Mayıs 17, 2019 22:23 Europe/Istanbul

Bugünkü bölümde reformlar hükümetleri adlı yedinci ve sekizinci hükümetler ile ilgili konuşacağız.

İran İslam Cumhuriyetinde reformlar hükümeti adı ile tanınan yedinci ve sekizinci hükümetler, gerginlikten uzak, barışçıl ve medeniyetlerin diyaloğuna dayanarak bir dış siyaset yürüttüler. Bu dönemlerde gerginlikleri azaltmak siyaseti ise güven oluşturma, karşılıklı saygı ve anlaşma, ihtilaflar ve farklılıklar yerine ortaklıklara vurgu yapmak, yapıcı rekabet ve izzet, hikmet ve maslahat üçlü unsurları sayesinde izlenmekteydi.

Reformlar hükümetinin bir diğer stratejisi ise barış yanlısı olması idi. Bu strateji ise “ Yurtta demokrasi ve yurt dışında barış yanlılığı” sloganı çerçevesinde izlendi. Barış kelimesi ise yedinci ve sekizinci hükümet başkanının konuşmalarında en sık rastlanan kelime idi. Reformlar hükümetinin başkanı bakımından, barış insanın fıtratı ve özü ile uyumlu olup adaletsizlik ve ayrımcılıklar, barışa halel getiren en büyük nedenlerdi. Yurt dışında barış yanlısı olmak stratejisi çerçevesinde ise bölgesel ve uluslararası çatışmaların azalması, şiddetten sakınılması ve başka ülkeler özellikle de komşu ülkeler ile dostane ilişkiler kurulması siyasetleri izlendi.

Medeniyetlerin diyaloğu ise yedinci ve sekizinci hükümetin dış siyasetinin üçüncü stratejisi idi. Medeniyetler diyaloğu aslında İran’ın barışçıl ve uzlaşıcı siyasetlerine yapılan vurgu idi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da 2001 yılını medeniyetlerin diyaloğu olarak adlandırdı. Buna rağmen medeniyetler diyaloğu fikri, büyük bir şanssızlığa uğrayarak 11 Eylül 2001 olaylarına takıldı. Bu olay neticesinde Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması adlı fikri bir kez daha dikkatleri kendi üzerine çekti.

Genel olarak İran İslam Cumhuriyeti’ndeki yedinci ve sekizinci hükümetin asıl hedefinin İran’ı tecrit ettirmeye yönelik çabaları suya düşürmek olduğu söylenebilir. Bu konu ile ilgili ise İran'lı profesör Seyyed Celal Dehgani Firuzabadi şöyle düşünüyor:”Bu dönemde, İran, gerçek olumlu yüzünü dünyaya göstererek İslam Cumhuriyeti’nden gerçek dışı bir görüntü vermeye çalışanların girişimlerini boşa çıkardı. Buna göre bu dönemdeki dış siyaset de siyasal ve kültürel açılım ilkesinin yanı sıra gerginliğin giderilmesi, güven oluşturulması ve barış yanlılığı ilkesine dayandırılarak yürütüldü.

Komşu ülkeler ile ilişkileri iyileştirmek siyaseti ise yedinci ve sekizinci hükümetler döneminde de izlendi. Bu sürecin doruk noktası ise Tahran’da düzenlenen İslami ülkeler liderlerinin Aralık 1997 yılındaki toplantısının geniş çaplı katılıma sahne olması idi.  

İran İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei ise bu toplantının açılış konuşmasında şöyle bir konuya vurgu yapmışlardı:” İslami İran tarafından hiçbir İslami ülkeye tehdit ve tehlike söz konusu dahi olamaz.”

Bu konuşma ise bu toplantıya katılan İslami ülke liderlerinin büyük ilgisi ile karşılandı.

Suudi Arabistan’ın dönem veliahdı Emir Abdullah bile Tahran toplantısına katılıp bu toplantıyı tarihi bir görüşme olarak nitelendirdi. Suudi Arabistan dönem dışişleri bakanı Suud El Faysal ise Tahran toplantısınn bitmesinin ardından şöyle demişti:”İslami ülkelerin bu toplantıya geniş çaplı katılımı İran milletine saygı duyulduğu ve bu ülkeye bağlanan umutların göstergesidir. “

Bu toplantının sonuç bildirisinde ise katılımcılar Amerika’nın tek taraflılığını kınayıp Damato yasasının feshedilmesini istemişlerdi.

Tahran toplantısından üç ay sonra ise Haşimi Refsencani İran hükümeti tarafından Suudi Arabistan’a Suudi Kralı Melik Fehed ve Suudi veliahdı Emir Abdullah ile görüşmek için gönderildi. Haşimi Refsencani ayrıca Bahreyn ve İran arasında güven oluşturmak için önceden planlanmamış bir görüşme yaptı. Bu görüşme sonucunda iki ülke de 20 yılın ardından diplomatik ilişkilerini büyükelçilik seviyesine getirdi. İran dönem Cumhurbaşkanı ise Mayıs 1999’da Suudi Arabistan ve Katar’a bir ziyaret gerçekleştirdi.

İran İslam Cumhuriyeti’nin komşuları ile ilişkilerini iyileştirmesi süreci reformlar hükümetinin ikinci döneminde de devam etti.

Bahreyn kralı Şeyh Hamed bin İsa Alı Halife ise Ağustos 2002’de Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Bahreyn kralı bu ziyaretinde İran’ın dönem Cumhurbaşkanının yanı sıra İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei ile de görüştü. Bu ziyaretin ardından ise reformlar hükümeti başkanı da Maname’ye bir ziyaret gerçekleştirdi.

Bu dönemin başka bir özelliği de İran İslam Cumhuriyeti’nin Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinin değişmesi idi. Bu dönemde eleştirel diyaloglar yapıcı diyaloglara dönüştü. Avrupalı makamların bu dönemde İran’a sık uğraması ve buna paralel olarak İranlı makamların da Avrupa ile yapılan 10 turlu diyaloglar için yeşil kıtaya sık sık ziyaret gerçekleştirmesi, İran ve Avrupa’nın bu dönemdeki ilişkilerinin geliştiğinin açık bir göstergesidir.

Bu dönemde İran’a ilk ziyareti gerçekleştiren Avrupalı makam ise İtalya Dışişleri Bakanı olmuştu. Lamberto Dini’nin 1997 yılındaki Tahran ziyaretinin ardından Avrupalı ülkelerin makamları ve özellikle de dışişleri bakanları Tahran’a ziyaretler gerçekleştirdiler.

Yedinci hükümetin başkanı ise İran İslam Cumhuriyetinin ilk Avrupa’ya ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı olarak  İtalya’ya yolculuk yaptı. İran’ın dönem Cumhurbaşkanı bu ziyaretinde İtalya’nın Başbakanı ile görüşmesinin yanı sıra İkinci Pap Jean Paul ile de görüştü. Reformlar hükümeti başkanı ayrıca Fransa, Almanya, Avusturya ve İspanya’ya da resmi bir ziyaret gerçekleştirdi.

Amerika dönem başkanı G. W. Bush’un İran adını Suriye ve Kuzey Kore’nin yanında “ Şer Ekseni” olarak tanımlamasının ardından Avrupa ülkeleri bu tanımlamaya karşı çıktılar. İran ve Avrupa ülkeleri arasındaki yapıcı görüşmeler ve diyaloglar ise böyle devam etti. Ancak İran’ın nükleer konusunun 2002 yılında gündeme gelmesi ile “ yapıcı diyaloglar” yerini “ şartlı diyaloglar”a bıraktı. Böylece İran ve Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişmesinin hızı da kesildi.

Ağustos 2003 yılında ilk kez Fransa, Almanya ve Britanya, İran’a ortak bir mektup göndererek 93+2 ek protokolünün onaylanmasını ve uygulanmasını böylece İran’ın uranyum zenginleştirme programlarını durdurmasını istediler. Avrupa ve İran temcileri arasında nükleer konudaki ilk toplantı ise Ekim 2003 yılında Tahran’ın Saadabad sarayında gerçekleşti. Bu toplantıya katılan üç Avrupa ülkesi temsilcisi de İran’ın koşulsuz şartsız zenginleştirme faaliyetlerine tamamen son vermesini istediler. Üç Avrupa ülkesi temsilcisi ve İran temsilcileri Mart 2004’te Brüksel’de ve Ekim 2004’te Paris’te bir kez daha görüştüler. Bu müzakereler sonucunda ise İran gönüllü olarak zenginleştirme faaliyetlerini askıya aldı.

Buna rağmen Avrupa ve Amerika’nın İran aleyhindeki tehditleri sona ermeyip hatta İran alyehindeki dosya BMGK’ine bile gönderildi. Avrupalılar İran’ın zenginleştirme faaliyetlerini askıya alması karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmediler. Dokuzuncu hükümette ise İran’ın barışçıl nükleer programı daha da geliştirildi ve böylece İran nükleer dosyası BMGK’ine gönderildi.

Yedinci ve sekizinci hükümetlerin dış siyasetindeki en önemli meselelerden biri de Amerika ile ilişkilerin şekli olmuştur. Gerginliklerin giderilmesini dış siyasette önemli bir ilke olarak gören reformlar hükümeti Amerika ve İran arasındaki gerginliğin giderilmesine de büyük umut bağlamıştı. Bu doğrultuda reformalar hükümeti başkanı 7 Ocak 1998’de İslam İnkılabının zaferinden sonra Amerika N.B.C kanalı tarafından yayımlanan konuşmasında Amerika halkı ile konuştu ve Amerika halkına saygı duyduğunu bildirdi.

Amerika dönem Başkanı Bill Clinton da Ocak 1998’de Ramazan Bayramı münasebeti ile bir mesaj yayınlayarak “ Amerika’nın iki milletin uzak düşmesinden üzüntü duyduğunu “ bildirdi.

Amerika dönem Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise şöyle bir itirafta bulunmuştu:”1953 yılında Amerika İran’ın halk destekli başbakanı Dr. Muhammed Musaddık’ın devrilmesinde önemli bir rol üstlenmişti.” “ Bu olayın ardından bile Batı ve Amerika Şah Rejimini desteklemelerine devam etti.”

Buna rağmen Amerika’nın yaptırım ve hasmane siyasetleri aynı şekilde sürdürüldü ve böylece Amerika’nın söylem ve eylemi arasında büyük bir fark olduğu ortaya çıktı.

Amerika İran’a karşı her zaman çifte standartlı bir tutum sergilemiştir. Bir taraftan İran ile gerçekten barışmak istediğini söylüyor ancak başka bir taraftan da İran’ı teröristleri destekleyen ülkeler listesine alıyor. Bu çifte standartlı siyasetle ilgili İran İslam Cumhuriyeti’nin dönem Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi şöyle bir açıklama yaptı:” Bizim yetkililerimizin hepsi, Amerikalıların sadakatine ve tepkilerine  karşı şüphe duyuyorlar. Bu yüksek güvensizlik duvarını yıkmak için Amerika öyle davranmalıdır ki bizde güven hissi oluşsun. İlk olarak da sadakatini göstermelidir. “

Amerika’nın dönem Başkanı Clinton hükümetinin sona ermesi ile beraber Amerika’da yeni muhafazakarlar hükümeti ve başında  George W. Bush’un gelmesi ile birlikte İran’daki reformlar hükümetinin Amerika ile gerginliğinin azalması doğrultusundaki umutları da suya düştü.

Oğul Bush, ilk girişimlerinden birinde İran’ı, Suriye ve Kuzey Kore’nin yanı sıra Şirret Ekseni olarak adlandırdı. Böylece Amerika’nın hasmane siyasetlerinin pratikte uluslararası arenadaki gerginliğin giderilmesine engel oluşturduğunu açıkça ortaya çıkardı. Bush hükümetinin söz konusu girişimi ise Avrupalıların tepkileri ile karşılaşmasına rağmen Washington bu konudaki tepkileri hiç umursamadı.