İslam'da Çocuk Hakları
Bu sohbetimizde, çocuk haklarının dünyadaki geçmişi ve ilgili uluslararası belgeleri, incelemek istiyoruz.
Çocuk, insan topluluğunun bir üyesidir. Çocukluk dönemi ise insan yaşamının en hassas ve en mühim dönemlerindendir. Bu yüzden çocuk haklarını ayrı olarak inceliyorlar. Bu alanın adını da çocuk hakları olarak adlandırıyorlar. Başka bir deyimle, tanımında değindiğimiz gibi, çocuk haklarından kastedilen, çocukların da insan oldukları açısından belli bir hukuka sahip olmasıdır. Bunun için, çocuk hakları konusu bulunduğumuz dünyada geniş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Bu sohbetimizde ise, çocuk haklarının dünya çapındaki geçmişi ve bu meseleyle ilgili uluslararası belgeleri konu edineceğiz.
Çocuk haklarının dünya çapındaki geçmişine göz attığımızda, ilk çağlarda, çocukların da kadınlar gibi toplumun başka kesimleri kadar zor ve şiddet dolu bir devreyi yaşadıklarını görüyoruz. Yetişkin insanların çocuklara karşı sergilediği sert tavırlar ve bedensel cezalar, şiddet dolu tepkiler ve hatta idam gibi çocuklara verilen cezalar, çocuklara karşı ortaya konulan vahim durumun sadece birkaç göstergesidir.
Dünyadaki çocuk haklarının tanınma süreci, ancak zor aşamaları geçerek sonuca ulaşabilmiştir. 19.yüzyılın sonlarından itibaren belli bir tarihi sürecin başlamasıyla çocuk haklarının dikkate alınıp saygı duyulması süreci de başlamıştır. Sözümüzün devamında kimi yazılara dayanarak özellikle de Lioyd Demaus'un Çocukluk Tarihi adlı kitabında açıkladığı çocukluğun altı devrini ele almak istiyoruz.
Ele aldığımız ilk devre, bebek öldürme devresidir. Eski zamanlarda çocuklara sert ve şiddetli bir davranış sergileniyordu. Bu sert tavır 4. yüzyıla kadar devam etti. Çocukluk tarihi adlı kitabın yazarı, bu gibi acımasız davranışları ve düşünce biçimini, çocukların aksine yetişkinlerin toplumsal yeterlilik ve işe yarama meselesiyle ilişkilendiriyor.
Psikologların birisi bu sözü desteklemek için şöyle yazıyor: " Gerçekte, kürtaj ve bebek öldürme, toplumun bekası ve korunması için bir seçenekti. Elbette kimi istisnalarla da karşılaşabiliriz. Doğal afetler, salgın hastalıklar veya toprak alma savaşlarından dolayı da çocuklar kurban oluyordu ve onları askeri ihtiyaçlara göre bir cinsiyet seçimine tabi tutmak kaçınılmazdı.
Böyle bir düşünce, çocukların da kişisel varlık ve servet gibi sayılmalarından kaynaklanıyordu. Böylece onu kendi istedikleri şekilde değiştirmeyi da sakıncalı bulmuyorlardı. Antik Roma'da "Patria Potestas" adıyla bilinen ataerkil düşüncesi hâkimdi. Bu düşünceye göre ailenin babası, çocuklarının hayatını kendi kulları gibi yönetmeye hakkı vardı. Ailenin babası onlara can vermişti ve aynı şekilde de bu canı geri almayı da kendi hakkı bilirdi. Bu kurala göre de çocukların canına kıymaya girişebiliyordu. Aristo ise çocukların yetişkin olana kadar babanın varlık ve serveti oldukları kanısına inanıyordu. Platon gibi kimi Yunanlara göre, 40 yaşın üzerinde olan kadınların ve 55 yaşın üzerinde olan erkeklerin yeni çocuğa sahip olma hakkı yoktu. O, devleti buna karşı gelen insanları kürtaj yapmaya zorlamak ve doğumdan sonra ise yeni doğan çocukları öldürmesiyle yetkilendirmişti.
Çocukluk Tarihi adlı eserin yazarı, Avustralya ile ilgili şunları yazmıştır: " Avustralya'da bebek öldürme yasal bir davranıştı. Öyle ki hiçbir ana bir çocuktan fazlasına sahip olamazdı. Böylece sonradan doğan çocuklar da ölüme mahkumlardı. İkiz veya daha fazla olan çocuklar için de zor ve üzücü bir olay yaşanırdı. Ya birisi ya da her ikisi öldürülüyordu. "
Bu kitabın yazarı şu cümlelere de değinmiştir:" Başka bölgelerde ise, hasta ve sakat doğan çocuklar, daha fazla ve özel bir koruma ve ilgiye ihtiyaç duydukları için öldürülüyordu. Kimi durumlarda ise sakat çocuk doğuran annelerden, doğum yaparken kaybettikleri enerjiyi yeniden elde etmeleri için sakat çocuğun bir parçasını veya tamamını yemeleri isteniyordu."
İkinci devre ise aşağılama ve fiziksel müdahale devresidir. 4. ila 14. yüzyıla kadar insanlar ve toplumun çocuk hakkında doğru ve gerçek bir anlayışa sahip olmamalarından dolayı çocuk, aşağı ve kirli bir varlık olarak düşünüldüğü için bu meseleyi çözmenin tek yolu olarak dayak atma ve şiddetli fiziksel müdahale biliyorlardı. Ayrıca çocukların kabiliyetlerinden daha fazlasını istemeleri ve daha fazla toplumsal görev yükledikleri için, çocukların dayanamadıkları zaman onlara uygulanan bütün eziyet ve işkenceleri de yerinde bir hareket telakki ediyorlardı. Bunun sonucunda, masum ve suçsuz çocuklar, çok zor ve katlanılmaz işleri yapma mecburiyetindeydi. Aslında çocuklar toplumda zayıf bir yere sahip oldukları için yetişkinlere karşı belli bir tavır sergileyemiyorlardı. Bunun için inanılmaz zor bir süreç yaşayarak her türlü fiziksel müdahaleye de maruz kaldılar.
Üçüncü devre ise, hayret ve ikilem başka adıyla transfer dönemidir. Bu devre 14. yüzyıldan başlayarak 17. yüzyıla kadar sürdü. Bu devrede ortaya atılan teoriler ve düşünceler, 14. yüzyıldan önceki teorilere tam olarak zıtlık taşıyordu. Elbette bu teoriler, şiddet dolu fiziksel müdahaleleri çok fazla etkileyemedi. Böylece bu tavır yıllarca hayatına devam etti. Bu yıllarda, çocuklar hâlâ, kinci hareketler ve idam gibi ağır cezaların kurbanı olmaya devam ediyorlardı.
Çocukluk Tarihi adlı kitabın yazarı Lioyd Demaus'a göre, bu dönemdeki teorilerin oluşmasıyla yaranan en önemli etki, çocuğun yaradılışına dair çocuğun aşağı ve hain olma düşüncesinin ciddi bir şekilde sorgulanması oldu. Bu devrin özelliklerinden biri de, bu yanlış düşünceyi eleştiren yazıların yayımlanması özelliğidir. Bu devirde yayımlanan yazılar, o dönemki insanların düşüncesinde ve zihninde bir kuşku yaratmayı başardı. İşte bu devrin adı da buradan kaynaklanıyor. Başka bir açıdan bakarsak bu devri, transfer devri olarak da adlandırabiliriz. Çünkü bu devirde, önceki devirlere ait düşünceler tamamen yok olmamıştı ve öte yandan da çocukların aşağı ve hain olmadığına dair yeni düşünceler de kamuoyunda hala genel bir şekilde kabul görmemişti.
Dördüncü devre ise, müsamaha ve kolaylık devri olarak adlandırılmıştır. 18.ve 19.yüzyıllarda çocuklara karşı sergilenen şiddet dolu davranışlar ve cezalar, tamamen kabul edilemez bir gerçek haline geldi ve böylece ebeveynler çocukların şirret, fıtratı kötü ve pis kalpli olmadıkları gerçeğini kabul ettiler. İlgilendikleri takdirde çoklukların da toplumun geleceği için ne kadar faydalı olacaklarını kabul ettiler. Çocuklarla ilgili böyle bir düşüncenin yaygınlaşmasıyla şiddetli fiziksel müdahale ve dayak, kendi yerini şefkat ve sinerjiye vererek ebeveynler ve çocuklar arasındaki derin boşluk dolduruldu.
Lioyd Dimaus'a göre, bu devredeki çocuk ölümleri raporlarının azalmasında önemli etkenlerden birisi de bu düşünce tarzının toplumda hâkim olmasıdır.
Bu devrenin en önemli özelliklerinden biri de, aile ve toplum ortamındaki çocuklara olan yaklaşımın tamamen değişmesidir. Gerçi toplumun çocuğa yönelik yaklaşımının değişmesi ve çok etkileyici ve altyapıyı da tesiri altına alan bir değişim olmasına rağmen, çocuklara karşı sergilenen bütün sert ve şiddetli davranışların ortadan kalktığı anlamını vermiyor. Nitekim günümüzde bile, modern bir şekilde çocukların hakları ayaklar altına alınmaya devam ediliyor.
Günümüz endüstri dünyasında, aile bağlarının gevşemesi, toplumsal ilişkilerin karışık sistemi, toplumsal sınıf ayrımcılığı, kar etme prensibi vb. sebeplerden dolayı çocuklar yeni uygarlığın olumsuz yönlerinin kurbanı olmuşlardır. Öte yandan, çocuklara karşı sergilenen tavır ve davranış da yeni bir şekil almıştır. Günümüzde, cinsel suiistimal, çocukları ekonomik çıkar elde etmek için kullanma, çocuklara karşı şiddet sergileme, savaşlardan kaynaklanan mülteci ve avare olma durumları, çocuk haklarının ihlal edilmesinin birkaç örneğidir. Bunlara ilaveten, sanal âlem de, çocukları istismar etmek için suçlular için yeni bir ortam hazırlamıştır.Bunun örneği de çocukları pornografik içerikli ürünleri dağıtmak ve ulaştırmak ve cinsel istismar yönünde kullanılmalarıdır.