İslam inkılabının zaferinden kırk yıl sonra İran - 35
Yaptırım, ABD’nin son kırk yılda İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı izlediği hasmane politikaların en önemli bölümlerinden biri olmuştur.
Amerikalı yetkililer İran İslam Cumhuriyeti’nin kırk yıllık hayatı boyunca aralıksız bir şekilde İran’ın ilerlemesi yolunda engel çıkarmaya çalışmıştır. Yaptırım ise, ABD’nin bu amacına ulaşmak için kullandığı malzemelerden biri olmuştur.
Aslında Amerika devletinin İran İslam Cumhuriyeti’ne yaptırım uygulamaya başlaması, Amerika’nın Tahran’daki casusluk yuvası olan Büyükelçilik binasının fethedildiği maceraya dayanır.14 Kasım 1979 tarihinde Amerika’nın İran’da casusluk skandalı patlak verdikten sonra dönem Başkanı Jimmy Carter, İranlıların Amerika’daki banka hesaplarına el konma talimatını verdi. Bu hareketin devamında Amerika devleti 1980 yılında İran’a karşı geniş çaplı iktisadi yaptırımları başlatarak, resmen İran’ı iktisadi kuşatma altına aldıklarını ilan etti. Bu yaptırım, ABD’nin İran’a yaptırım uygulama macerasının başlangıç noktası oldu ve zamanla türlü bahanelerle türlü yaptırımlar ilk yaptırımlara eklendi ve Amerika her yaptırımdan İran’a karşı yeni bir baskı ve tehdit aracı olarak yararlanmaya başladı.
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 1984 yılında yaşanan bombalı eylemin ardından Amerika devleti hiç bir delil ve kanıt göstermeksizin İran İslam Cumhuriyeti’ni bu olayla ilgisi bulunduğu iddiası ile suçladı. Bu suçlama Amerika’ya İran’a dayattığı yaptırımları arttırmak ve süresini uzatmak için ihtiyaç duyduğu bahaneyi oluşturdu. O dönemde Amerika, kendisine göre hazırladığı teröre destek verenlerin listesine İran’ın adını ekledi.Yatırım ve ticaret alanında da 30 Nisan 1995’te Amerika’nın dönem Başkanı Bill Clinton ülkesinin İran’da ticaret ve yatırım konusunda geniş kapsamlı yaptırımları uygulayacağını açıkladı.
1996 yılında çıkarılan İran ve Libya’ya yaptırım kanunu da bu kez Amerikalı olmayan firmaları da İran’ın enerji sektöründe yatırım yapmaktan men eden Amerika’nın bir başka hasmane uygulamasıydı. Amerika’nın dönem Başkanı Bill Clinton bu kanunu uygulayarak Damato kanunu ve İlsa kanunu adı altında İran’a daha fazla yaptırım uygulamaya başladı. Bu süreç 2001 yılında daha da şiddetlendi ve Amerika’nın İran’a iktisadi yaptırım uygulama alanında iki yeni akım şeklinde ortaya çıktı. Bu akımların birincisi özel kişilere ve kamu kurumu ve kuruluşu olmayan kurumlara iktisadi yaptırım uygulamak ve ikincisi de güdümlü yaptırımları artan bir şekilde yaygınlaştırmaktı.
ABD’nin İran’a dayattığı yaptırımların zincirinde Amerika hazine bakanlığı da İran’a karşı geniş çaplı mali yaptırımları dayattı. Bu yaptırımlar 100 dolardan daha yüksek değeri olan hediyelik eşyaların gönderilmesinden İranlı firmalarla mali işbirliği yasağına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. 25 Ekim 2007 tarihinde Amerika hazine bakanlığı bu kez bir dizi saçma sapan suçlamaları gündeme getirerek bazı İranlı bankaları ve İslam inkılabı muhafızlar ordusuna bağlı bazı firmaları da yaptırım listesine ekledi ve siyonistlerin güçlü lobisi AIPAC’in etkisi altında kalan Dünya Bankası da bu bankalara ve firmalara hizmet vermeyeceğini açıkladı.
Amerika’nın bir önceki Başkanı Barack Obama da başkanlık seçim kampanyaları sırasında İran ile hiç bir ön şart ileri sürmeksizin kayıtsız şartsız görüşmeye hazır olduğunu ilan etti. Obama 12 Mart 2009’da İran’a dayattıkları iktisadi yaptırımları uzatırken yaptığı açıklamada bu kararını ülkesi için milli zaruret niteledi. İran’ı Amerika’nın milli güvenliğine karşı konvansiyonel olmayan harikulade bir tehdit niteleyen siyahi Başkan Obama şu ifadeleri kullandı: İran devletinin uygulamaları ve siyasetleri Amerika’nın bölgedeki çıkarlarına aykırıdır ve Amerika’nın milli güvenliği ve dış politikasına yönelik konvansiyonel olmayan harikulade bir tehdit sayılır.
2011 yılının sonlarına doğru Amerika yönetimi başka ülkelerin firmalarını ve mali kurumlarını İran’ın yaptırıma maruz kalan bankaları ve ayrıca İran merkez bankası ile işbirliği yapmaktan men etti.Bu haksız uygulamaların devamında geçmiş yıllarda yaşanan bazı hadiseler ve olaylar bahane edilerek İran’ın mal varlığını talan etme projesi start aldı. 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra Amerika’nın dönem Başkanı oğul Bush bir yasa çıkararak Amerika devletine terör hamisi olan özel ve tüzel kişilerin mal varlığına el koyma yetkisi tanıdı. Bu bağlamda her seferinde İran içinde veya dışında yaşayan bazı özel ve tüzel kişilerin adı bu listeye alındı.
İran’ın nükleer meselesinde bazı özel ve tüzel kişileri fişleme de devamında bazı yaptırımları getiren Amerika’nın İran karşıtı bir başka hasmane uygulamasıydı. Bu siyasi akım Amerika’nın baskıları ve telkinleri ile birleşerek BM güvenlik konseyinde İran’ın nükleer programı aleyhinde bazı kararnamelerin çıkarılmasına sebep oldu. O günlerde İran’ın nükleer programı hakkında bir dizi iddia ileri sürülerek BM güvenlik konseyinde İran karşıtı altı kararname çıkarıldı ve İran’ın adı BM bildirgesinin yedinci faslının kapsamına alındı.
Ancak bu senaryo sonunda Bercam nükleer anlaşması ve BM güvenlik konseyinin bu anlaşmayı onaylayan 2231 sayılı kararnamesi ile birlikte 20 Temmuz 2015’te boşa çıkarıldı. Bercam nükleer anlaşması ile birlikte AB’nin İran’a dayattığı yaptırımlar da belirlenen takvime göre yavaş yavaş kaldırıldı. Ancak Bercam nükleer anlaşmanın uygulanmasının üzerinden henüz iki yıl geçmeden ABD’nin şimdiki Başkanı Donald Trump bir dizi saçma sapan iddiaları ileri sürerek bu anlaşmayı Amerika için en berbat anlaşma niteledi ve böylece İran’a yeniden yaptırım uygulama bahanesi üretmeye çalıştı. Bu eğilimle Trump sonunda 8 Mayıs 2018’de tek yanlı bir kararla Bercam nükleer anlaşmasından çekildiklerini ilan etti ve İran’a yaptırımların yeniden uygulanmasını öngören kararı imzaladı.
Amerika Başkanı Donald Trump’ın Bercam nükleer anlaşmasından tek yanlı ve illegal bir şekilde çekilmesi bir kez daha Amerika devletinin asla değişmediğini ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani BM genel kurulunun 73. Zirvesinde yaptığı konuşmada Amerika devletinin zorbalıklarına işaret ederek şöyle dedi: Amerika devleti uluslararası yasalara ve kurallara aykırı davranarak BM güvenlik konseyinin de onayladığı uluslararası çok yönlü bir anlaşmadan çekilerek İran İslam Cumhuriyeti’ni ikili müzakereye davet etmiştir. Ancak Amerika devleti henüz bir devlet olduğunun bilincinde değildir ve seleflerinin imza attığı anlaşmaları ihlal etmektedir. Amerika devletlerin daimi sorumlulukları ile ilgili hukuktan anlamıyor.
Cumhurbaşkanı Ruhani konuşmasını şöyle sürdürdü:Amerika başka ülkelerden de Bercam nükleer anlaşmasını ihlal etmelerini istiyor. Bundan daha da tehlikeli olan şu ki, Amerika devleti resmen başka ülkeleri ve uluslararası kurum ve kuruluşları, BM güvenlik konseyinin 2231 sayılı kararnamesini uyguladıkları takdirde cezalandırmakla tehdit ediyor. Amerika’nın bu davranışının anlamı, başkalarını kanunlara karşı çıkmaya davet etmek ve yasalara uyanları cezalandırmakla tehdit etmektir. Bu durum BM tarihinde ilk kez yaşanmaktadır. Gerçi Amerika devletinin bu tutumu sadece Bercam nükleer anlaşması ile de sınırlı değildir. Amerika hatta uluslararası ceza mahkemesine karşı da bu şekilde davranmaktadır.
Cumhurbaşkanı Ruhani konuşmasının sonunda Amerikalı devlet adamlarına hitaben şöyle dedi: sizler İran’la ilgili tarihî gerçekleri kabul edin, yaptırım uygulamaktan el çekin, tekfir etmeye son verin. Eğer sizin gerçek ülkünüz barış ise, emin olun dünya İran’dan daha iyi bir dost bulamayacaktır.
Ancak Amerika devletinin Bercam nükleer anlaşmasına yönelik tutumunu ve yaptırımları yeniden dayatmakla elde etmek istediği şeyi tek bir hedefte özetlemek mümkün, ki o da İran’ı Amerika’ya taviz vermeye zorlamaktır. Ancak Amerika artık şu gerçeği öğrenmiş olmalı ki İran asla Washington’un pususuna düşmeyecektir.
İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei de bir konuşmasında Bercam nükleer anlaşmasından ders çıkarmak gerektiğini belirterek şöyle dedi: Şimdi bir yandan Amerika’nın sözünü tutmadığı belli olduktan sonra ve öbür yandan yetkililerin de bunu beyan etmesinin ardından Bercam anlaşmasını Amerika ile müzakere etmenin yeni bir başarısız örneği nitelemek mümkün. Yani Bercam bize emsal teşkil etmiştir. Bu bir deneyimdir... görecede vaatlerde bulunuyorlar, tatlı sözler ediyorlar, ama pratikte komplo kuruyorlar, yıkıyorlar, işlerin ilerlemesine mani oluyorlar. Amerika işte budur, tecrübe de budur.