Ekim 07, 2019 20:51 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Amerika'nın 2001 Afganistan saldırısı ve ardından da bu ülkede radikalizmin güçlenmesi ile ilgili konuştuk. Bu bölümde ise Mücahitlerin kazanmasının ardından Afganistan gelişmeleri ve bu dönemdeki tecrübelerin günümüz Afganistan'a olan etkisini konu edineceğiz.

Sovyetler Birliğinin Kızıl Ordusu'nun 27 Aralık 1979'da Afganistan'a girmesi ile bu ülke işgal altına girmiş oldu. Ancak Sovyetlerin Bolşevik ordusu 15 Ocak 1988 yılında Cenevre anlaşmasına göre kaybeden taraf olarak Afganistan'dan ayrıldı. Böylece Afganistan halkının Kızıl Ordu karşısındaki direnişi toplam 9 yıl bir ay 9 gün kadar sürmüş oldu. Sovyetler Birliği ordusunun Afganistan'dan çekilmesine rağmen Afganistan'da iktidarda bulunan Dr. Necibullah başkanlığındaki Marksist yönetim ise üç yıl boyunca Mücahitler karşısında durmayı başardı. Ancak bu Marksist yönetim de 28 Nisan 1992'de Mücahitlerin Kuzey'den Ahmed Şah Mesud liderliğinde Kabil'e girmesi ile düştü.

Sovyetler Birliği ordusunun Afganistan saldırısı komutanı Boris Gromov daha sonraları bu saldırının büyük bir hata olduğunu söyledi. Boris Gromov Kızıl Ordunun Afganistan'da bulunduğu dönemin sonlarında iki önemli görevin belirlendiğini söylüyor. Bunların biri Sovyetler güçlerinin Afganistan'dan zayiat vermeden güvenli bir şekilde çıkması ve diğeri de Afganistan ordusunun bağımsız olarak varlığını sürdürmesi için hazırlanması. 

Afganistan'ın cihatçı dini alimlerinden Seyyid Muhammed Hüseyin Rızvani Sovyetler Ordusunun Afganistan'dan dışarı atılmasının bu ülkenin tarihinde altın bir sayfa olduğuna inanıyor. Rızvani'nin dediğine göre Afganistan halkının küresel saldırganlara karşı bu zaferi inanılmazdı. Çünkü Kızıl Ordu'nun Afganistan'daki yenilgisinin asıl nedeni Afgan halkının sağlam iradesi ve azmi, milli birliği ve yüce Allah'a inanmaları idi. Afganistan halkı ne zaman Allah'a tevekkül edip birlik içerisinde hareket etmişlerse düşmanlarına karşı galip gelmişlerdir. 

Buna rağmen Sovyetlerin cihatçı bir hareketle yenilgiye uğramasının ardından Afgan halkının yaşadığı, tam anlamı ile bir trajedi idi. Bu trajedi günümüze dek devam etmiş ve Aganistan'ın tekrar işgal edilmesine ancak bu kez Amerika ve NATO tarafından sömürülmesine neden olmuştur. Bu işgalin sonucu ise, Afganistan'da güvensizliğin devam etmesi ve tekfirci terörist IŞİD gibi radikal ve terörist grupların faaliyetlerinin artması olmuştur. 

Afganistan'daki direnişin hikayesi Marksist yönetimin hüküm sürdüğü dönemde, Halk Demokratik Partisinin darbesinin ardından kendiliğinden halk arasında meydana gelen yöresel, bölgesel ve dağınık hareketlerden başladı. Ancak daha sonra Kızıl Ordu'nun Kabil'deki Marksist rejimi desteklemek için Afganistan'a girmesinin ardından Afganistan'daki cihatçı hareket de İslam ve Batı dünyasının ciddi desteklerini almaya başladı. Tabii bu süreçte Batı'nın müdahaleleri daha sonra kurulan Mücahitler Hükümetinin başarısızlığında büyük rol oynadı. Kızıl Ordu'nun Afganistan'dan çıkışı aslında süper güçlerin Afganistan'daki rekabetine son verse de bölge ülkeleri arasındaki rekabeti şiddetlendirdi. 

Bu gerçeği ise Mücahitlerin 28 Nisan'da Kabil'e girdiği akşamda açıkça görmek mümkün. 

 

Marksist Rejim ve Necibullah yönetiminin son akşamı olan Mücahitlerin Kabil'e girdiği akşam Afganistan başkenti bir birine rakip bile olan farklı farklı cihatçı grupların kuşatması altında idi. Bu sıralarda ise Ahmed Şah Mesud gece yarısında Kabil'i ele geçirdi. 

Afganistan tarihi alanındaki araştırmacılardan Sultan Hüseyin Fehimi ise bu hususta şöyle diyor: "Bu sıralarda Afganistan halkı da cihat hareketi ve hükümetinin bu zaferini coşkulu bir şekilde karşıladı. Çünkü Afgan halkı Müslümandı ve Necibullah aleyhindeki ayaklanma da din içindi. Ancak bu zafere rağmen bir yandan da cihatçı güçleri arasında güç savaşı başlamış oldu. Bu güç savaşı etnik ve fırkacılığa dayalı bir çatışma idi. Öyle ki Afganistan ordusunun dağılması ile ordunun üst düzeyinde komuta kademesinde yer alan Tacikler, sade askerler olarak Ahmet Şah Mesud'a katıldılar. Peştunlar ise çoğunlukla Gulbuddin Hikmetyar'ın İslami Partisi'ne, Hazaralar  Abdülali Mezari'nin Vahdet Partisi'ne ve Özbekler de General Abdürreşid Dostum güçlerine katıldılar. 

Afganistan'ı araştıran birçok uzmana göre Peştunların ve Taciklerin bir birini itham ettiği komplo da Afganistan ordusunun dağılmasından kaynaklanmıştır. Afganistan ordusunun dağılmasının kasıtlı olup olmadığı konusu hep tartışma konusu olmuştur. Ancak her halükarda bu dağılma bir şekilde gerçekleşti ve sonuçta güç savaşı ve kavgasının körüklenmesine yol açtı. Kabil'de yaşanan kaoslar ve şehrin yağmalanması ise Peşaver'de yabancı güçlerin müdahalesi ile cihatçı gruplar arasında sağlanan anlaşmaların Mücahitler hükümeti tarafından hayata geçirilememesine neden oldu. Yapılan bu anlaşmalarda Sıgatullah Muceddedi bir ay ve Burhaneddin Rebbani de 4 ay boyunca Mücahitler Hükümeti başkanlığına getirilip daha sonra da özgür seçimlerin düzenlenmesi ile meşru ve yasal bir hükümetin iş başına gelmesi planlanmıştı. 

İktidardaki bu etnik ayrılmalarının daha önceden ön görülmesi  mümkün olsa da cihatçı liderlerin dağınık olması yüzünden bu konuda bir çözüm üretilememişti. 

Afganistan çağdaş tarihi araştırmacısı ve analistlerinden Avaz-Ali İtimadi bu hususta şöyle düşünüyor: "Mücahitler hükümetinin başarısız olmasının önemli nedenlerinden biri de etnik grupların Mücahitler içindeki hakları hususundaki anlaşmazlıklar ve ihtilaflardı."

Bu sırada iktidardaki güç paylaşımı için kimi Mücahitler partilerin baz alınmasını istediler. Ancak bu konuda bir sonuca varılmadı. Dış müdahaleler de bu sıralarda zaten tarafların ihtilaflarını arttırıp sonunda da iç savaşlara yol açtı. 

Bu arada bölgesel müdahaleleri de unutmamak gerekir. Kabil'in Taciklere bağlı Afganistan İslami Cemiyeti tarafından ele geçirilmesinden dolayı gafil avlanan Gulbuddin Hikmetyar İslami Partisi ise güçlerini Kabil'e bakan Saravbi bölgesindeki dağlık bölgede konuşlandırarak toplarla şehri hedef aldı. Halbuki daha önce Peşaver'de yapılan anlaşmalara göre Gulbuddin Hikmetyar geçici Mücahitler Hükümetinde başbakan olarak seçilmişti. 

Bunun ardından ise diğer güçler ve gruplar da rakiplerine karşı savaş açıp böylece geniş çaplı bir iç çatışma ve savaş başlamış oldu. 

İç çatışmalar sırasında ise General Dostum ve Gulbuddin Hikmetyar'ın yıkıcı rolleri daha belirgindi. Bunlara ilaveten Abdürresul Sayyaf'ın İslami Birlik Partisi ve Mezari'nin Şiaları topladığı Birlik Partisi etnik meselelerin yanı sıra mezhep kriterlerinden de söz etmeye başladılar. Bu mesele ise, Şiilerin yaşadığı Afşar bölgesinde yaşanan katliamdan kaynaklanmıştı. 

Kabil Üniversitesi hocalarından eski Afgan diplomatlardan Ahmet Saidi ise Mücahitler hükümnetinin başarısızlığı ile ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: " Afganistan halkı bir ve beraber olmadan bir yere varamaz. Afgan halkı büyük küçük etnik gruplar, farklı diller bağnazlıklarına son vermeden tek bir millet ve tek ses olmadan bu kötü durumdan kurtulamaz böylece Afgan halkı da müdahaleci güçlerin aracı olarak kullanılır. "

Bu durum şimdi Afganistan'ın siyasi arenasında bile görülmektedir. 

Afganistan'ın bu geçmişinden yola çıkarak mevcut durumda da çoğu uzmanlar,çağdaş tarihte ilk kez yaşanan  Milli Vahdet hükümetinin kurulmasını bir fırsat olarak nitelemektedir. Bu fırsat sayesinde Afganistan siyasi ve cihatçı şahsiyetlerinin milli maslahatlar ve çıkarların sağlanması ortamı yaratılmıştır. Bu fırsata rağmen Afganistan Milli Vahdet hükümeti çatlaklar ve ihtilaflardan dolayı hala müdahaleci güçlerle mücadele konusunda ortak bir kanıya varamamıştır. 

Bu hayal kırıklığına uğratan vizyon ise Afganistan'da güvensizlik ve krizin günden güne artmasına neden olmuştur. 

Terör gruplarının Afganistan güvenlik güçleri ve kurumlarına sızması ise teröristlere Afganistan'ın göbeği Kabil'de terör eylemleri gerçekleştirme imkanı vermiştir. 

Bu yüzden halihazırda Afganistan için en önemli mesele tüm siyasi, etnik ve dini gruplar ve partiler arasında birlik ve beraberliğin oluşturulmasıdır. Böylece Afganlar bir olarak IŞİD gibi tekfirci gruplar ile mücadele edebilir. Müdahaleci Batılı güçler özellikle Amerika ise Afganistan'daki etnik ve dini ihtilaflardan yararlanarak IŞİD gibi terör örgütlerini bölgeye yerleştirip kendi çıkarları doğrultusunda faaliyetlerini devam ettirmek istiyorlar. 

Bu sinsi planlara karşı Afganistan halkının  birlik olması gerekiyor.