhuriyeti adında yeni bir hükümet modelini gündeme getirdi. Hükümetin bu yeni şekli dünyada yeni bir hükümet modeli oldu, hatta 2011 yılında Arap inkılapları sırasında da değişim yaşayan bu ülkeler için bir model olarak gündeme geldi.

 

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei de İslam inkılabının bu özeliğini, bu inkılabı dünyanın diğer büyük inkılaplarından  ayırt eden önemli bir özelliği olduğunu belirterek bir Cuma namazı hutbesinde şöyle dedi:

İslam inkılabından önce dünya uzun yıllar iki hükümet biçimini benimsemişti. Bunlardan biri Batı demokrasileri ve diğeri de komünist hükümetlerdi. Eski dönemlerde istibdatla hükmeden krallar vardı, bunların kanunu yoktu, kanunlarını kendileri belirliyordu ve ancak kendi iradeleri topluma hakimdi. Bu hükümet bağlamında gerici bir yöntemdi. Gerçi günümüzde bile aynı yöntemle yönetilen hükümetler var, fakat farklı şekillerde ve farklı adların altında yönetiliyorlar. İnkılaptan önce kendi ülkemiz de bu yöntemle yönetiliyordu. Dünya ülkeleri bu tür istibdat yönetimlerden kurtulduktan sonra iki çeşit hükümeti tecrübe etmeye başladı. Biri Batılı demokrasilerdi ki Batılı ülkelerde ve uydu ülkelerinde yaygındır. Biri de komünist hükümetlerdi ki kendilerine işçi hükümeti diyordu, ama başında işçiler değil de, zenginler ve eşraf yer alıyordu. Bunlar da Batılı hükümetlerden pek farklı değildi.