İslam inkılabının zaferinden kırk yıl sonra İran - 21
İran İslam Cumhuriyeti nizamının kırk yıllık hayatında en kalıcı ve onur verici kazanımlarından biri, demokrasinin gerçekleşmesidir.
İran’da son kırk yılda hemen her yılda veya iki yılda bir seçimler düzenlemiş ve bu seçimlerin sonucunda farklı siyasi eğilimlerden farklı hükümetler işbaşına gelmiştir.
Tarih ve siyasal sosyoloji açısından İran’da son bir asırda siyasi kalkınmayı engelleyen en önemli eten, gücün hükümet kurumunda odaklanması ve siyasi partilerin ve STK’ların toplumda gücün dağılma araçları olarak rolünün renksizleşmesiydi. İran’ın İslam inkılabı zaferinden önceki siyasi geçmişi, tarihi bir çok dönemde siyasi güç yapısı etnik ve aşiret temelinde kuramsal hale geldiğini ve iktidar babadan oğula el değiştirdiğini ve sonuçta halkın güven kaybına yol açtığını gösteriyor.
İran’da o dönemlerde güç ve iktidarın belli bir kesimin elinde bulunması toplumda bu kesime yönelik eleştiri hakkını yok etti. Bu yüzden halk siyaset mekanizmasına güvenini yitirdi. Siyasi partiler aynı sebepten ötürü halk arasında taban kaybına uğradı ve gücün toplumda dağılma aracı sayılan siyasi partilerin konumunun zayıflaması ile beraber bu kez iktidar da meşruiyetini yitirmeye başladı.
Ancak İran’da İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra halkın rolü temelinde yeni bir siyasi katılım dönemi başladı. İslam Cumhuriyeti nizamı referandumu İran’da demokrasi düzenine geçişte İslamî nizamın ilk deneyimiydi.
Toplum bireylerinin kendi kaderini belirleme sürecine müdahale hakkı konusunda Müslüman düşünürlerce çeşitli görüşler gündeme gelmiştir. Genel olarak dini demokrasi nizamında halkın oylarının değeri konusunda iki görüş gündeme geliyor. Birinci görüşe göre İslamî ilkeler çerçevesinde halkın katılımı ve tüm siyasi konular ve mısdakların belirlenmesinde çoğunluğun oylarına istinat edilmesi dini görevdir ve bazılarının katılımı ve bazılarının katılımları reddedilmesi ile sınırlı değildir.
Bu görüşe göre bazı durumlarda halkın doğrudan seçimi, aracı seçime dönüşür. Bu duruma, yüksek önemi ve emin seçimin güvence altına alınması bağlamında rehberin seçilmesi örnek gösterilebilir. Bu seçim halkın doğrudan seçtiği bilgiler meclisi üyelerinin rehberi seçmesi ile gerçekleşir. Yine Bakanların seçimi ve çeşitli siyasi alanlarda nizamın seçtiği temsilciler, halkın oylarına sürekli başvurmak hemen hemen imkansız olduğundan, dolaylı seçimlere bir başka örnektir ve milletvekillerine ve yine meclisin seçtiği bakanlar kuruluna devredilmiştir.
Bu görüşe göre önemli olan nokta, dini demokrasi nizamında tüm siyasi davranışların mısdakı, bir nevi halkın katılımı ve oylarına dayanıyor olmasıdır ki bu da siyasi kalkınmanın en önemli ve en bariz mısdaklarından biri sayılır.
İkinci görüşe göre İslamî nizamda halkın siyasi katılımında çoğunluğun oylarına istinat etmek, siyasi davranış mısdakları ve konularından bazıları ile sınırlıdır ve bu konuların geniş bir bölümünü kapsamaz. Bu görüşe göre din uzmanları ve din bilginleri bir çok durumda İslamî ilkelerin çerçevesinde doğru siyasi davranışları çok iyi tespit edebilirler ve bu yüzden sürekli kamuoyunun oylarına başvurmaya hacet yoktur.
İkinci görüş, halkın siyasi katılımını milletvekillerini seçmek gibi bilinen normal durumlarla sınırlı olmasını ve seçilmiş milletvekillerinin yanında atanmış temsilcileri de tamamen haklı buluyor ve bazı durumlarda halkın katılımını gerekli bulmuyor, gerçi bu görüş İran İslam Cumhuriyeti anayasası ile çelişki arzediyor. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti nizamının büyük kurucusu İmam Humeyni -ks- görüşleri ve siyerine bakıldığında İmam’ın -ks- birinci görüşü gündeme getirdiği ve Müslüman halkın siyasi davranışların mısdaklarında tam olarak katılım sağlamalarına vurgu yaptığı anlaşılır.
Özetle toplumun tüm bireylerinin toplumun işlerini ilgilendiren tüm durumlarda alınacak kararlara ortaklık etmeleri, demokrasi tezinin nihani ürünü olduğu söylenebilir. Bu hak seçim ilkesinde karar alma ve belli bir siyasi nizamı kurma ve ona meşruiyet ve güç kazandırma, istenilen yasaları çıkarma ve ayrıca yönticileri ve yetkilileri seçme hakkı gibi hakları içerir.
Buna göre halkın İslamî toplumun rehberini seçmekte geniş çaplı katılımını savunan tez, İmam Humeyni’nin -ks- üzerinde durduğu bir tezdir ve yer yer buna vurgu yapmıştır. İmam Humeyni -ks- bir yerde şöyle buyuruyor:
Eğer halk hükümetleri için adil bir müçtehidi seçmek üzere bilgelere oy verdiyse ve onlar da rehberlik görevini üstlenmek üzere birini seçtiyse, seçilen kişi kaçınılmaz olarak halk tarafından kabul edilmiş sayılır. Bu durumda seçilen kişi halkın veliyi sayılır ve hükmü geçerlidir.
İran İslam Cumhuriyeti anayasasının 107. maddesinde rehberin belirlenmesi hakkında şöyle diyor:
Evrensel İslam inkılabının büyük önderi ve yüksek taklit mercii ve İran İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu ve halkın kahir çoğunluğu tarafından merci ve rehber olan tanınan ve benimsenen Hz. Ayetullah Uzma İmam Humeyni’den sonra rehberi belirlemek, halkın seçtiği bilgelerin görevidir. Bilgeler 5. ve 109. maddelerde belirtilen şartlara sahip olan tüm fakihleri araştırır ve istişarede bulunur ve ardından onlardan hangisi fıkhi konular ve siyasi ve sosyal meselelere alimse veya halk tarafından genel kabul görüyorsa veya belirtilen sıfatlardan birinde seçkin konumdaysa onu rehber olarak seçer ve açıklar. Bilgelerin seçtiği rehber ise veliyi emr’dir ve bunun tüm sorumluluklarını üstlenecektir. Rehber yasalara karşı ülkenin diğer bireyleri ile eşittir.
İslamî toplumda var olan bu ilkeler ve değerler, İran’da cumhuriyetin İslamî oluşu İran milletinin tüm kesimlerinin adalettalep ülküleri ve oylarının temelinde kalkınma ilkesine inanmalarının işaretidir ve hakimiyette İslamî değerlerin hakim olduğunu gösterir.