Aralık 06, 2019 16:53 Europe/Istanbul

Bölgesel güvenliğin yabancılara bağlı ithal edilmiş güvenlik düzeni ile sağlanamayacağı açık bir gerçektir.

Deneyimler de bölgede kolektif güvenliğin inşası için bölgenin özelliklerine göre hareket edilmesi gerektiğini gözler önüne sermiştir. Bölgenin özelliklerinden biri de yabancı güçlerin ve dış müdahalelere karşı kırılganlığıdır.

Dış güçlerin bölgeye yönelik müdahaleleri her daim ortak tehditlerin oluşmasına yol açmıştır. Bu yüzden de bölgede istikrarlı bir güvenliğin sağlanması için tehditlerin kaynağı ve güvenlik sorunlarını bilmek ve tanımak şart. Bugünkü sohbetimizde İran İslam İnkılabı zaferinin ardından son kırk yılı aşkın sürede İran çevresinde ve bölgedeki güvenlik sorunlarını ve Amerika'nın bu sorunların yaratılmasındaki rolünü ele alacağız.

İran İslam Cumhuriyeti coğrafi konumu itibarı ile 15 komşusu ile Orta Asya, Kafkasya, Fars Körfezi, Doğu Akdeniz ve Güneybatı Asya bölgesi gibi hassas bölgelerle ilişkilidir. Bu yüzden bu coğrafi bölgelerdeki her siyasi ve güvenlik gelişmesi İran milli güvenliğini de doğrudan etkilemektedir.

Böyle bir durumda bölge dışı mihrakların ve güçlerin siyasi hedefler ve çıkarlarının sağlanması doğrultusunda tefrika yaratıcı ve müdahaleci varlığı bölgede istikrarsızlığa yol açmaktadır. Varlıklarını sürdürmek için krizlere ve yabancıların bölgedeki varlığına bağlı olan kimi bölge ülkeleri ise bölgesel koalisyonlar çerçevesinde terörizm ile mücadele etmek bahanesi ile askeri yaklaşımları ile bölgenin güvenliğini tehlike ile karşı karşıya bırakmak istiyorlar.

Bölgeye musallat olma, dostluk ve yakınlaşma yerine düşmanlık, ihtilaf ve güvensizlik yaratma hedefi ile hayata geçirilmek istenen güvenlik modelleri Fars Körfezi ve genel olarak bölgedeki güvenliğin şekillenmesinde en önemli sorun sayılır.  Amerika Fars Körfezi bölgesinin güvenlik düzeninde müdahaleci bir güç sayılmaktadır. Bu müdahaleci güç bölgesel işbirliğinin gelişmesini engelleyip bir yandan da terörizmin gelişmesine ve rekabetler ve düşmanlıkların artmasına zemin hazırlamıştır. Bunlar ise Batı Asya'nın kolektif güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturmuştur.

Aslında Amerika terörizmi bölge ülkelerine karşı etkin bir silah olarak kullanmaktadır. Amerika'nın terörizmi araç olarak kullanması, mali, siyasi ve lojistik destek vermesi ve terörizmin tekfirci ve çarpık düşüncelerinin üretimi ve yayılmasına yardımcı olup daha sonra da terörizm ile mücadele bahanesi ile ülkelerin içişlerine karışması ve hatta işgalciliğe başvurması emperyalizmin terörizme karşı çifte standartlı tutumunu daha açık bir şekilde gözler önüne sermiş oldu.

Batı Asya bölgesinde terörizmin köklerini incelediğimizde Batılı ülkelerin özellikle de Amerika ve Britanya'nın terörizm düşünceleri ve ideolojisini bölgede yaydığını açıkça görebiliriz. Böylece bölgedeki terör örgütlerinin faaliyetlerinin El Kaide'nin Afganistan'da kurulması ile başladığını var sayarsak Amerika'nın bölgesel terörizmin kurucusu ve destekleyicisi olduğunu da anlayacağız.

Amerika'nın El Kaide terör örgütünün oluşturulmasındaki rolü son yıllarda ispatlanan bir konudur.

Yazar ve analist Garikay Çengu 19 Eylül 2014'te bu konuya ilişkin şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:" CİA'nin Usma bin Ladin'i doğurduğunu ve onun örgütünü seksenli yıllarda beslediğini unutmamak gerekir. İngiltere'nin eski dışişleri bakanı Robin Cook Avam Kamarasına El Kaide'nin kuşkusuz Batı istihbarat servislerinin ürünü olduğunu söylemişti. Cook, El kaide'nin Arapça'da bir kısaltma olarak bilgi tabanı anlamına geldiğine değinerek bunların aslında CİA tarafından Rusların Afganistan'da yenilgiye uğratılması hedefi ile eğitilmiş ve Suudi Arabistan tarafından finansmanı yapılmış binlerce radikal İslamcı'dan oluşan bilgi tabanı olduğunu söylemiştir.

Amerika eski dışişleri bakanı ve başkanlık adayı Hillary Clinton da Amerika'nın El Kaide'yi kurduğuna itiraf etmiştir. Amerika uzun yabancı hedeflerine ulaşmak için teröristleri kullandı. Bu gerçek askeri çevreler ve uzmanlar tarafından bilinen bir konudur.

Ronald Reagan döneminde Milli Güvenlik Ajansı müdürü General William Odom bu hususta şöyle bir açıklamada bulunmuştur:" Terörizmi hangi kriterler ile tanımlasak Amerika uzun bir süre teröristlerden yararlandığı açıktır. 1978-1979 yılları arası Senato Meclisi küresel terörizme karşı bir yasa çıkarmak istiyordu ancak hukukçular her halükarda Amerika'nın bu yasayı ihlal edeceğini savunuyorlardı. "

Eski Amerikan dışişleri bakanı Colin Powell ise bu alanda şöyle bir açıklamada bulunmuştur:" Pentagon gizli belgeler yayımladı. Bu belgeler Amerika'nın geçmişten beri Irak ve Suriye'de İslami Devlet, DEAŞ ve IŞİD adları ile tanınan terör örgütünün kurulmasını desteklediğini göstermektedir."

Dünyanın dört bir yanındaki insanların çoğu Amerika'nın bu alandaki riyakar tutumundan ve Suudi Arabistan ile birlikte mali nüfuzunu kötüye kullanmasından haberdardır.

Trump döneminde 100 milyar dolar rekorunu kıran Fars Körfezi çevre Arap ülkelerinin Amerika'dan silah alımı ise bölgedeki güvenlik denklemlerinin Amerika'nın çıkarları gölgesinde kaldığını gösteriyor. Bu ise İran çevresi ve bölge için çok ciddi ve büyük bir tehdit sayılmaktadır.

Veterans Today dergisi baş editörü Jim W. Dean bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "Fars Körfezi çevre ülkeleri, Amerika'nın Batı Asya'daki temsilcileri ve siper üslerine dönüşmüştür."

Bölge bir güvenlik modeli ile doğal olarak Amerika da İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgesel gücünün artmasından kaygı duymaktadır. Gerçekte Amerika'nın dünyanın tek askeri ve ekonomik süpergücü olduğuna karşı olan her ülke bu emperyalist ülke için ciddi bir tehdit sayılıp Amerika'nın siper ülkelerinden yararlanıp bu ülkeye önleyici darbe indirmesi için hedef sayılır. Bu önleyici darbe ise renkli devrimler veya teröristler aracılığı ile istikrarsızlığın oluşturulması olacaktır. Böylece bu darbeler sayesinde daha hemfikir yönetimlerine işbaşına getirilmesi hedeflenmektedir.

İranlı uluslararası meseleler uzmanı ve siyasi analist Seyyid Ahmed Hoseyni, Donald Trump'ın radikal siyasetleri ve tavırlarına değinerek bu konuda şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:" Böyle bir kişi, İran İslam Cumhuriyeti dahil sultacı taleplere ve senaryolara karşı olan tüm ülkeler için risk ve tehlike unsuru sayılır."

İran İslam Cumhuriyeti, Saddam elebaşılığındaki Irak Baas Rejiminin açtığı savaştan beri her daim tehditler ile karşı karşıya kalan bir ülkedir. İran'a yapılan bu sekiz yıllık taarruzda Saddam, küresel ve Batılı güçlerin yanı sıra bölge ülkelerinin desteğinden yararlanıyordu. Öyle ki sadece Suudi Arabistan'dan 97 milyar dolarlık yardım almıştı. O dönemden günümüze dek İran İslam Cumhuriyeti Amerika'nın tüm baskıları ve yaptırımlarına rağmen sınırlarının güvenliğini sağlamaya muvaffak olmuştur.

Etiketler