Türkiye’den Köşe yazarları
Ender İmrek, Evrensel gazetesinde, “Bahar, diyalog, müzakere ve çözüm”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Davutoğlu’nun söylediği sözün altı boştu. O bir şey önermiş değildi. Bir çözüm yolu ve arayışı yoktu. Karşılığı olmayan bir cümle kurmuştu. “Silahları bıraksınlar, sınır dışına çıksınlar” diyerek devasa bir sorunun çözümüne ilişkin bir önermede bulunmamıştı. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan zaman kaybetmeden çıkıp “Hayır olmaz” dedi. “Ne demek müzakere, ne demek görüşme...” diyerek hiddetlendi.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bir daha hatırlatmakta yarar var; Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde “PKK Mayıs 2013’e dönerse her şey konuşulur” demişti. Oysa Mayıs 2013 koşullarını ortadan kaldıran, iyi kötü etrafında bir araya gelinmiş olan masayı tekmeleyerek deviren taraf AKP Hükümetiydi. İşin asıl nedeni de Kürt hareketinin Erdoğan’ın kayıtsız koşulsuz başkan olma hesabına evet dememesiydi.
Erdoğan, Kürt hareketinin onun başkanlık sistemine evet demeyeceğini anladığı an başka bir plan devreye sokmuş oldu. Bu plana savaş planı da denilebilir. Seçim süreci bunun başlangıcı oldu. HDP’nin yüzde 13 oy alarak 80 milletvekili ile parlamentoya girmesi onu hepten kızdırmış oldu. Üstelik bu oyları alan HDP seçim sloganı olarak ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ı seçmişti. Bu slogan öyle etki yaratmıştı ki, HDP’li olmayan önemli bir topluluk oylarını HDP’ye vererek, Erdoğan’ın başkanlık hesabının bozulmasını istemişti.
Erdoğan 7 Haziran seçim sonucunu ta baştan kabul etmedi. Seçimi yok saymak, yeni ama mutlaka kendisini başkanlığa da taşıyacak koşulları yaratacak bir ortam için düğmeye bastı. Hiç zaman kaybetmedi. Hemen o akşam hesabını yaptı ve oyunu sahneye koydu.
Ne yazık ki Türkiye, “Gerekirse o kentler boşaltılıp, uzaktan imha edilebilir” diyen bir cumhurbaşkanı ile yönetiliyor. Silopi sokakları tank ve top paletleri altındadır. 24 saat içinde 8 insan katledildi. 2 yaşında bir bebek, 14 yaşında bir çocuk, 70 ve 75 yaşlarındaki yaşlılar öldürülüyor. Nusaybin’de önceki gün 6 kişi yaşamını yitirdi. Her gün asker cenazeleri, polis cenazeleri taşınıyor. Saray ve AKP politikaları kan ve göz yaşı akıtıyor.
Ancak yaşanan bunca katliama, acıya ve göz yaşına rağmen Kürt halkı ve Türkiye’nin eşitlik, barış, özgürlük ve kardeşlik isteyen halkları Saray ve AKP politikaları karşısında sinmemiştir. Halk teslim olmuş değildir. Kürt halkı ve demokrasi güçleri yeni mücadele ve çözüm arayışındadır. Kürt halkı ve Türkiye’nin barış ve demokrasi güçleri bilmektedir ki, Saray ve AKP politikaları savaş ve yıkımdan, açlık ve sefaletten başka hiç bir şey getirmiyor, getirmeyecek. Bu politikaların esas hedefi günümüzde Kürt halkının mücadelesi olmakla birlikte, Batı’da yaşananlar kapsamlı bir politik hesabın sonucudur. Artık CHP’ye bile tahammül edilemeyen bir yerdeyiz! Gazeteciler, aydınlar, yazarlar, akademisyenler tutuklanmaya devam ediyor. Bolu’da bir öğrenci evine yapılan baskında iki öğrenci ‘terörist’ denerek öldürüldü. Saray’a ve AKP’ye karşı duran, eleştiren, söz söyleyen, demokratik hak kullanmaya girişen herkesi ‘terörist’ kapsamında değerlendiriyorlar. Yasalar düzenleniyor. Onları vatandaşlıktan da çıkarıp, varsa bir evi ona da el koyacaklar. Diyarbakır Milletvekili Ensarioğlu’nun dediği gibi “Nasılsa yasama, yürütme, yargı bizim elimizde, istediğimizi yaparız.”
…***
Mine Alpay Gün, Milli gazetede, “Çocuk istismarları”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Her işimizi kavga ile görür hale geldik.Şiddet dili, atışma, sen ben çatışması, biz daha iyiyiz nakaratları ortalığa hâkim.Ali Dayı’nın keçilerinin aynı köprü üzerinde karşılaşıp da, “ Ben geçeceğim, hayır ben geçeceğim” kavgası gibi ilkel bir kapışmaya kapılıp gitmekteyiz.Çok önemli milli acılarda, toplumsal yaralarda, sarsıcı sorunlarda bile acımıza yanmıyor, birbirimizin gözünü oymaya fırsat yakalamaya çalışmaktayız. Çocuk istismarı bütün dünyanın gündeminde şu anda.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Eğitimciler animasyonlar, bilgi notları, çizgi filmlerle; artış gösteren bu sorun hakkında önlemler almaya çalışmaktalar.
Bizde de her geçen gün bu kötü haberleri duymaktayız. Ne var ki haberin yaygınlaşması ile sanki olaylar daha fazla artmakta.
Bir ara Batman’da intihar eden kızlar vardı, haberler yayınlandıkça arkası kesilmemişti intiharların. Ne yazık ki sosyal medyanın fütursuzca kullanımı, “sınırsız özgürlük” adı altında “sonsuz kölelik” ile cinsel suçlarda artmalar, kriminal dosyalarda kabarmalar gözlenmekte.Ortada büyük bir sorun var, bunu nasıl aşacağımıza çözümler üretmek, çocuklar için güvenli yarınlar inşa etmek, suça götüren amilleri bertaraf etmek yerine gözümüz hasmımızın üzerinde.
Ensar Vakfı’ndaki çirkin olayın zanlısı değil vakıf hemen okkanın altına atılabilmekte, zira geçmişte de ünlü sol yazarın oğlunun açtığı matematik kampında benzer tacizler yaşanmış, o vakıf da yeterince örselenmişti.
Şunu kabul etmiyoruz ki hasta ruhlu insanlar her kesimin arasından çıkabilir, herkes melekler kadar saf ve temiz yaratılmadığına göre dünya denen imtihan pistinde pirincin taşları fark edilecektir.
Hemen kendi ideolojimizin fedaileri olarak mağdurları unutup, etrafa laf yetiştirmeye koşmaktayız.
Oysa enternasyonal bir sorun olan çocuk istismarında; gelişmiş ülkeler toplumun ıslahı için, çocukların mağdur, suça eğilimli insanların zanlı olmaması için çareler düşünmekte, önlemler almakta.
aileler, eğitimciler, hekimler, sosyal bilimciler, din adamları projeler geliştirip çocukların korunması, toplumun ıslahı için neler yapılabilir konuşacağımıza; Ali Dayı’nın keçileri gibi birbirlerine inatla yol vermemek, anlaşamamak, suçlamak kimilerine daha kolay gelmekte herhalde.
Sen şöyle dedin, yok sen bunu dedin değil; ortada bir bataklık var ve bunu kurutmazsak, çanlar herkes için aynı anda, aynı ürkütücülükte çalacaktır.
Teknolojinin böyle insafsızca intikam almasına karşın çareler üretilip, “Namahreme bakma” diyen öğreti manevi eğitim olarak bebeklikten itibaren insanlara verilmelidir. Zira mağdur ebeveyni olmak kadar büyük acıdır, zanlı ailesi olmak.
…***
Ahmet Gürsoy, Yeniçağ gazetesinde, “Kimlik bilgileri çalmak operasyon olmasın?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“50 milyonun kimlik bilgilerinin çalınmasıyla, Türkiye'de rejim değiştirmek amacıyla sandık sonuçlarını etkileme arasında bir ilişki var mı? Korelasyona bakacağız..Asıl önemli olan soru bu... Hep birlikte yüksek sesle düşünmemiz ve meraklanmamız lazım.50 milyonun kimlik bilgileri çalındı mı? Çaldırıldı mı? Bilinçli bir operasyon mu, gerçek bir olay mı?"Bu da ne demek şimdi" diyeceksiniz.Valla kardeşim Türkiye burası.Yeni olaylara gebe. Kafalarda devlet, toplum, rejim ve gelecek hesapları var.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Toplum mühendisliğinin, algı operasyonlarının, bitmek tükenmek bilmeyen entrikaların döndüğü bir ülkedeyiz...Daha yeni...Çok taze bir haber çıktı gazetelerde. TEOG sınavlarının sonuçlarıyla oynamışlar, soruları çalmışlar... Eski soruların aynısını sormuşlar... Sınavlardan kendilerine uygun sonuç çıkmasını sağlamışlar...Edep, haya, hak, hukuk yok...Ortaokul çocuklarının hakkını bile çaldıklarına göre, benim de şüphelenmem normal olmalı...Bunları yapan adamlar ve zihniyet, 50 milyon kişinin kimlik bilgilerini de çalar, sonra, muhalefet milletvekillerinin söylediği gibi seçim sonuçlarını değiştirecek operasyonları başlatır.Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın yaşanan krizin siyasi partileri olumsuz etkileyeceğini söyleyerek seçmen listelerine ulaşamayacaklarını söylemesi, ister istemez çağrışımlar yaptırıyor...Siyasi partiler seçmen listelerine ulaşamazsa, seçmen kontrol ve denetimi ortadan kalmış demektir. Bu durumda birilerinin seçmen listelerini farklı güncellemeyeceğine kim garanti verebilir?Hiç kimse...Yani?Yani muhalefet milletvekillerinin şüphesi gerçek olur?Nedir o şüphe?O şüphe, "Suriyelilerin oy kullanıp kullanmadığını nereden bileceğiz" sorusudur.Sadece bu da değil... Aynı zamanda seçmen güvenliği tehlikeye girmekle kalmaz, seçim sonuçlarını birileri istediği biçime sokabilir.
50 milyon kişinin kimlik bilgileri, olası referandum sonuçlarına yansırsa bilin ki kimliklerin çalınması rejim değiştirmeye giden yolda sonuç almaya yönelik bir operasyondur. Ve "millet kazandı" denildiğinde aslında kayıp etmiş olacaktır.