Kasım 11, 2019 11:22 Europe/Istanbul

Bu bölümde Afganistan'daki Taliban varlığını ve bu grubun 2001 yılı sonrası stratejisini konu edineceğiz.

 

Geçen bölümde Afganistan'daki Sovyetler Ordusu yenilgisi ve Kızıl Ordu'nun ülkeden çıkarılmasından sonra yaşanan iç çatışmalardan söz ettik. Afganistan Cihat Hareketinin Sovyetler Ordusuna karşı zafer kazanmasının ardından, Afganistan'ın Kandahar bölgesinde Molla Muhammed Ömer'in öncülüğündeki Taliban grubunun oluşması ile bu grup şehirleri tek tek ele geçirerek sonunda da Kabil'e hakimiyet kurdu. Bu şehri ele geçirme çatışmaları Kabil'de Sovyetler döneminde yaşamadığı bir yıkım geriye bıraktı. 

Bu aşamada, Kabil'deki Mücahitlerin iktidar savaşı, iki etnik rakip Tacik İslami Cemiyeti ve İslami Gulbuddin Hikmetyar Partisi arasında kızıştı. Bunun arkasından ise diğer sözde cihatçı gruplar da bu partilerden birine katılmak zorunda kaldılar. Pakistan'ın Gulbuddin Hikmetyar güçlerinin Kabil'i ele geçirmesinden umudu kesmesinin ardından Taliban'a yönelip onun şekillenmesini ve güçlenmesine yardımcı oldu. Bunun sonucunda da Taliban git gide güçlenerek sonunda Kabil'i ele geçirdi. 

 

 

Pakistan Halk Partisi eski başkanı ve Pakistan dönem başbakanı Benazir Butto  1996 yılında İngiltere televizyon kanallarında Pakistan, Suudi Arabistan, Amerika ve İngiltere'nin Taliban grubunu ortaklaşa desteklediğine itiraf ederek Taliban projesinin aslında Pakistan-İngiltere ve Amerikan projesi olduğunu bunun da Suudi Arabistan iş birliği ile gerçekleştiğini söyledi. 

Afganistanlı siyasi uzman Seyyid Muzaffer Derre Vefi ise Suudi Arabistan'ın sadece Taliban hamiliğini yapmadığını bunun yanı sıra El-Kaide ve diğer terör örgütlerine de sürekli yardım ettiğini düşünüyor. 

 

 

Taliban güçleri Güney'de Kandahar, Batı'da Herat ve Doğu'da Celal-Abad'ı ele geçirdikten sonra 26 Eylül 1996  akşam saatlerinde Kabil'e girdiler. 

Bu gerçekleşmeden önce ise Mücahitlerin askeri lideri Ahmet Şah Mesud sivillerin katliamını önlemek sebebi ile güçlerini Kabil'den çıkarıp Afganistan'ın Kuzey'nine intikal ettirdi. 

Taliban'ın Kabil'de gücü ele almasının ardından Afganistan'da pratikte iki hükümet oluşturuldu. Biri Afganistan'ın Kuzey'ine Tahâr bölgesine yerleşen Burhaneddin Rebbani başkanlığındaki Mücahitler Hükümeti ve diğeri de ülkenin önemli bir bölümünü elinde bulunduran Afganistan İslami Emirlikleri adı ile de bilinen Taliban hükümeti idi. Bunun ardından ise iktidar kavgası genel olarak kendilerini yasal hükümet olarak bilen bu iki hükümet arasında devam etti. 

Taliban hükümeti kurulduktan sonra sadece Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Ancak Taliban'ın gerici ve uluslararası alandaki değişken siyasetleri ve tutumları yüzünden  hiçbir başka ülke Taliban hükümetini tanımadı. 

Bunun ardından Mücahitler Hükümeti ise Birleşmiş Milletler Teşkiatı'ndaki sandalyesini koruyarak Taliban'ın düşmesi ve Afganistan'ın bu kez Amerikan ordusu tarafından 11 Eylül olayları ardından işgal edilmesine kadar bu durumu devam ettirdi. Taliban'ın iktidara gelmesi ve düşmesi sırasında Afganistan  önemli gelişmelere sahne oldu. Bu gelişmelerin biri de Bin Ladin aracılığı ile Arap-Afgan güçlerinin yapılanması ve onların diğer güçlerle  birleştirilmesi ile El-Kaide'nin kurulması idi. 

Daha sonraları El-Kaide'nin çekirdek kadrosunu oluşturan Arap-Afganlar ise Afganistan'da Cihatçı Hareketin zafere ulaşmasının ardından sözde cihat görevlerinin sonlandığını düşünüyorlardı. Ancak bu cihatçılar ülkelerine dönme yolunda ciddi engeller ile karşı karşıya idiler. Bunun asıl nedeni de daha önce farklı nedenlerden dolayı Mücahitleri destekleyen Arap yönetimlerinin tavır değişiklikleri idi. 

Bu Arap yönetimleri savaş deneyimi de kazanmış bu radikal İslamcıların ülkelerine dönmesini kendi milli güvenliklerine tehdit olarak sayıyorlardı. 

Arap hakimleri gerçekte bu radikal güçlerin ülkelerine dönmeleri halinde ülkelerini de İslamileştireceğinden korkuyorlardı. 

Örneğin Suudi Arabistan en başından beri ülkedeki İslamcı güçleri Afganistan'a göndermelerini kolaylaştırarak onların isteklerinden kurtulmak istiyordu. 

Afganistan Ava Kanalı 2006 yılında bu hususta bir rapor yayımlayarak Taliban Maliye Bakanı Aga-can Mu'tesim'den naklen onun kaç sefer Suudi Arabistan'a misafir olarak gittiğini ve hedefinin de Riyad'dan daha fazla mali yardım alması olduğunu bildirdi. Bu yardımlardan güdülen en önemli hedeflerden biri de Afganistan'da İslamcı Arap güçlerinin korunması idi. 

Kuveyt'in Saddam Hüseyin ve Irak Baas Rejimi ordusu tarafından işgalinin ardından ise Suudi Arabistan Amerika'dan Fars Körfezi çevre ülkelerine yerleşme talebi de Usama bin Ladin ve yandaşlarının karşı çıkmasına neden olmuştu. İşte bu karşı çıkma bin Ladin'in Sudan'a sürgün edilmesine neden oldu. Bu sıralarda Afganistan'da Arap mücahitler ve  arasında yaşanan iktidar savaşı Arap Mücahitleri ikiye böldü: İlk grup, mücahitler arasındaki iktidar savaşını Müslümanlar arasında bir fitne olarak değerlendirenlerdi. İkinci grup ise Hikmetyar'ın yanında yer alan ve Mücahitler hükümeti aleyhine savaş açanlardı. 

حمله صدام به کویت 

 

İkiye ayrılan Arap mücahitler Usama bin Ladin'in El-Kaide'yi Afganistan'ın Güney Doğusunda yer alan Host eyaletinde kurmasının ardından Bangladeş İslami Cemaati ve Özbekistan İslami Harteketi gibi diğer altı İslami grupla beraber El-Kaide'ye katılıp 1998 yılında bu örgütü oluşturdular. Afganistan'daki Araplar daha önce de 200 bin kişinin hayatına mal olan El-Cezayir iç savaşında da rol oynamıştı. Bu iç savaşta da bu savaşçılar yenilgiye uğramıştı. Buna paralel olarak Afgan-Araplar diğer Arap ülkelerde de hedeflerine ulaşamadı. Bu yüzdendi ki bu kesimin büyük bir bölümü Bin Ladin ile birlikte Sudan'dan ihraç edildikten sonra Afganistan'a döndüler ve Taliban'ın yanında yer aldılar. 

Tüm bunlara rağmen El-Kaide Taliban'dan ayrı olarak kendi hedefleri ve stratejilerini izliyordu. Öyle ki Bin Ladin Taliban önderi Molla Muhammed Ömer'e biat bile etmedi. 

11 Eylül olayı da aslında El-Kaide düşüncesinin ürünü idi. Bu olay Ahmet Şah Mesut'un suiikastte hayatını kaybetmesinin ardından yaşandı. 

El-Kaide bu olaydan sorumlu olarak gösterildi. Bu ise Amerika ordusunun Afganistan'a yaptığı saldırının gerekçesi idi. İşte o saldırının ardından Afganistan'ın işgali günümüze dek devam etti. Bu işgal ise Taliban ve El-Kaide'nin Pakistan'ın aşiret bölgelerine göçmesine neden oldu. Bu hususta ise Pakistan ordusu istihbarat teşkilatının rolü olduğu söylenmektedir. 

Aslında Amerika bile Taliban ve El-Kaide'nin tamamen yenilgiye uğramasını istemiyordu. Böylece bu örgütlerin varlığının sürmesi ile Amerika'nın da bölgede terörizm ile mücadele için mazereti var olmaya devam edecekti.

ملاعمر سرکرده طالبان 

 

Taliban liderleri Kuveyte konseyi ve Peşaver Konseyi adı altında Pakistan'ın aşiretler bölgesi ve Beluçistan bölgesine toplandılar. Böylece El-Kaide liderleri de Afganistan'ın Tora Bora dağlarından Pakistan'ın aşiretler bölgesinde bulunan Kuzey Veziristan'a geri çekildiler. Tabii Pakistan hiçbir zaman Taliban ve El-Kaide'yi topraklarında barındırdığına itiraf etmedi. Ancak Bin Ladin'in Amerikan komandoları tarafından Pakistan ordusunun önemli üslerinden birinin yakınında öldürülmesi ve de Taliban lideri Molla Muhammed Ömer'in ölümünün Keraçi'de tasdiklenmesi, Pakistan'ın da Taliban ve El-Kaide'nin aşiretler bölgesindeki varlığından haberdar olduğuna dair bir itiraftı. 

Kimi uzmanlara göre Pakistan Amerika'nın Afganistan'a saldırısı sırasında en azından görünüşte Taliban'ı desteklemekten vaz geçmek zorunda kaldı. Böylece Pakistan ordusu çifte standartlı bir tutum sergilemeye başladı. Öyle ki Pakistan dönem cumhurbaşkanı Perviz Muşarref Amerika ile ortak olduklarını bildirerek Amerika'dan milyonlarca dolar aldı. İlginç olan nokta ise alınan bu paraların bir bölümü Amerika karşıtı faaliyetlerde ve savaşlarda bulunanlara verilmesi idi. Son yıllarda da az-çok devam eden bu siyasete rağmen Pakistan hala Kabil'de kukla bir hükümet kuramamış ve Hindistan'ın da Afganistan'a nüfuzunu önleyememiştir. 

 

 

Etiketler