Ekim 01, 2019 19:50 Europe/Istanbul

Bu bölümde Batı Asya'daki hilafet yanlısı cenah olan İhvan hareketini ele almak istiyoruz.

Geçen bölümde Batı Asya ve Hindistan'daki hilafetçilik akımını ve Vahabiyetin bu hareketteki etkilerini ele aldık. İşte Batı Asya ve Kuzey Afrika'da ikinci hilafet yanlısı hareket de Mısır'dan kaynaklanan İhvan hareketidir. Bu hareket 1928'de Mısır'ın İsmailiye şehrinde Hasan el Benna tarafından kuruldu ve daha sonra tüm Arap dünyası ve İslami ülkeleri etkiledi. İhvan düşüncesi İslam aleminin dört bir yanında bölgesel fikrî hareketler çerçevesinde varlık buldu. Pakistan ve Hindistan alt kıtasında ise İslami cemaat ve Afganistan'da da İslami Cemiyet hareketi çerçevesinde siyasi arenada etkili olmaya başladı. 

İhvan hareketini düşünsel ve ideolojik olarak İslam aleminin tarihinde kök salan selefi hareketlerden saymak mümkün. Ancak bu hareketi Reşid Rıza, Celal Abde, Seyyid Cemaleddin Esedabadi ve Kevakebi gibi son yüzyılların düşünürlerinin hilafetçilik düşüncelerinin devamı olarak nitelemek mümkün. Bu düşünürler İslami iktidarın İslami hilafet çerçevesinde yeniden yaşatılması doğrultusunda çaba göstermişlerdir. İhvan hareketi de aynı doğrultuda  dikkatleri hilafetin yaşatılmasının zaruretine çekmek istemiştir. 

Aslında İhvan hareketi ilk başta barışçıl mahiyete sahip olup stratejisini adım adım gelişmek üzerine kuran bir hareketti. Ancak zaman içerisinde bu stratejinin işlevsizliği İhvan hareketinin içinde radikal grupların oluşmasına yol açtı. Bu gruplara göre ise cihat barışçıl yöntemlerden daha etkilidir. Buna rağmen 1945'te onaylanan İhvan hareketinin yol haritasından İhvan hareketinin çekirdek kesiminin  kurucusunun görüşlerine bağlı kaldıklarını söylemek mümkün. O yıllarda onaylanan İhvan hareketinin bu yol haritası üç ana eksen etrafındadır. Bu eksenleri aşama olarak da adlandırabiliriz. 

İlk aşama hareketin halk kitleleri ve kesimleri arasında tanıtılması, İkinci aşama  üye seçimi ve alımı ayrıca eğitilmesi, üçüncü aşama ise İhvan hareketinin İslami Hilafeti oluşturmaya çalışması

Görüldüğü gibi İhvan hareketi amaçları açısından hilafetçi selefiler ile aynı yönde düşünmektedir. Ancak yöntemlerinde farklılık göze çarpmaktadır. 

Son yıllarda İslami uyanış neticesinde demokratik bir sürecin ardından iktidar olan İhvan hareketine bağlı Muhammed Mursi'nin Mısır'da daha sonra demokratik olmayan en yaygın yöntem yani darbe ile devrilmesinin ardından İhvan hareketinde de ciddi değişiklikler yapıldı. Öyle ki bu değişiklikler neticesinde İhvan hareketinin radikal cenahının cihat ve tabii tekfirci cihada yaklaştığını söylemek mümkün. 

Bu süreç içerisinde ise İhvan hareketinin radikal kesiminin Afganistan'da IŞİD hareketine katılması pek de uzak bir ihtimal değildir. Zaten bu süreç Mısır'ın Sina çölünde de yaşanmaktadır. İhvan hareketi tüm Sünni ülkelerde yaygın olan farklı kollara sahip olan tek harekettir. 

İhvan hareketi, asıl hakimin Allah olduğu ve insanın da Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi yani halefi olduğunu ilke edinmiştir. Bu harekete göre insan kendini halefi olarak seçen ilahi güce karşı çıkamaz. Yine İhvan düşüncelerine göre  Allah'ın iradesi İslam Peygamberinin görev süresinde de tecelli etmiştir. Bu düşünceye göre İslami hakim, halife veya emir, Müslümanların biati veya serbest iradesi ile seçilse bile asıl görevi ve misyonu Peybamber Efendimizin risaletinde olanları uygulamaktır. 

İslami hilafetin tekrar yaşatılmasının nihai hedefi ise İslam aleminin gücünü geri getirip tüm dünyada İslam'ı hakim kılmaktır. Böyle bir hedefin gerçekleşmesi için ise belli aşamaların göz önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda İhvan Hareketi de kendine belirli adımlar ve aşamalar belirlemiştir. İslami aile, İslami toplum, İslami devlet ve İslami hilafetin oluşturulması bu aşamaları şekillendirmektedir. İslam ülkelerinin ve hakimlerinin birleştirilmesi ise bunun için gereklidir. 

İşte Selefi-İhvanî hareketi Ehli Sünnet Müslümanları arasında en etkili hilafetçi hareket olarak nitelendirmek mümkün. Bu hareket, Suudi Arabistan'ın petrol dolarlarına bağlı olan Vahabiyetin aksine Türkiye ve Katar'ın gücü ve servetine bağlı değildir. Bu hareket aslında ciddi anlamda halk kitlelerinden de destek görmektedir. Mevcut durumda ise İhvan hareketi hem demokratik ve siyasi yollar ile hem de radikal kolları ile silah gücünden yararlanarak İslam'ı hakim kılmak ve hilafeti tekrar yaşatmak istiyor. 

İhvan hareketinden 1979'da ayrılan Muhammed Abdüsselam tarafından  kurulan Mısır İslam Cihadı ve tekfir Cemaati ve de Eymen ez-Zevahirinin El Kaide lideri olmadan başını çektiği Fetih Öncüleri Cemaati Müslüman Kardeşler yani İhvan hareketinden ayrılan hareketlerdi. 

Az önce de değindiğimiz gibi Müslüman Kardeşler hareketinin radikal kesimlerinin Afganistan'da IŞİD terör örgütüne katılması pek uzak bir ihtimal gibi gözükmüyor. Tabii böyle bir katılımın kendine has özellikleri de olacaktır. 

Aslında bunu anlamak için tarihe göz atmakta fayda var. 1979'da Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinin ardından Batı Asya'daki selefi akımı Hint alt kıtasındaki Selefi-Diyobendi akımı ile bağ kurmuş oldu. Batı Asya selefi hareketleri hem Vahabi hem İhvan kolları ile Afganistan'da cihat hareketi şekillendiğinde Pakistan'ın Lahor bölgesinde Afgan gruplar ve örgütler yanında Sovyetler Birliği karşısındaki silahlı mücadeleye katıldı. 

Bu sırada ise Afganistanlı cihatçıların Diyobendi hareketine bağlı oldukları için Selefi-Vahabi akımına veya Selefi-İhvanî akımlarına bağlı Arap cihatçıları ve Afganlar arasında ciddi bir bağ kuruldu. Bu iki ayrı hareketin bağ kurması ile Batı Asya hilafet yanlısı Arap hareketler ve Hint alt kıtasının Diyobendi hareketi arasında sıkı bir bağ kuruldu. Bu doğrultuda Pişaver'de Mücahitler için mali destek toplanması ve de cihatçı yardımın sağlanması için bürolar bile kuruldu. Bu alanda faaliyet gösteren en belirgin Arap şahsiyetlerinden biri de Abdullah İ'zam'dı. Abdüllah İ'zam, aslen Filistinli Ürdün vatandaşı bir İhvancı idi. O önemli fetvası ile Arap mücahitlerin Afganistan'da Hanefi fıkhına ayak uydurmalarını ve böylece ihtilafları bir kenara bırakmalarını istedi. 

Bu çerçevede Abdullah İzam cihat için Afganistan'a giden tüm Arapların mezheplerini bir kenara bırakıp Hanefi mezhebine uymalarına dair bir fetva yayımladı. Bu fetva Hanefi mezhebi ve Diyobendi hareketi taraftarlarının Arap cihatçılarına yönelik güven hissinin artmasına neden oldu. Aslında Afganistan'a cihat için giden Araplar, fıkhî açıdan hanbeli, maliki veya şafiilerden olup Batı Asya ve Kuzey Afrika'dan yola çıkan insanlardı.

Buna rağmen Arap cihatçıları arasında Vahabiyet'e bağlı olan kişiler de vardır. Bunların asıl hedefi ise Suudi Arabistan'ın öngördüğü Vahabiyet'i Afganistan'da yaymaktı. Bu grup cihatçılar genellikle Fars Körfezi çevre Arap ülkeleri özellikle de Suudi Arabistan'dan Afganistan'a gidenlerdi. 

Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirliklerinin mali destekleri  Afganistan'daki Vahabi grupların konumunu bu bölgede pekiştirdi. İşte bu grup Arap ve Afganların ortak komisyonunda ihtilaflara yol açtı. Nihayet ihtilafların sonunda Abdullah İzam'ın ölmesinden sonra Usama  bin Ladin'in onun halefi olarak işbaşına gelmesi ile bu grup da artık kendi askeri ve eğitim düzenini kurmuş oldu. Böylece yavaş yavaş Vahabi düşünceye bağlı grup kendine Afgan mücahitlerinden ayrı bir askeri alan ve misyon tanımladı. Tabii bu grubun Peşaver'de yerleşen cihatçı Afgan grupları ile iş birliği de devam etti. Ancak eğitim, faaliyet sahası ve kampları açısından bağımsız olarak çalışmaya çalıştı. Bu gruba üye kimileri ise aileleri ile bu kamplara göç etti. 

Vahabi Arapların ilk bağımsız eğitim kampı "Kaide-tül Ensar" adı ile Bin Ladin ele başlığında Caci bölgesinde kuruldu. Bu merkez için ön görülen misyon ise cihatçı Arap gönüllülerin savaş meydanlarına gönderilmesi için hazırlanmaları idi. İşte burada eğitim görenler daha sonra El Kaide'yi oluşturup Afganistan topraklarında kendilerine has bölgeler medyana getirdiler.