İslam’da Çocuk Hakları-17
Bu bölümde çocuğun eğitilmesindeki cezalandırmaya baş vurulması ve ayrıca çocuğun manevi ve dini eğitiminin zaruretinden bahsedeceğiz.
Geçen bölümde çocukların talim ve terbiyesi ile ilgili konuları ele almıştık. Kimi ebeveynler çocukları cezalandırmayı onların terbiye edilmesi sürecinde zaruri bir uygulama addediyor. Doğal olarak çocukların terbiye edilmesinin yollarından biri de ödüllendirmenin karşı noktasında yer alan cezalandırmaktır.
Genel anlamda cezalandırmak talim ve terbiye için kaçınılmazdır. Ancak burada bizim kastettiğimiz cezalandırma yöntemi fiziki olarak cezalandırmaktır. Acaba bu ebeveynler ve yasal veliler sadece çocuğu terbiye etmek için kullanması doğru mudur?
Günümüz dünyasında çocukların terbiye edilmesi için farklı cezalandırma yöntemleri olsaydı yine de fiziksel cezalandırmayı kabul mu edecektik? Kimi psikoloji bilimi uzmanlarına göre fiziksel cezalandırma, sorunun kökünü kazımaz sadece sorunların belirtilerini kısa süreliğine yatıştırır ve ortadan kaldırır.
Günümüzde kimilerine göre en mükemmel eğitim, öğretim ve terbiye yolunu özgürlük yöntemidir. Jean Jacques Rousseau, Batı’da eğitim bilimleri alanında en önemli kaynaklardan olan ” Emile” adlı ünlü kitabında John Locke’ın tersine çocuk eğitiminde özgürlük verilmesinden yanadır. Rousseau “Emile” adlı kitabında şöyle yazmıştır:” Cezalandırmayı özellikle de şiddet içeren cezalandırma şekillerini dürtü olarak kullanırsanız, korku, kişilik bozukluğu ve duygusal ve sinirsel bozukluklara da yol açacaksınız. “
Bu mesele psikologlar ve eğitim bilimleri uzmanları arasında cezalandırmanın tamamen yasak olması yoksa gerektiğinde baş vurulacak bir yöntem olduğu üzerinde ortak bir teori ile ilgili tartışmalara yol açmıştır.
Kimi dini rivayetlerimizde çocuğun dövülmesi ve şiddete tabi tutulmasından sakındırılmıştır. Bu rivayetlerden biri de şöyledir: Bir gün bir adam İmam Kazım as’ın yanına gidip çocuğunu şikayet etmeye başladı. İmam Kazım as şöyle buyurdu:” Çocuğunu dövme, onu terbiye etmek için ona küs. Ancak bu küsme sürecinin çok uzamamasına dikkat et. En kısa zamanda barışmaya çalış.”
Bu rivayette dikkat edilmesi gereken nokta Ehlibeyt'in -s- siyerindeki fiziksel cezalandırmaya yer verilmemesidir. Gerçi kimi rivayetlerde fiziksel cezalandırmanın ruhsatı verilmiş olabilir ancak Ehlibeyt imamlarının -s- uygulamalarında böyle bir yöntem görülmemiştir.
Örneğin burada Enes bin Malik’in bu konu ile ilgili bir rivayetine değinmek faydalı görünüyor. Enes bin Malik çocukluğundan beri Allah Resulünün yanında yer aldı. Enes şöyle diyor:” Yıllarca Peygamber Efendimizin hizmetindeydim ancak hiçbir zaman bana küfür etmedi hiçbir zaman beni dövmedi.”
Umme Seleme’den naklen bir rivayet de şöyledir:” Peygamber Efendimizin hizmetçisi bir görevi yerine getirmek için dışarı çıkıp geciktiği zaman Allah Resulü ona şöyle söylemişti:” Kıyamet günü kısasından korkmasaydım bu misvak ağacı sopası ile seni cezalandırırdım.” Fıkhi bakımdan ise fiziksel cezalandırmayı uygun gören fakihler bile bu cezalandırmanın tazminat ve diyet ödeme derecesine varmaması gerektiğine de vurgu yapmışlardır. Cildin kızarması halinde diyet ödenmesi gerektiğinin unutulmaması gerekiyor.
Uluslararası Çocuk Hakları Konvansiyonu’nun 19’uncu maddesi ve genel olarak konvansiyonun içeriği de ülkelerin yasalarını çocuklara şiddet uygulanmaması üzerine kurmaları gerektiğini gösteriyor. Çocuk Hakları Komitesi ise özellikle de aile, okul, diğer kurumlar veya yargı sisteminde fiziksel cezalandırmanın yeri olmaması gerektiğine vurgu yapmıştır. Örneğin İsveç’in, Çocuk Hakları Komitesine sunduğu ön raporunda şöyle bir açıklamaya yer verilmiştir:”Çocuk, korunmaya, güvenliğinin sağlanması ve uygun terbiye edilmeye layık bir varlıktır. Çocuğun kişiliği ve fertliğine karşı saygılı davranılmalıdır. Çocuk her türlü aşağılayıcı davranışa veya fiziki cezalandırmaya tabi tutulmamalıdır.
Bütün bunlara rağmen kimi ülkelerin yasalarında “ mantıklı veya makul fiziksel cezalandırma” tabirine yer verilmiştir. Çocuk Hakları Komitesi ise hafifletilmiş bir ifadenin bile bu konuda geçerli olmadığını savunuyor. Bu komiteye göre bu ifadeler bile suiistimallere yol açabilir. Örneğin İspanya Medeni Kanununun 154’üncü maddesinde ebeveynlerin çocuklarını yumuşak ve makul bir şekilde fiziksel olarak cezalandırabileceğine yer verilmiştir.
Çocuk Hakları Komitesine sunulan İngiltere ön raporunda ise “ mantıklı cezalandırma” savunulmaya çalışılmıştır. Bu rapora göre İngiltere hükümeti, söz konusu konvansiyonun çerçevesinde çocukların haklarına sahip olması doğrultusundaki ebeveynlerin sorumluluklarını yerine getirmelerine saygı duyacağını kabul etmiştir. İngiltere hükümeti bu raporunda çocuğun terbiye edilmesinin bir parçasını da ebeveynler tarafından uygulanan mantıklı ve yumuşak fiziksel cezalandırma olarak tanımlamıştır. Tabii bu raporda da değinildiği gibi şiddet içeren bir cezalandırma suiistimal telakki edilerek ceza sayılmalıdır.
Dini öğretilerde ebeveynlerin en önemli görevlerinden biri de çocuklarının terbiye edilmesi görevidir. Doğumdan öncesi dönemi çocuk hakları ile ilgili konuştuğumuz bölümde de ebeveynlerin çocuklarını eğitim sürecinin doğumdan önceki dönemde başladığını açıklamaya çalıştık. Bu bakış açısından layık bir eşin seçilmesi, nutfenin şekillenmesinin koşulları, gebelik dönemi vb. Konuların da çok önemli olduğu açıklandı. Bu konuları daha önce açıkladığımız için bir kaç noktaya değinmek burada yeterli olacaktır
İslam dininde çocuklar ve eş için hayat boyunca veya gebelik döneminde helal rızık sağlanması çok ama çok önemli bir meseledir. Allahu Teala bu konu ile ilgili Kuran-ı Kerim’deki Bakara Suresinde şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”
İşte bu yüzden anne ve babanın helal rızıktan ve yemekten yemesi ister hayat boyunca ister hamilelik döneminde çocuğun geleceğinin ve kişiliğinin oluşmasında önemli ve etkilidir. Ayrıca İslam’a göre süt emme ve çocukluğun ilk döneminde de emzirilen sütün türü çocuğun terbiyesinde önemli rol oynamaktadır.
Çoğu psikologlar çocuğun terbiyesinin çocukluğun ilk döneminden başlaması gerektiğine inanıyor. Bu mesele İslam dininde de dikkate şayan bir öneme sahiptir. Pskikologlar ve psikiyatristlerin incelemelerine göre çocuklar yaklaşık dört yaşına ayak bastıklarında dini bir duyguya sahip oluyorlar. Gerçekte çocukların Allah’ın varlığı ve alemin yaratılışı ile ilgili merakları çocukluğun ilk dönemlerinden itibaren geçerlidir. Bu bilimsel gerçek İslam dinimizin öncüleri ve büyüklerinin hadisleri ve rivayetlerinde de yer almaktadır.
İmam Sadık'tan -s- çocukların dini duygusunun uyanması ile ilgili şöyle bir rivayet naklediliyor:” Çocuk üç yaşına ayak bastığında ona La İlahe İllallah ifadesini öğretin ve onu serbest bırakın. Yedi ay sonra ise Muhammed Resulullah ifadesini ona öğretip kıbleyi gösterin ve onu dört yaşına gelene kadar kendi haline bırakın. Dört yaşı olduğunda ise ona salavatı öğretin. Beş yaşı olduğunda ona solu ve sağını sonra da kıbleyi öğretip secde etmesini isteyin. Bundan sonra onu altı yaşına kadar kendi haline bırakın. Yedi yaşı olana kadar sürekli onun karşısında namaz kılıp ona rüku ve secde etmeyi öğretin. Yedi yaşı bittikten sonra ona abdest almayı ve namaz kılmayı öğretin. Böylece ona dokuz yaşına gelene kadar namazı ve abdest almayı iyice öğretin . Çocuk bu ikisini iyice bellediği zaman Allahu Teala çocuğun ebeveynlerini bu eğitmelerinden dolayı affına layık görecektir.”
Psikologlar çocuğun yaşının ilerlemesi ile üç türlü manevi duygunun onda oluştuğuna inanıyorlar. Manevi duygunun ilk aşaması bu hissin oluşması ve gelişmesi, ikinci aşaması dini öğretiler konusunda kuşkulanması ve üçüncü etap da bu kuşkulardan ortaya çıkan sorulardır. Bu sorulara dikkat edilmesi ve çocukların duygusal ve akla bağlı olan özelliklerin tanınması bu aşamada çok önemlidir. Kimi zamanlar ebeveynlerin çocukların dini ve manevi sorularına karşı yanlış tepkileri çocukları sonsuza kadar dinden uzaklaştırır. Bu mesele ise dini eğitimin en büyük sorunlarından biridir.
İmam Ali as’ın siyeri ve yaşam tarzına baktığımız zaman İslami terbiye düzeninin güttüğü hedefin aslında çocukları İlahi itaat ve kulluğa hazır hale getirmek olduğu anlaşılmaktadır. En son hedef Allah’a tabi olan ve emirlerine uyan bir kulun eğitilmesidir.
Emirelmüminin Ali as rivayet ettiği bir hadiste, terbiyeden güdülen gayeyi dolaylı bir şekilde ifade etmiştir. Gerçekten de İmam Ali as bu gayeye ulaşmış ve çocuklarını bu çerçevede terbiye etmiştir.
Merhum İbni Şehr Aşub kendi belgelerine dayanarak Hz. Ali as’dan şöyle bir sözü nakletmiştir:” Ben Allah’tan güzel yüzlü ve boylu poslu çocuk talep etmedim. Ben Allah’tan ona uyacak ondan korkacak çocuklar diledim. İşte böyle olduğu zaman ben çocuklarımın bu vasıflarına bakıp gözüm aydın olacak.”