Aralık 14, 2018 16:39 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde Tahran üniversitesi siyasal bilimler hocası Ali Mirsepasi’nin İran İslam İnkılabı hakkındaki görüşlerini gözden geçirmek istiyoruz.

Dr. Ali Mirsepasi Tahran üniversitesinin siyasi bilimler hocasıdır. Mirsepasi sosyoloji üzerine doktora derecesini Amerika üniversitelerinden aldı.

Dr. Mirsepasi’nin düşünce yapısı sosyoloji üzerine inşa edilmiştir. Hali hazırda Dr. Mirsepasi, New York üniversitesinde Gallatin departmanında Ortadoğu etüdü ve sosyoloji hocası olarak görev yapıyor. Bu departman özel olarak başta İranlı modernite olmak üzere İran meseleleri ile ilgileniyor. Dr. Mirsepasi ayrıca 2007 ila 2009 yılları arasında da Amerika’nın ünlü Carnegey düşünce kurumunda araştırmacı olarak çalıştı.

Dr. Mirsepasi’nin araştırmaları genellikle modernite tezleri tarihi, din sosyolojisi ve özellikle İslam ve modernitenin uyumu üzerinde odaklanıyor. Dr. Mirsepasi’nin çok sayıda kitabı da bulunuyor. Bu kitaplara “İranlı moderniteye kısa bir bakış; İran’da modernizasyon siyaseti ve aydınlık söylemleri üzerine”, “siyasi İslam; İran ve aydınlık, umut ve hüsran tezleri” ve “modern İran’da demokrasi” adlı eserleri örnek verebiliriz. Bu eserler İran’ın bilimsel camiasında büyük ilgi ile karşılandı.

 

Dr. Mirsepasi ayrıca bir kaç önemli ödülün de sahibidir. Dr. Mirsepasi 2001 yılında İranlı en iyi araştırmacı seçildi ve Tahran üniversitesi fahri hocası oldu.

Dr. Mirsepasi’nin “İranlı moderniteye kısa bir bakış,...” adlı eseri 2000 yılında Cambridge üniversitesinde basıldı ve 2001 yılında en iyi kültürel araştırma ödülünü kazandı. Bu kitapta İran’da modernite süreci ele alınıyor ve modernitenin aslında Batı’dan İran’a girdiğini belirtiyor. Ve ilginçtir ki modernite Batı dünyasında engebel bir tarihi geride bırakarak bir kaç asırlık bir sürenin sonunda gerçekleşmişti, fakat Safevilerden sonra siyasi çöküş sürecine giren İranlılar Gacarlar döneminin ortalarında modernite ile karşılaştılar ve geri kalmışlıklarını telafi etmek için modernitenin hızla gerçekleşmesi için çeşitli reçeteleri uygulamaya başladılar.

Dr. Mirsepasi, İran ile ilgili tezleri, İran İslam İnkılabının dini mahiyetinden etkilenen teorisyenlerden biri sayılır. Dr. Mirsepasi İran İslam inkılabı hakkında özel bir bakışı gündeme getiriyor ve bu inkılabı, sekülerizmin bu inkılabın gerçekleşmesi üzerindeki etkisi açısından ele alıyor.

Dr. Mirsepasi İran İslam Cumhuriyeti hakkında yaptığı değerlendirmede, bu inkılap çağımızda seküler siyasetin krize girdiğini gösteren bir dönüm noktasını bize gösterdiğini belirtiyor. Bir başka ifade ile Mirsepasi de diğer bir çok inkılap teorisyenleri ve İran meseleleri uzmanları gibi İran İslam İnkılabının vuku bulması İran milletinin Pehlevi rejiminin gözetlediği ve halkı İslamî ve şii kültüründen koparmakla sonuçlanan moderniteye karşı kesin tavrı ve muhalefetinin ürünü olduğunu savunuyor.

Dr. Mirsepasi’ye göre İran devleti 1960’lı ve 1970’li yıllarda İran toplumunu iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda yenileme ve batılılaştırma yolunu izlemeye başladı, fakat bu davranış İran toplumunda kendi kültürü ile yabancılaşmaya ve kutuplaşmaya yol açtı ve aynı zamanda İran şahının siyasi istibdadını değiştirmediği gibi, bilakis bu istibdadı takviye etti. Mirsepasi, İran şayının yenileme politikaları kentleşme sürecini, eşitsizliği, yoksulluğu ve diğer sosyal sorunları arttırdığını ve ayrıca halkın bilinçlenmesine ve itiraz etmeye başlamasına sebebiyet verdiğini belirtiyor.

Dr. Mirsepasi İranlı moderniteye kısa bir bakış; İran’da modernizasyon siyaseti ve aydınlık söylemleri üzerine” adlı eserinin “sekülerizm krizi ve İslamî ayaklanma” başlıklı üçüncü bölümünde şah rejiminin İran toplumunu sekülerize etme konusuna işaret ediyor.

Mirsepasi, birinci ve ikinci Pehlevi şahları dönemlerinde modernitenin benimsenmesi ve halkın dini ve geleneksel isteklerinin umursanmaması ve Pehlevilerin halkı hızlı bir şekilde modernleştirmek üzere şiddete başvurmaları ve moderniteyi yukarıdan dayatma siyaseti söz konusu olduğunu, fakat bu politikalar uzun vadede, halkın ve aydınların yeniden dine ve geleneklere geri dönüşünden başka bir sonucu olmadığını vurguluyor.

 

New York üniversitesinin İranlı hocası Dr. Mirsepasi, eserinin üçüncü bölümünde ayrıca neden İran’da sekülerizm çıkmaza girdiği ve sonunda da İslam inkılabının vuku bulması ve İslam Cumhuriyeti nizamı kurulduğu gibi önemli bir soruyu gündeme getiriyor.

Gerçekte Mirsepasi, İran’da sekülerizm İran milleti tarafından olumlu karşılanmadığı gibi, bu millet tarafından geri itildiğini ve böylece çıkmaza girdiğini savunuyor. Mirsepasi İran’da sekülerizmin neden çıkmaza girdiği sorusunun cevabında İran toplumunun dini mahiyeti ve ayrıca İslamî modelin İran’da Batı yandaşı modernite modelinden daha üstün olduğuna işaret ediyor.

Dr. Mirsepasi seküler söylemin zayıflaması ile birlikte siyasi İslam ve İslamî kurumlar ve liderleri bu fırsatı değerlendirerek İran milletini seferber ettiklerini belirtiyor. Mirsepasi, bu hareketin lideri, kendilerine yabancılaşan İran milletine yeni bir kimlik ve sosyal vahdet ve güçlü olma duygusunu kazandıran halkçı siyasi bir ideolojiyi sunduğunu vurguluyor.

Dr. Mirsepasi’ye göre sekülerizmin siyasi söylemi ve taraftarları İslamî siyasi söylem ve taraftarlarına karşı koyabilecek güçten yoksundu ve bu yüzden marjinalleştiler ve İslamî söylem bu meydandan galip çıktı.

Mirsepasi’ye göre İslamî kültür ve ideoloji, İslam inkılabının zaferinde önemli rol ifa etti ve bu yüzden bu konuyu gözetmeksizin İslam inkılabını anlamak ve beyan etmek mümkün değildir. Ancak mevcut inkılap tezleri bu konuya pek fazla değinmemiştir.

Dr. Mirsepasi’ye göre, dini akımlardan başka, hatta bazı seküler düşünce akımları da Pehlevi rejiminin gözetlediği yenileme sürecine karşı çıktılar.

Mirsepasi, Pehlevi yöneticilerin gözetlediği yenileme, iki seküler ve İslamî düşünce akımının şah rejimi ile muhalefet etmelerine yol açtı ve zamanla şianın siyasallaşması ve İmam Humeyni -ks- önderliği ile birlikte İslamî siyasi söylem seküler siyasi söyleme galip geldiğini kaydediyor.

Mirsepasi, şianın siyasi kültürünün gelişmesi ve halkın sorunlarının tek çaresi olarak İslamî siyaseti benimsemesi, İslamî söylemi hakim söyleme çevirdiğini belirtiyor.

Dr. Mirsepasi’nin tezinde yer alan bir başka önemli konu, dini aydınların ve önerlerin İran’da sekülerizmi çıkmasa sürüklemeleri ve halkı Pehlevi rejiminin gözetlediği yenileme sürecinden sağ salim çıkarmalarında ifa ettikleri rolüdür.

Dr. Mirsepasi, muhafazakar, liberal ve radikal aydınların İran’da sekülerizmin yenilgiye uğraması ve İslam inkılabının vuku bulmasında önemli rol ifa ettiklerini savunuyor. Mirsepasi, Pehlevi rejimi döneminde üç İslamî düşünce akımından söz ediyor. Bunlar din eksenli akım, liberal eğilimli akım ve radikal eğilimli akımdan oluşuyor.

Buna karşın Dr. Mirsepasi, siyasi söylemin İslamî söylemin lehine eğişmesinde her üç akımın rol ifa ettiklerini itiraf etmekle beraber İmam Humeyni’nin -ks- özel rolüne vurgu yapıyor ve dini aydınların arasında da en çok Ayetullah Murtaza Mutahhari ve Dr. Ali Şeriati’nin rolünü seçkin niteliyor.

Ancak bun karşın Dr. Mirsepasi, özel olarak Pehlevi rejiminin gözetlediği sekülerizmin hezimete uğramasında İmam Humeyni’nin -ks- özel önderlik rolüne işaret ediyor ve bu etkenin İslam inkılabı ve İran İslam Cumhuriyeti nizamının şekillenmesinde önemli etken olduğunun altını çiziyor.

Bu arada Dr. Mirsepasi’nin görüşlerine önemli eleştiriler yöneltiliyor ki en önemlilerinden biri şu ki, Mirsepasi şah rejimi ve casusluk örgütü Savak’ın hiç bir zaman din adamlarını ciddi bir tehdit olarak görmediklerini gündeme getiriyor. Oysa Pehlevi rejimi başta İmam Humeyni -ks- olmak üzere din adamlarının halkı seferber etmekte ciddi tehdit oluşturduklarını farkederek, yine İmam Humeyni -ks- başta olmak üzere din adamlarına karşı en sert biçimde davranmıştı. Nitekim Muhammed Rıza Pehlevi’nin 37 yıllık iktidar yıllarında din adamlarına çeşitli evrelerde sert tepkilere şahit oluyoruz.

Ayetulallah Burucerdi hş. Ferverdin 1340’te vefat ettikten sonra şah, dini merciliği İran’dan Irak’a taşımak istedi. O dönemde şah rejimi resmen din adamlarına muhalefet etmeye başladı. Muhammed Rıza Pehlevi İran’da güçlü bir din adamı kesimi bulunmasını istemiyordu. Bu yüzden başta İran’daki din adamları olmak üzere ulemanın her türlü muhalefeti ya hakaret ya da baskı ile karşılık buluyordu.

İmam Humeyni -ks- ömrünün 15 yılını ikinci Pehlevi döneminde hapiste veya sürgünde geçirdi. Din adamlarına karşı bu tür davranışları, ikinci Pehlevi şahının başta İmam Humeyni -ks- olmak üzere din adamlarının halkı onun iktidarına karşı seferber edebileceği tehdidini çok ciddiya aldığını gösteriyordu. Ancak şah uygun tedbir almak yerine din adamlarını bastırma yolunu tutmuştu.

Etiketler