Mayıs 17, 2019 22:53 Europe/Istanbul

İran İslam Cumhuriyeti, Haşımi Refsencani Cumhurbaşkanlığının iki döneminde ve reformlar hükümetinin iki döneminde toplam 16 yıl süresi boyunca pragmatik, barış yanlısı ve gerginliklerin giderilmesi ve uzlaşıcı bir siyaset sergiledi.

Ancak bu siyaset karşısında İran’ın uluslararası çevrelerden aldığı tepkiler olumlu ve uygun tepkiler değildi. Amerika ve Avrupalı ortaklarının sultası altında olan uluslararası çevreler ve kimi uluslararası kurumlar ve kuruluşlar bu güçler tarafından olağan üstü bir şekilde kontrol ediliyordu. Böyle bir ortamda İran’ın uluslararası ve bölgesel alanda olağan faaliyetleri için bile zemin hazırlanamıyordu. Bunun tam tersi İran aleyhindeki düşmanlık gidişatı sürdürülüp günden güne artıyordu. Bu sebepten dolayı uluslararası arena İran için gerilimler ile dolu tehdit saçan bir ortam haline geldi. Bu ortam ise İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesine yol açtı.

Mahumud Ahmedinejad’ın İran’ın yeni cumhurbaşkanı olarak seçilmesi ile birlikte İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyasetinde de ciddi değişiklikler yapıldı. Ahmedinejad ister cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde ister cumhurbaşkanı seçildiği dönemden sonra, iç ve dış siyasette İslam İnkılabının ilk yıllarındaki ilkeleri, ülküleri ve değerlerini canladırmak istediğine vurgu yaptı. Ahmedinejad, İslam Cumhuriyetinin üç önemli ilkesi olan izzet, hikmet ve maslahat ilkelerini dikkate alarak, dış siyasette önceliği izzet ilkesine verdi.

Mahmut Ahmedinejad Hükümetinin dış siyasetindeki en önemli ilkelerinden biri de dünya gelişmelerinde adalet ve maneviyatın canlandırılmaya çalışılması idi. Ahmedinejah 2005 yılı seçim kampanyalarında dış siyasetteki sloganını adalet ekseninde ve adaleti yaymak olarak belirledi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandıktan sonra, Mahmut Ahmedineja adalet ekseninde yol almayı kendi dış siyasetinin temel taşı olarak belirledi.

Hükümetin dönem Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki şöyle bir açıklama yapmıştı:”Dokuzuncu hükümetin dış siyaseti, adalet ekseninde yapılacak diyaloglar, ülkelerin modern düzen ve uluslararası adaletin oluşturulmasındaki eşit rol alabilme haklarına dayalıdır.”

Sulta düzeninin nefyedilmesi ve süper güçlerin sultasından temizlenmiş uluslararası bir düzene vurgu yapılıp büyük güçlerin zulümleri, cinayetleri ve müdahalelerinin kınanması dokuzuncu ve onuncu hükümetlerin adalet eksenli bir dış siyaset sergilemeye çalışmasından kaynaklanmıştı.

Sevgi göstermek ise dokuzuncu ve onuncu hükümetlerin dış siyasetinin en önemli ilkelerinden birisi idi. Ahmedinejad şuna inanıyordu:” İslami inançlara göre biz bütün beşeriyeti seviyoruz. Biz bütün insanların birbirlerini severek barış ve dostluk kurmalarını istiyoruz. “

Buna paralel olarak Ahmedinejad Hükümeti dış siyasette Doğu ülkelerine yöneldi. Böylece Rusya ve Çin gibi süper güçler ile ilişkilerin geliştirilmesi doğrultusunda ciddi çabalarda bulundu.  İran’daki eski hükümetler ise daha çok Batı’ya odaklanmış bulunuyorlardı. Ancak Ahmedinejad hükümeti Doğu’ya odaklanarak Batı ve Doğu arasında bir denge kurulacağına inanıyordu.

Ayrıca Ahmedinejad hükümeti Güney’e de yöneldi ve Güney’de yer alan ülkeler ile de ilişkileri genişletti. Güney’e yönelme ise Kuzey’in sultacılığına tepki olarak ortaya çıktı.Güney ülkelerinden kastettiğimiz ise Afrika ülkeleri ve Latin Amerika ülkeleridir.

Ahmedinejad bakış açısından dış siyaset, ülkenin topyekun kalkınmasına ve gelişmesine yol açması gerekiyordu. Ahmedinejad'ın, İran’ın dış siyaseti alanındaki topyekun gelişmesine dair şöyle bir açıklaması vardı:” Dış siyaset yönetimi bağlamında, sürekli ziyaret gerçekleştirip hoşbeş edip gülmekten ve klişe laflar söylemek gibi sadece görünüşe takılmayıp sonuçlar doğuracak uygulamalara yönelmeliyiz.”

Dokuzuncu ve onuncu hükümetlere göre savunmaya kapanıp  kendi sahamızda oynamak yerine rakibin sahasına ayak basmalıydık. Çünkü savunma yapmak sadece gol yememenize neden olabilir ancak rakip sahasına girerseniz gol atma ihtimaliniz doğar. Bu yaklaşım nükleer meselesi ve Siyonist Rejim meselesinde izlenmeye çalışıldı. Ahmedinejad Siyonist İsrail Rejimini ve Holokast olayını inkar etti.

Profesör Emir Muhammed Haci Yusefi bu konuda şöyle bir düşünceye sahiptir: ”Reformlar hükümetinin Batı ile teamülü olumlu sonuçlar doğurmadı. İran ise nükleer müzakerelerde geri çekilmesinin yanı sıra hiçbir taviz de sağlayamadı. Gerçekte Ahmedinejad, Batı ile etkileşimde olmasının yanı sıra karşı koyma siyasetini de yürüttü. Komşu ülkeler, Doğu ve Güney ülkeleri ile etkin bir etkileşim sürecine ayak basıldı. Holokost konferansının gerçekleştirilmesi ve İran’ın dış siyasetindeki nükleer faaliyetlerinin frensiz tren olarak nitelendirilmesi bu dönemdeki hükümetin anılan çerçevede gerçekleştirilen girişimlerinin bir kaçıdır.

Bu dönemde nükleer siyaseti çerçevesinde, UAEK ile işbirliklerine devam edileceğine ancak zenginleştirme sürecinin askıya alınma ve durdurulma konusunda hiçbir müzakere yapılmayacağına vurgu yapıldı. Bu doğrultuda İran’ın zenginleştirme kapasitesi yüzde 20’lik bir gelişme göstererek santrifüj sayıları da 19 bine ulaştı. İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer bilimi ise günden güne artarak göz alıcı bir ilerleme sergiledi. Nükleer endüstrisinin gelişmesi ve Batılı güçler özellikle de Amerika’nın İran’ı insan hakları ihlalleri, füze savunma gücü ve bölgesel siyasetleri alanındaki iddiaları ile eleştirmesi ve İran İslam Cumhuriyetine karşı BMGK’nde 7 karar çıkartması da Ahmedinejad hükümeti döneminde İran İslam Cumhuriyeti’nin Batı ile karşılaşmasının şiddetlenmesi döneminde yaşandı. Gerçekte Ahmedinejad döneminde İran ve Batı arasındaki ilişkiler en kötü dönemini yaşadı. Hatta kimi analistler ve iç ve dış siyaseti alanında faaliyet gösteren devlet adamları da savaş eşiğine girildiğine inanıyorlardı.

Mahmut Ahmedinejad’ın İran İslam Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte Fars Körfezi ülkeleri de İran’ın dış siyasetinde Fars Körfezi İşbirliği Konseyine yönelik siyasetinin şiddetleneceğini düşünüyorlardı. Ancak İranlı diplomatlar ve dönem Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE gibi ülkelere ziyaretlerinin ardından İran’ın dış siyasetinin daha çok bölge ülkeleri ile dostane ilişkiler kurmak üzerinde temellendirildiğini anlamış oldular. Bu doğrultuda Ahmedinejad Aralık 2007'de beraberindeki  heyet ile 27 yılın ardından ilk kez Fars Körfezi İşbirliği Konseyine gözlemci üye olarak katıldı.

Profesör Emir Muhammed Haci Yusefi bu hususta şöyle bir değerlendirme yapmıştır: Ahmedinejad’ın dış siyaseti, özellikle de ilk döneminde bölgede güven ortamı oluşturmak ve bilhassa Fars Körfezi İşbirliği Konseyi üyeleri ile ilişkileri güvene dayandırarak geliştirmeye yönelikti.

Buna rağmen Fars Körfezi İşbirliği Konseyi üyeleri Fars Körfezinde bulunan üçlü adalar konusunda geçmişteki tutumlarında ayak direterek İran’ı nükleer bomba yapmak ile itham edip İran’ın nükleer faaliyetlerinin bölgeyi askerileştirdiğini iddia ediyorlardı. Arap dünyasındaki İslami uyanışın 2011 yılında baş göstermesi ile İran ve Fars Körfezi İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki gerginlik de şiddetlendi. Çünkü İslami uyanış, İran önderliğindeki Direniş ekseni ve Suudi Arabistan elebaşlığındaki Siyonist Rejim ile uzlaşıcı ve muhafazakar eksen arasındaki çatışmasını körükledi. İran İslam Cumhuriyeti Arap ülkelerindeki halkın kendi kaderlerini belirlemesine vurgu yaptı. Ancak Katar hariç Fars Körfezi İşbirliği Konseyi ülkeleri Arap dünyasındaki krallıkların korunmasını istiyordu.