Şubat 05, 2019 12:03 Europe/Istanbul

Bu bölümde İran-Irak savaşından sonraki İmar Hükümeti dönemindeki İslam Cumhuriyeti'nin Dış Siyasetlerirnin ana hatlarını kısaca gözden geçirmeye çalışacağız.

Irak Baas Rejiminin İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde başlattığı savaşın bitmesi ile İran’da İmar-Yeniden Yapılandırılma adı altında yeni bir dönem başlamış oldu. Bu görevi ise Ekber Haşımi Refsencani’nin kurduğu hükümet üstlenmiş oldu. İran İslam Cumhuriyeti’nin bu dönemdeki dış siyaseti İslam İnkılabının ilk on yıllık dış siyasetine göre biraz daha farklı şekilde devam ettirilerek değişikliğe uğradı. Bu değişimin farklı farklı sebepleri vardı. Ancak bölgesel anlamda sekiz yıllık zorunlu savaşın bitmesi, anayasanın tekrar gözden geçirilmesi, yurt içindeki güç dahilerinin yer değiştirmesi, Irak Baas Rejiminin Kuveyt aleyhindeki savaşı ve uluslararası anlamda da SSCB’nin dağılması bu dış siyasetteki değişikliklerin asıl nedenleri olarak adlandırılabilir.

Geçen bölümde de değindiğimiz gibi zorunlu savaş döneminde İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyaseti güvenlik odaklı bir dış siyasetti. Ancak savaşın bitmesi ile beraber savunma-ekonomi alanında yeniden yapılanma ilkesi öncelik arzetmeye başladığından buna uygun bir şekilde de dış siyaset başka eksenler çevresinde yürütülmeye başladı. Aynı zamanda İran İslam Cumhuriyeti’nin anayasasında da düzenlemeler yapılmaya başladı ve böylece başbakanlık makamı hükümet yapısından silinmesi ile beraber yürütme erki cumhurbaşkanına devredildi.

Gerçekte daha önce İran’da yürürlükte olan Rehberlik, Cumhurbaşkanlık ve Başbakanlıktan oluşan üçlü erk, Rehberlik ve Cumhurbaşkanlıktan oluşan ikili erk olarak değiştirildi. Bu değişikliklere paralel olarak Cumhurbaşkanının konumu da farklı alanlarda özellikle de dış siyasette daha değerli hale geldi.

İran’ın ünlü uluslararası ilişkiler profesörlerinden Seyyed Celal Dehgani Firuzabadi’nin yazdığına göre bundan sonra dış siyaset Cumhurbaşkanı Odaklı haline geldi. Buna paralel olarak İmam Humeyni’nin hakka kavuşmasıyla  Ayetullah Hamenei İslam Cumhuriyeti’nin yeni rehberi olarak seçildi ve böylece fikirleri özellikle de Cumhurbaşkanlığı döneminde  de uyguladıkları “açık kapı” siyasetini dış siyasetteki kararlara da yansıtmaya başladı.

İç faktörlerin yanı sıra bölgesel be küresel faktörler de İran İslam Cumhurieyti’nin dış siyasetini etkiledi. Irak Baas Rejimi’nin 1990 yılında Kuveyt saldırısı İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyasetini etkileyen en önemli bölgesel faktörlerdendi. İran İslam Cumhuriyeti Irak Baas Rejiminin Kuveyt’e saldırısını kınamıştı. Bunun devamında ise Amerika ve müttefiklerinin Irak’a saldırması da Irak Baas Rejimini İran İslam Cumhuriyeti ile sorunlarını çözmeye zorladı. Buna eşit olarak İran İslam Cumhuriyeti ve Fars Körfezi İşbirliği Konseyi üyeleri da diplomatik ilişkilerini normalleştirmeye başlamışlardı.

İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyasetini etkileyen küresel faktörlerden biri de Sovyetler Birliğinin dağılması olmuştur. SSCB’nin dağılması ile iki kutuplu dünya düzeni de çöktü ve bundan sonra Amerika liderliğinde tek kutuplu bir dünya düzeni ortaya çıkmış oldu. Aynı zamanda Sovyetler Birliğinin dağılması ile bazıları İran İslam Cumhuriyeti’ne de komşu olan 15 kadar ülke bağımsızlığına kavuştu.

İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyaseti İmar döneminde komşular ile ilişkileri geliştirmek, uluslararası kurumlar ve örgütlerde aktif şekilde rol üstlenmek, İran’ın uluslararası düzendeki konumunu iyileştirmek ve özellikle de Amerika ile ilişkilerin biçiminin belirlenmesi üzerine kuruldu.

Ayetullah Haşımi Refsencani’nin hükümetinde de dış siyasetin en önemli ilkesi “bağımsızlık ilkesi” idi. Bunun yanı sıra bölgesellik ilkesi de dış siyasetin önemli ilkelerinden sayılırdı. Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti’nin savaş sonrası döneme ayak bastığından dolayı yeniden yapılanma ve imar da özel bir önem arzediyordu. Yeniden yapılanma ve imarın gereksinimlerinden biri de İran İslam Cumhuriyeti’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmek idi.

Üniversite profesörlerinden olan İlahe Kulayi bu konu ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:” Ayetullah Haşımi Refsencani maslahatlı düşünen bir cumhurbaşkanı olarak farklı koşullar altında, gelişmeler ile dolu bir ortamda ülkenin fırsatlardan yararlanma istikametinde hareket etmesini sağladı. Bu mesele ise bölgesel ilişkilerin yeniden yapılanması alanında açıkça göze çarpmaktadır. “

Bu doğrultuda İran İslam Cumhuriyeti’nin dönem Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, Temmuz 1990 yılında İslam İnkılabının zaferinden sonra ilk kez Kuveyt emirliğine bir ziyaret gerçekleştirerek iki taraflı ilişkilerin geliştirilmesine vurgu yapmıştı. Kuveyt’in Irak Baas Rejiminin İran İslam Cumhuriyeti aleyhindeki savaşında Baas Rejimini topyekun bir şekilde desteklemesine rağmen İslam Cumhuriyeti yine de Irak Baas Rejiminin Kuveyt’e tecavüzünü ağır şekilde kınamıştı ve hatta dönem Dışişleri Bakanı Velayeti, Katar, Umman, BAE ve Bahreyn’e resmi ziyaret gerçekleştirerek bölgesel güvenliğin ve istikrarın korunmasına vurgu yapmıştı. Bu dönemde Arap ülkelerinin yetkilileri de Tahran’a ziyaret gerçekleştirerek İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri ile resmi görüşmeler gerçekleştirmişti.

Haşımi Refsencani Hükümeti döneminde 1987 yılında diplomatik ilişkileri İran İslam Cumhuriyeti ile kesilen Suudi Arabistanla ile ilişkiler 1991’de tekrar canlanmaya başladı. Bu doğrultuda Suudi Arabistan dışişleri bakanı Suud El Faysal, Mayıs 1991’de Tahran’a gelmişti. Bunun ardından ise İran İslam Cumhuriyeti’nin dönem Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti de bir ay sonra Riyad’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. O dönemde İran İslam Cumhuriyeti ve Suudi Arabsitan arasında bölge dışından gelen güçlerin varlığı konusunda anlaşmazlıklar olsa da iki ülke ilişkilerini geliştirmeyi başarmışlardı.

Genel olarak bu dönemde İran İslam Cumhuriyeti’nin Komşuları ile ilişkileri gelişmeye yüz tutmuştu. İran İslam Cumhuriyeti Orta Asya ve Kafkasya’da bağımsızlığını kazanan ülkeler ile ilişkilerinde de istikrarın ülke çapında ve bölgesel çapta kurulmasına ve korunmasına vurgu yapmaktaydı. Hatta kimi dönemlerde bu yeni bağımsız olan ülkeler arasında arabulucu olarak rol üstlenmişti. Bunun bir örneği de Karabağ krizindeki arabuluculuğu idi.

Ayetullah Haşımi Refsencani’nin başında bulunduğu İmar ve Yeniden Yapılandırma Hükümeti, Avrupa ile de ilişkileri normalleştirme sürecine büyük katkları bulundu. Bu dönemde Avrupalı makamlar Tahran’a birçok resmi ziyaret gerçekleştirdiler. İran İslam Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği ilişkilerinin en önemli göstergelerinden biri de “ Eleştirel Diyaloglar” idi.

Uluslararası ilişkiler profesörü Seyyed Celal Dehgani “ Eleştirel Diyaloglar”ın aslında Amerika’nın İslam Cumhuriyeti’ne karşı tehdit ve yaptırım siyasetlerini reddetme diyalogları olduğunu söylemektedir. Gerçekte Avrupalılar, Amerikalılara zıt olarak tehdit ve yaptırım yerine ihtilafların ve anlaşmazlıkların diyalog yolu ile çözülmesini istiyordu.

İran İslam Cumhuriyeti’nin bu diyaloglardan güttüğü en önemli amaç ise Amerika tehditleri ve yaptırımlarına dengeleme politikası ile karşılık vermekti.

Buna paralel olarak Avrupalılar da, Amerika Kongresinde onaylanan ve İran’ın doğalgaz ve petrol sektörüne 20 milyon dolardan fazla yatırımı yapmayı yasaklayan Damato yasasına karşı çıktılar. İngiltere ve Fransa ise hiçbir ülkenin başka ülkelerin şirketlerine üçücü bir ülkeye karşı nasıl davranacağını dikte edemeyeceğini bildirdiler. Almanya’nın dönem Dışişleri Bakanı Claus Kinkel de Amerika’yı ticari bir savaş ile tehdit edip İran’ı tecride sürükleme siyasetinin etkisiz olduğunu bildirmişti.

Avrupalıların Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı girişimleri ve siyasetlerine karşı çıkmalarına rağmen Washington bu hasmane siyasetlerini sürdürerek sonunda onları da yanına almayı başardı.

Irak Baas Rejiminin İran İslam Cumhuriyeti aleyhindeki savaşının bitmesi ile Amerika hükümeti de üçüncü bir devlet aracılığı ile İran İslam Cumhuriyeti ile yeniden diyalog kurmak istediğini bildirdi. Amerika’nın İran’a yaklaşmaktan güttüğü hedeflerinden biri de Lübnan’daki Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmaları idi. Amerika dönem Başkanı Jimmy Carter’in İran dönem İslami Şura Meclisi  Haşımi Refsencani’ye yazdığı mektup bunun açık bir kanıtıdır. Carter bu mektubunda Lübnan’daki Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden başlatılmasını istemişti. İran İslam Cumhuriyeti’nin Lübnan’daki Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasında yardımcı olmasına rağmen Amerika hükümeti İran İslam Cumhuriyeti’nin isteklerini hiçe sayarak İran’ın Amerika’daki bloke edilmiş sermayesine el konulması kararını bile iptal etmeyi göze almadı.

İran İslam Cumhuriyeti, Amerika’nın Irak aleyhindeki savaşında bile Birleşmiş Milletler kararlarına uydu. Ancak Amerika’nın Irak operasyonu sırasında İran’ın bölgesel tertibatlarda varlığı ve katkısı olması gerektiğini savunan Baba Bush hükümeti bu savaşın bitiminden sonra İran İslam Cumhuriyeti’ni yeni tertibattan uzak tuttu. Amerika’nın bu davranışsal modelleri ise Washington ve Tahran ilişkilerinde güvensizlik duygusunun hakim olmasına neden oldu. Bunun devamında ise İran İslam Cumhuriyeti Amerika ile görüşmelerin gerçekleştirilmesi için bloke edilmiş sermayelerin serbest bırakılması şartını koştu. Ancak Amerikalılar da bir yandan İran ile ilişkilerin normalleştirilmesi için İran’ın nükleer, Ortadoğu’daki barış, terörizm ve insan hakları alanındaki davranışlarının değişmesini şart koştu.

Bill Clinton’un Amerika’da başkanlık döneminin başlaması ile İran ve Amerika ilişkileri yeni bir döneme ayak bastı . Bunun sebebi de Bill Clinton’un Amerika’daki Siyonist lobisi etkisinde olması ve Siyonist Rejim İsrail’i desteklemesi idi. Bu yüzden Clinton İran’ın tavrını değiştirmek için yeni bir tehdit ve yaptırım siyasetini uygulamaya başladı. Clinton hükümeti İran İslam Cumhuriyeti ve Irak’ı kontrol etmek için ikili kontrol siyasetini uygulamaya koydu. Gerçi bu siyaset daha çok İran’a yönelik bir siyasetti. Bunun sebebi de Irak’ın birinci ve ikinci Fars körfezi savaşından sonra iyice zayıflamış olmasıydı.

Bu dönemde Clinton hükümeti, Amerikan firmaları ve şirketlerinin İran’da yaptırım yapmasını ve ayrıca İran’ın petrolünü almasını tamamen yasakladı.

Amerika Kongresi de Ekim 1995’te İran İslam Cumhuriyeti’ni devirmek amacı ile 18 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. Bunun devamında ise Bill Clinton 1996’de Damato kanununu İran ve Libya aleyhine yürürlüğe soktu. Bu kanuna göre İran ve Libyan’ın doğalgaz ve petrol sektöründe yatırım yapan Amerikalı olmayan şirketler bile ağır cezalara çarptırılacaktı.

İran İslam Cumhuriyeti Amerika’nın bu girişimlerini, hasmane ve müdahaleci olarak değerlendirmektedir. Genel olarak Ayetullah Haşımi Refsencani’nin ikinci dönem cumhurbaşkanlığına denk gelen Bill Clinton döneminde Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı düşmanlığı da iyice arttığı söylenebilir.