İslam inkılabının zaferinden kırk yıl sonra İran - 12
Bugünkü sohbetimizde ve geçen bölümlerin devamında düşmanların İran İslam Cumhuriyeti nizamı ile düşmanlığının köklerini irdelemeye devam etmek istiyoruz.
İran’da İslam inkılabı zafere kavuşarak İran İslam Cumhuriyeti nizamı Amerikalı devlet adamlarının elini İran üzerinden kesince, ABD devlet adamları ister demokrat ister cumhuriyetçi, defalarca İran’a karşı tehdit edebiyatını kullandı.
Öte yandan Amerika’da Donald Trump 2016 yılında başkanlık seçimlerini kazandıktan sonra, Trump döneminde Amerika’nın İran karşıtı davranışlarında ne gibi değişikliklerin yaşanacağı ve Trump’ın davranışları Rigan, Bush veya Obama’nın davranışlarına kıyasla ne gibi değişiklikleri olacağı veya Trump’ın iktidarın başına geçmesinden sonra Amerika’nın İran ile düşmanlık süreci yeni bir yörüngeye girip girmeyeceği gibi sorular tartışılmaya başladı.
Fransız sosyolog ve ABD meseleleri uzmanı Mary Sesilnav, Başkan Trump’ın davranışları ve kişiliği hakkında şöyle diyor:
ABD Başkanı Donald Trump İran ile yüzleşerek Ortadoğu bölgesinde dengeleri jeo politik değişiklik hedefi için değil de, daha çok iktisadi hedeflere ulaşmak için bozmak istiyor, ki bu da kişisel zihniyeti ve psikolojisi ile örtüşüyor.
Gerçek şu ki, bölgenin şimdiki şartları ve Trump gibi bir fenomenin ortaya çıkması, hepsi Amerikalı devlet adamlarının şom mirasıdır. Bu arada Trump’la ABD’nin eski başkanları arasında davranış mahiyetinde pek fazla bir farklılık olmadığı belirtilmelidir. Gerçi Trump seleflerine nazaran daha deneyimsiz görünüyor ve esasen siyasi akıl ve daha genelde siyasetten hiç bir şey bilmiyor. Ancak Trump ve takımı Amerika ve dünyada neler olup bittiğini gerçekten anlayana kadar dünyada hem ABD hem başka ülkeler için bedeli çok ağır olan beklenmedik gelişmeler yaşanabilir.
Amerikalı yetkililer ister geçmişte, ister şimdiki dönemde İran İslam Cumhuriyeti’ne darbe indirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar, ancak kim İran milletine el uzattıysa hiç kuşkusuz kendisi zararlı çıkacağını da bilmeleri gerekir. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei bu bağlamda şöyle diyor: ister düşmanlar, ister ihlaslı dostlar, ister bazen yürekleri titreyen dostlar, herkes şunu bilmelidir ki İran İslam Cumhuriyeti nizamı güçlü ve tam iktidarla ayaktadır ve düşmanlar İran milletine tokat atamaz, bilakis bu milletten tokat yer.
Amerika devleti İran İslam Cumhuriyeti devletinin kapasitelerini ve gücünü çok iyi bilmektedir ve tek başına İran’a karşı hiç şansı olmadığının da bilincindedir. Bu yüzden Washington yönetimi bölgede ve dünyada başka ülkelerin arasında İran’a karşı küresel bir konsensüs sağlamaya ve sonuçta kendisine meşruiyet kazanmaya çalışıyor.
Bu doğrultuda bölgede Arabistan’ın uydusu olan Bahreyn gibi bazı gerici emirlikler de ABD’nin İran karşıtı iddialarına eşlik ederek kendilerinin konumlarını pekiştirebileceklerini zannediyor. Gerçi Amerika da bölgedeki bazı Arap rejimler ve korsan İsrail ile birlikte İran karşıtı bir ittifak kurma üzerinde özel hesap açtığı da belirtilmelidir.
Arab News sitesi ise geçenlerde bu konuda şöyle yazdı: Gerçi Washington yönetimi İran nizamına karşı küresel bir ittifak kurmak istiyor, ancak ABD Dışişleri Bakanlığı İran nizamına karşı böyle bir küresel ittifak kurmak istemediğini, ama bu ittifaktan İran milletinin yanında yararlanmak istediğini iddia ediyor.
Arap News, ABD Başkanı Trump’ın Bercam nükleer anlaşmasından çekildikten sonra ulaşmak istediği amacı, Tahran’a daha derin kısıtlamaları öngören yeni bir anlaşma yapmaktan ibaret olduğunu belirtti.
Amerika’nın bölgesel müttefikleri ise yeni şartları kendileri için bir fırsat olarak görüyor. Zira bu rejimler ancak bölge dışı odakların bölgede çıkardıkları krizlerden beslenerek ayakta kalabileceklerini çok iyi biliyor.
Amerika ise hedeflerine ulaşmak için her türlü aracı kullanmayı mübah görüyor. Ancak beyaz sarayın ciddi kaygılarından biri, AB troykasını oluşturan Fransa, Almanya ve Britanya’nın yanı sıra Rusya ve Çin’in Amerika’nın Bercam nükleer anlaşmasından çekilmesini sert bir şekilde eleştirmeleri ve Trump’ın isteklerine karşı direnmeleridir.
Öte yandan bebek katili eli kanlı İsrail rejiminin Trump’ın politikalarına destek vermesi, Washington için önemlidir. Amerika yönetimi bu tür destekleri bölgesel ittifakların kuruluş zemini ve Trump döneminde daha yüksek sesle ifade edilen ABD stratejilerinin bir parçası olarak görüyor.
Gerçi beyaz saraya bu süreçte yalnız değildir ve siyonist rejim elebaşılarının itiraf ettiği üzere onlar Washington’un yanında İran karşıtı üç cephede faaliyet yürütüyorlar.
Amerika yönetiminin uygulamaları bölgede kriz ve çatışma çıkarmaya yöneliktir ve bu politikaya bölgede destek veren kim olursa olsun, bölgede kriz çıkarmak için zemin hazırlıyor demektir.
Son onyıllarda Amerika devletinin siyonist rejime ve bölgede bazı despot ve baskıcı rejimlere destek vermesi bir yandan bölgede sürekli savaşların yaşanmasına ve öbür yandan da terör gibi şom bir fenomenin yayılmasına yol açmıştır. Gerçekte bölgede Amerika ve dostları uluslararası terörün kurucuları ve baş hamileridir, fakat sonuçta hatta Amerikalı vatandaşlar bile Amerika içinde ve dışında bu şom afetten etkilenmiştir. Oysa Amerika’nın bu politikayı sürdürmesi tarihi bir stratejik hatadır ve hem bölge ve hem dünya için bedeli ağır olan sonuçları olmuştur.
Amerika Başkanı Donald Trump seleflerine kıyasla İran’a karşı daha agresif bir politika izliyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo geçenlerde California eyaletinde Rigan kütüphanesinde yaptığı İran karşıtı konuşmada beyaz sarayın Amerika içinde, bölgede ve uluslararası alanda eğilimlerinde siyasi, askeri ve sosyal açılardan köklü değişiklikler yaptığını açıkça ortaya koydu. Amerika devleti İran İslam Cumhuriyeti devletinin kapasitelerini ve gücünü çok iyi bilmektedir ve tek başına İran’a karşı hiç şansı olmadığının da bilincindedir. Bu yüzden Washington yönetimi bölgede ve dünyada başka ülkelerin arasında İran’a karşı küresel bir konsensüs sağlamaya ve sonuçta kendisine meşruiyet kazanmaya çalışıyor.
Çin’in South China Morning Post haber ajansı yayımladığı raporda şu ifadelere yer veriyor:
Amerika devletinde bazı yetkililer dolaylı bir şekilde Irak ve Suriye’de IŞİD karşıtı ittifaka benzer muhtemel bir ittifaktan söz etmiştir. Gerçi bazı uzmanlar bu tür bir ittifakı kurmanın ABD devletinin daimi programı olduğunu belirtiyor.
Amerika yönetimi İran’ın barışçıl nükleer programı konusundaki iddiaları projesinde hezimete uğradıktan sonra iki hedefi izlemeye başlamıştır. İlk hedef bölgede İranofobia projesini sürdürmektir. Ancak Amerika’nın ikinci hedefi İran’ın bölgesel ve küresel bazda gündeme gelmesine yumuşak muhalefettir. Donald Trump’ın İran karşıtı politikalarında daha koyu bir şekilde göze çarpan konu, Amerika’nın gelişmelerden bölgesel ve uluslararası şartlarda ticari açıdan yararlanma yönünde hızla ilerlemesidir. Trump her şeye iktisadi ve ticari açıdan bakıyor, nitekim Arabistan’a yaptığı ilk ziyaretinde de bu ülkeye 110 milyar dolar silah satışı ile ilgili anlaşmanın düğmesine basıldı. Bu anlaşma Trump için bu açıdan çok iyi bir başlangıç oldu.
Buna göre ABD Başkanı Trump’ın yaftaları ve İran İslam Cumhuriyeti nizamını teröre destek vermekle suçlaması da yeni bir konu değildir. Bu arada Trump’ın bölgeye yönelik müdahalede bulunmak için büyük hevesi bulunduğu, fakat ölçüsüz ve hesapsız tutumunun uluslararası düzeyde eleştirilere ve muhalefetlere maruz kalması da, İran aleyhinde uluslararası konsensüs sağlayamayacağını gösterdiği belirtilmelidir.
Amerika yönetimi son otuz yılda sürekli İran’ı nükleer silah elde etmek, bölge ülkelerine müdahale etmek, teröre destek vermek ve insan haklarını ihlal etmekle suçladı ve şimdi de İran’ın füze gücü ve güçlü donanmasını bahane ederek İran’ı güvenlik alanında baskı altında tutmaya çalışıyor.
Aslında Amerika ve bölgedeki müttefiklerinin İran’a karşı baskıları Saddam rejimi üzerinden dayattıkları savaşın ilk günlerinden ve hatta Saddam’a kimyasal silah vererek ve yine İran’a iktisadi kuşatma dayatmakla başladı ve ardından İran milletin inkılaptan ve nizamdan soğutmak ve seçimlere katılmalarını engellemeye çalışmakla devam etti. Gerçi Amerika bu hedeflerinin hiç birine ulaşamadı, ama yine de İran’a karşı husumeti asla durmadı. Amerika halâ İran’ı bir tehdit gibi gösteriyor, ama İran da Amerika’nın yıkıcı kumpaslarına nasıl karşı koyacağını çok iyi biliyor.
Son yılların deneyimleri bölgeyi El-Kaide ve IŞİD terör örgütleri üzerinden istikrarsızlaştırmak, terör örgütlerini desteklemek, Irak ve Suriye’de savaş başlatmak ve Arabistan’ın Yemen saldırtmanın ABD İsrail patentli ortak Ortadoğu projesinin bir parçası olduğunu göstermiştir. Kuşkusuz İran İslam Cumhuriyeti nizamı tehditlerin seviyesine göre savunma elzemlerini ve önceliklerini gözeterek savunma stratejisini caydırıcı gücünü geliştirme temeline göre düzenlemiş ve bölgede her türlü saldırgan gücün muhtemel maceracılığı ve tecavüzüne karşı koyabilecek güce kavuşmuştur.
Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti nizamının güvenlik doktrini ta baştan kendi güvenliğini korumak ve bölgede her türlü gerginlikten uzak durmak olmuştur. Nitekim İran silahlı kuvvetleri de düşmanlara güçlü varlıkları ile İran’ın ve bölgenin güvenliğini temin edebilecek güçte oldukları yönünde mesaj vermiştir. İran aynı zamanda bölgenin güvenliği ancak bölge ülkelerinin işbirliği ile temin edilebileceğini savunmuştur.