Mayıs 17, 2019 22:59 Europe/Istanbul

Bu bölümde Amerika'nın İran İslam Cumhuriyeti ile kırk yıllık düşmanlığını ele alacağız.

İran İslam İnkılabı hayatının 40'ıncı yılını kutlamakla beraber yeni bir döneme adım atmıştır. Son 40 yılda Amerika sürekli türlü yollara baş vurarak İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde düşmanlığını ortaya koymuştur.

İran İslam İnkılabı, dünyada iki kutuplu bir uluslararası düzenin hakim olduğu bir dönemde yaşandı. Bu iki kutup, Batı ve Doğu bloklarını oluşturan Amerika ve Sovyetler Birliği idi. Bu süper güçlerin biri yani Sovyetler Birliği 1990 yılında dağılmaya başladı. Bu dönemden itibaren Amerika tek kutuplu dünya düzenine hakim bir güç olarak ortaya çıktı.

 Amerika soğuk savaşın öncesinde ve sonrasında zaten İran İslam Cumhuriyeti ile düşmanlığını ispatlamıştı. 40 yıl geçmesine rağmen bu düşmanlığın alevleri sönmezken üstelik daha da körüklenmiştir. O kadar ki hali hazırda Amerika hükümeti bütün uluslararası anlaşmaları bile göz ardı ederek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2231 sayılı kararını ayakları altına almış bir halde Bercam Nükleer Anlaşmasından çekilmeyi ve bu uluslararası anlaşmanın yapılmasından önce yürürlükte olan yaptırımları tekrar uygulatmaya başlamayı bile göze almıştır. Amerika'nın İran İslam Cumhuriyetine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bu düşmanlığının en önemli sebeplerinden dördünü şöyle sıralayabiliriz: Zıt karakterler, İran'ın bağımsızlığı, Siyonist Rejim İsrail'in İran tarafından tanınmaması ve İran İslam İnkılabının uyarıcı ve farkındalık yaratan mahiyeti.

Hali hazırda, uluslararası düzendeki hüviyetin önemi o kadar fazla ki uluslararası ilişkiler uzmanı ve teorisyeni Powell Covert, uluslararası siyasette hüviyetin rolünün altını çizerek, Francis Fukuyama'nın tarihin sonunu belirlemekte büyük bir yanlış yaptığını söylemiştir. Covert bu sözünü dinin ve ırkın hüviyetteki rolüne dayandırmıştır. Ona göre tarih, ırk ve din yanında olduğu sürece sonlanmamıştır. Tam tersi yeni bir hüviyet kaynağı olarak kamu öz farkındalığın bir parçası haline gelmiştir. Covert, günümüzdeki duyguların ve bağnazlıkların sebebini askeri zafer veya üstünlük kazanmaya değil düşmanın kim olduğu sorusuna bağlamaktadır.

Uluslararası ilişkiler alanında teorisyenlerden olan Alexander Vendt ise hüviyetlerin sabit olmadığını ve sürekli değişime uğradığını düşünüyor. Vendt'e göre devletler, düşmanlarına karşı dostlarına davrandıklarından farklı davranırlar. Doğal olarak bir tehdit oluştururlar. Vendt, Amerika'nın askeri gücünü örnek göstererek bu gücün Kanada ve Küba için farklı bir anlam taşıdığını söylemektedir. Bu iki ülke aynı uluslararası sistemde yer almalarına rağmen farklı bir yaklaşım çerçevesinde Amerika'nın askeri gücünü değerlendirirler. Vendt ayrıca Britanya füzelerinin Amerika için Sovyetler Birliği füzelerinden farklı bir anlam taşıdığını söylüyor.

Hüviyete olan bu yaklaşım, Amerika ve İran İslam Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler konusunda da görülmektedir. Çünkü İslami İnkılap ile birlikte İran'ın hüviyeti de değişti ve böylece dini kaldırma yönünde hareket eden Batı yanlısı muhafazakar bir ülke olan İran, bağımsız, din odaklı ve devrimci bir ülkeye dönüştü. Böylece dünyada yeni bir siyasi sistem diyeceğimiz bir siyasi düzen modeli ortaya koyuldu. Gerçekte İran dini ve siyasi hüviyet bakımından Amerika ile tamamen zıt bir konuma gelmiş oldu.

İslam İnkılabının, Amerika ve ortaklarının İran aleyhindeki düşmanlıklarına yol açan en önemli özelliklerinden biri de Batılıların deyimi ile teokratik veya tevhide dayalı bir siyasi düzenin hâkim olması idi. Bu yönetim türü, zulme karşı, küfre karşı, sultaya karşı bir mücadeleci sistem olup bağımsızlıktan yanadır. Bu siyaset tarzı ise Amerika'nın siyasi düşüncelerine tamamen zıttır.

Böyle bir siyasi düzenin işbaşına gelmesi ile Amerika ilk baştan beri tamamen kendine bağlı olan Şah yönetimi gibi bir üssünü bölgede kaybetti. Amerika o dönemde bölgenin kararlılık adası olarak tanıtılan İran'ı kaybederek bölge ülkeleri üzerinde sulta ve gücünü dayatmak için en önemli jandarma üssünü birden bire elden gitmiş olarak gördü. İslami ve devrimci bir hakimiyetin İran'da işbaşına gelmesi ile Amerika makamları da bu meselenin büyük bir tehdit olduğu konusunda  uyarılarda bulunmaya başladılar.

Tanınmış Amerikalı teorisyen Zbigniew Brzezinski bu konuda şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:" Ortadoğu'daki radikal İslam'ın Şah rejiminin düşmesi ile yeniden canlanması ve İran'daki İmam Humeyni devriminin yarattığı sarsıntılar Amerika ve Batılılar için hayati bir önem taşıyan bu bölgedeki Batı ve Amerika'nın çıkarlarını büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakmıştır. "

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei de defalarca konuşmalarında Amerika'nın İslam Cumhuriyetindeki İslami düşünceye karşı düşmanlık güttüğünün altını çizmiştir. Bu konu ile ilgili ise şöyle buyurmuşlardır:" Dini bir devletin ve İslami Cumhuriyetin varlığı başlı başına, din düşmanlarını saldırmaya yöneltmiştir. Nitekim Kuranı Kerim'deki ayetlerde de hak cephesinin tarih boyunca sürekli batıl cephesi tarafından saldırıya uğrayacağı yazılmıştır. "

Amerika'nın İran İslam Cumhuriyeti karşısındaki düşmanlığının en önemli sebeplerinden biri de İran'ın bağımsızlığına yaptığı vurgudur. Gerçekte Pehlevi Rejimi ve İslam Cumhuriyeti arasındaki en önemli fark da İran İslam Cumhuriyetinin bağımsızlığa olan hassasiyetidir. İran İslam Cumhuriyeti dış siyasetinin en önemli ilkesi ve sloganı  " Ne Batı Ne Doğu" olup sekiz yıllık dayatılan zorunlu savaş döneminde bile vaz geçilmeyen bir ilkedir. Halbuki Amerika'nın Batı Asya'daki en önemli stratejisi, ülkelerdeki karar alma ve güç sistemini etkilemek amacı ile bu bölgedeki ülkelerin bağımlı kalmasıdır.

Ünlü Amerikan kuramcı Noam Chomsky Amerika elit kesiminin İran'dan nefretinin kökleri ile ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:" Bu çok basittir: 1979 yılında İran bağımsızlığa doğru bir adım attı. Daha kötüsü İranlılar, Amerika'nın çıkarları doğrultusunda hareket eden despot bir kişiyi devirdiler. Amerika devlet adamları ise bunu unutamayacaklar. Gerçekte İran İslam İnkılabından az bir süre sonra Amerika, Irak'ın İran'a saldırmasını ve uzun yıkıcı bir savaş başlatmasını destekledi. "

Cezayir Ulusal Yapılanma Hareketi Partisi Başkanı ve eski Turizm Bakanı Abdülkadir Bin Karine Amerika'nın İran İslam Cumhuriyeti ile olan düşmanlığını şöyle değerlendirmektedir:" İran, bağımsız ve özgür bir ülke olup uluslararası emperyalizm karşısında boyun eğmemiş bir ülkedir. İşte bu yüzden Amerika kaygı ve üzüntü içerisindedir. Amerika devleti bağımsız ve direniş ekseninde hareket eden ülkeleri kendi yolu ve planları için bir engel ve tehdit olarak var saymaktadır."

Amerika'nın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Martin İndyk ise bu hususta şöyle bir açıklama yapmıştır:" İslam İnkılabının cezalandırılması, Amerika sultasından kurtulmak ve bağımsızlığı gerçek anlamda elde etmek isteyen ülkeler için bir ders olacaktır."

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei ise bu konu ile ilgili şöyle buyurmuşlardır:" Amerika ve küresel emperyalizmin İslami İran ile düşmanlığı, güçlü halka dayanan hareketlenmeden dolayıdır. Çünkü halkın imanı, özgüveni ve bağımsızlığa olan ilgisi onların zararına yol açacaktır. Onlar bizim ülkemizin her zaman bağımlı olmasını istiyorlar. Onlar bölgemizi, kültürel, ekonomik ve siyasi bakımdan kendilerine bağımlı olarak görmek istiyorlar. Böylece bir ülke bağımsız olup özgüvenini kazanmasının yanı sıra büyük ve ala hedefler yolunda adım attığı zaman doğal olarak onlar rahatsızlık duyacaklar. Onlar, İran milletinin tamamen din, kültür ve ekonomisini ele aldıkları zaman rahat edecekler. İran milleti ise artık uyanmıştır ve böyle zorbalıklara ve kabalıklara boyun eğmeyecektir. "