Şubat 05, 2019 09:02 Europe/Istanbul

Bugün İran İslam Cumhuriyeti'nin Sekiz Yıllık Zorunlu Savaş Dönemindeki Dış Siyaseti ve Amerika'nın İran'a Karşı Topyekun Savaşı'nı konu edineceğiz.

Irak Baas Rejimi 22 Eylül 1980'de İran hava limanlarını bombalayarak resmi olarak İran'a saldırdı ve sekiz yıllık savaşı İran İslam Cumhuriyeti'ne dayatmış oldu. Böylece savaşın taraflarının dış siyaseti de savaş stratejileri ve hedefleri doğrultusunda şekillenmeye başladı. Bu dönemden itibaren dış siyaseti ve savaşı ayrı olarak değerlendirmek pek mümkün görünmüyor. İran-Irak savaşında da aynı mesele daha da koyu bir şekilde belirgin hale gelmiştir.

Sekiz yıllık zorunlu savaş döneminde dış siyasetin en önemli hedefi de ulusal güvenliğe tehdit oluşturacak meseleler ile mücadele etmek olmuştur. Bu dönemdeki savaş yüzünden ulusal güvenlik ve beka meselesi daha belirgin bir hal almıştır. Bu dönemde İslam İnkılabının yayılması siyasetinin ülke içindeki modelleşme ile sürdürülmesine rağmen ancak dış siyasetin en önemli hedefi de İslam Cumhuriyeti'nin bekası ve ülkenin toprak bütünlüğünün korunması meselesi olmuştur.

Irak'ın İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşı başlatmaktan güttüğü en önemli amaç ise İslam Cumhuriyetini devirmek ve İran toprağının bir parçasını özellikle de Huzistan eyaletini işgal etmekti. Bu doğrultuda Irak'ın dönem Başbakanı savaşın başladığı ilk dönemlerde bu savaştan güdülen en önemli hedefin Irak için bir tehdit sayılan İran İslam Cumhuriyetinin devrilmesi olduğunu belirtmişti.

Zorunlu sekiz yıllık savaş döneminde İran İslam Cumhuriyeti'nin dış siyasetindeki en önemli amaçlardan biri de İslam İnkılabı'nın yayılması meselesi idi. İslam Cumhuriyeti'nin düşmanları İnkılabı'n yayılması stratejisini siyasi olarak suiistimal ederek İslam Cumhuriyetini Arap ülkelerinin içişlerine müdahale etmekle itham ettiler. Halbuki İslam İnkılabı'nın yayılması politikası yurt içinde ve ülke içi modelleşmelere odaklı bir hareket sayılırdı.  İslami Ümmü'l-Kura Teorisi de Muhammed Cevad Laricani tarafından bu dönemde tanıtılmıştı. Bu teoriye göre:" İslami düzenin hüküm süreceği alanın meşruiyeti coğrafi sınırları ile kısıtlanmalıdır. Ülkenin imakanları da sadece bu coğrafi sınırlar içerisinde kullanılmalıdır. İran mamur olursa bu İslam için en büyük propaganda  olacaktır."  

Bu yaklaşımdan dolayı altı Arap ülkesi Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'ni kurdu. Onlar bu konseyi kurarak kendilerince İran İslam İnkılabı'nın yayılmasını engellemek istemişlerdi. İran-Irak savaşında Suriye hariç bütün Arap ülkeler Irak Baas Rejimi'nin yanında yer aldı ve hatta zamanla İran'ın zaferlerinin artması ile Irak Baas Rejimine verdikleri destekleri de arttırdılar.

İslam İnılabının Muhafızlar Ordusu emekli komutanlarından Hüseyin Ala'î'nin dediğine göre İran'ın en başarılı savaş operasyonu olup Irak'ın Fars Körfezi'ne erişimini kesen Fav Operasyonundaki zaferinden sonra Fars Körfezi Arap ülkelerinin Irak Baas Rejimine yardımları ciddi bir şekilde artış gösterdi. Amerika'nın baskıları ile Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'nin İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı düşmanlığı savaşın ortalarından sonra daha da şiddetli hale geldi. Bu düşmanlığın doruğu ise İranlı hacıların 1987 yılında Suudi Arabistan'da katliam edilmesi oldu.

İran İslam Cumhuriyeti'nin bu dönemdeki Doğu ve Batı'nın iki süper gücü arasındaki dengeyi korumak için stratejisi Ne Batı Ne Doğu ilkesi veya mektep siyaseti adı ile de bilinen ilke çerçevesinde değerlendirilmelidir.   İslam Cumhuriyeti emperyalizm ile mücadele ilkesine dayanarak her iki süper gücü de emperyalizm, sömürgecilik ve sultanın sembolü olarak değerlendirip bu güçler ile mücadele etmeyi hedef olarak seçmiştir. İslam Cumhuriyeti süper güçlerin birisini silme ve öbür süper güçten yararlanma siyasetini uygulamamıştır. Savaşın sürdürüldüğü bir dönemde yine de bağımsızlığını ve süper güçlere bağlı olmamayı seçmiştir. Amerika ve Sovyetler Birliği her iksi de bu savaşta Irak Baas Rejimini desteklemiş ve hatta Amerika'nın bu savaşın başlatılmasında kışkırtıcı rolünü üstlendiğini açıkça söylemek mümkün olmuştur.

Amerikalı araştırmacı ve şarkiyatçı Nikki R. Keddie Amerika'nın Irak Baas Rejimine yardımları konusunda şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:" Amerika, İran İslam İnkılabı'nın zaferi ve daha sonra Amerikalı büyükelçi çalışanlarının rehin alınma olayı sırasında itibarsızlaşıp aşağılandı. Zaten Amerika, bölgedeki en önemli stratejik ortağının devrilmesini önleyememesi başka ortakların da Amerika'ya yönelik güvenini sarstı. Bir başka taraftan ise Amerika'nın İran'daki rehinelerini kurtaramaması Amerika'nın uluslararası ve bölgesel düzeyde aşağılanmasına yol açtı. Böylece Amerika kaybedilen itibarını ve aşağılanmasını telafi etmek için Irak Baas Rejimini İran'a saldırmaya yönelik teşvik edip kışkırttı.

İranlı profesör Seyyed Davud Agayi bu savaş ile ilgili şöyle diyor:" Sovyetler Biriliği İran İslam Cumhuriyeti'nin Afganistan'daki nüfuzundan ve ayrıca Sovyetler Birliğindeki Müslümanlar üzerindeki etkisinden dolayı İran'ın ulusal güvenlik ve sınırlarındaki güvenlik meseleleri ile uğraşmasını ve nihayetinde de İran İslam Cumhuriyeti'nin devrilmesini ve çökmesini istiyordu. Amerika ise rehin alma olayıyla  gücünün ve konumunun tehlikeye düşmesi ve aşağılanmasından dolayı Irak Baas Rejimini İran'a saldırmak için provoke edip bu savaşta desteklerini Baas Rejimine esirgemedi. Böylece Amerikalılar İran İslam Cumhuriyetine diz çöktürmek ve sonunda bu İslami düzeni devirmek istiyordu.

Buna rağmen savaş döneminde, Amerika Dışişleri Bakanı, İran İslam Cumhuriyeti'nin dönem Başbakanı Muhammed Ali Recai'ye Amerika'nın tarafsız olduğunu bildirmişti.

Siyasi bilimler ve uluslararası ilişkiler bölümünün İran'daki en büyük profesörlerinden olan Seyyid Celal Dehgani Firuzabadi Amerika'nın sekiz yıllık zorunlu savaş ile ilgili tutumunu şöyle değerlendirmektedir:" Amerika bu savaştan memnundu çünkü güçler dengesi mantığından yola çıkarak dış savaşın İran İslam Cumhuriyeti'ni Amerika'ya doğru yönelteceğini zannediyordu. Amerika bu savaşın İran İslam Cumhuriyeti'nin anti-Amerikan dış siyasetini dengeleyeceğini İran'ı Batı Eksenli Güvenlik Yörüngesine döndüreceğini düşünüyordu ancak bunların hepsi boş hayalden ibaretti. "

Savaş döneminde Fav Yarımadasının İran silahlı güçleri tarafından ele geçirilmesi, iki büyük süper gücün Irak Baas Rejimini daha çok desteklemesine yol açtı. Gerçekte Fav Yarımadasının İran tarafından ele geçirilmesi, iki büyük süpergücün de " Kazananı olmayan savaş" çerçevesinde İran'ın ilerlemesini durdurmaları gerektiği kanısına getirdi. İslami Cumhuriyeti'n askeri kazanımları ve siyasi gelişmeleri Amerika'nın sözde tarafsızlık durumunu değiştirmesine ve açık bir şekilde Irak Baas Rejimini desteklemesine yol açtı. Zaten Amerika açısından İran'ın Baas Rejimini yenmesi Amerika'nın çıkarlarını bir kaçı boyutlu bir şekilde tehdit eden bir olay olacaktı.

İlk olarak İran'ın zaferi ile Enerji güvenliği ve Fars Körfezinden Batı'ya ihraç edilen petrol akımları tehlikeye girecekti.

İkincisi Amerika'nın muhafazakar Arap ortaklarının güvenliğinin zayıflaması olacaktı.

Üçüncüsü ise Amerika'nın stratejik ortağı olan Siyonist İsrail Rejiminin güvenliği ve bekasının ciddi bir tehdit ile karşılaşması ve dördüncüsü de Ortadoğu ve Fars Körfezi'ndeki güç dengesinin Amerika aleyhine değişmesi olacaktı.

İşte  bu yüzden Irak Baas Rejimine açıktan destek vererek " Kazananı olmayan savaş " stratejisini uygulatmaya çalıştı. 

 Amerika dönem Dışişleri Bakanı Alexander Haig'in şöyle bir değerlendirmesi ilgi çekicidir:"İran-Irak savaşının ilk 20 ayında tarafsız kalarak iki tarafa da Amerikan yapımı silahlar satmaktan uzak durmuşuz. Ancak bu tarafsızlık bizim savaşın sonucuna ilgisiz kaldığımız anlamına gelmiyor. Amerika, bu savaşın sürdürülmesinden dolayı tehdit edilen dostları ve çıkarları vardır. Bundan ötürü bölgedeki hayati çıkarlarını savunmak konusunda kararlıdır. "

Amerika, siyasi, ekonomik, istihbari ve askeri imkanları ve araçlarının tamamından İran İslam Cumhuriyeti aleyhine yararlandı. Amerika siyasi alanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi aracılığı ve yaptırımlar vasıtası ile İran İslam Cumhuriyetini hedef aldı. Buna rağmen Irak Baas Rejimini istihbari ve propaganda açısından da destekleyen Amerika İran'ın petrol satışını ve ihracatını da engellemk istedi.

Amerika'nın İran aleyhindeki en önemli aracı ise Amerika Fars Körfezi'ndeki    askeri varlığı idi. Amerika askeri güçleri Ekim 1987'de İran'ın Reşadet ve Resalet adlı petrol platformlarını ve Nisan 1988'de de Nasr ve Selman petrol platformlarını hedef alıp imha etmişti. Bu askeri varlığın en acı verici ve en doruktaki müdahalesi ise USS Vincennes savaş gemisinin 290 yolcu taşıyan İran yolcu uçağını hedef alıp bütün yolcuları şehit etmesi olmuştur.