Aralık 06, 2019 18:09 Europe/Istanbul

Bilindiği üzere su kaynakları, uygarlıkların şekillenmesi ve oluşmasında önemli role sahiptir ve toplulukların geleneklerinde bu konuya özel önem verilmiştir.

Hatırlanacağı üzere geçen sohbetlerimizde suyun İran kültürü ve medeniyeti ile güçlü bağları olduğunu belirterek İranlıların inançlarında suyun değeri ve konumunun küçük bir parçasından söz ettik.
Bugünkü sohbetimizde ise dünyada diğer uygarlıklarda suyun konumunu ve bu hayati unsurun uygarlıkların oluşması ve yok olmasındaki etkisini inceleyeceğiz.

Sosyal tarihin en önemli konularından biri, insan topluluklarının doğal kaynaklarla olan ilişkilerinin anlaşılmasıdır. Uygarlıklar ve medeniyetlerin oluşması, gelişmesi ve hatta yok olması, onların doğal kaynaklarına karşı tutumu ve  kullanışı ile doğrudan bağlantılıdır. Tabi ki doğal kaynaklar kendiliğinden bir uygarlık oluşturup veya yok edemez. Önemli olan ise bir uygarlığın, tıpkı insani gruplardan oluşan bir sosyal kurum gibi, kendi sosyal düzeni, kültürü ve kurumlarını, elindeki maddi kaynakları istihraç, üretim ve çoğaltılma yöntemlerine dayanarak kurmasıdır.

Başka bir ifade ile her uygarlık, çevresinde maddi olan ve olmayan kaynaklar konusu ve onları istihraç ederek kullanma babında bir düşünce ve duygu düzenidir. Eğer bu konu coğrafi determinizm ve tarihi ham materyalizmle sonuçlanmazsa, uygarlıkların şekillenmesi ve doğal kaynaklarla bağlantısında önemli ve anlamlı bir ilişkiyi gösterebilir.

Bu alanda karşılaştırmalı çalışmaların sonucu, bir toplum ve su kaynakları arasındaki dengenin bozulması sonucu nasıl bir krizin yaşandığı ve hatta bir çok örnekte bir uygarlığın yok oluşunu gösteriyor. Bu alanda en değerli eserlerden biri uygarlıklar ve su kaynakları arasındaki bağları ele alan Lisa J. Lucero (Liza Lusero) kalemi ile “Su ve Ritüeller: Klasik Maya Hükümranların Yükselişi ve Düşüşü” (Water and Ritual: The Rise and Fall of Classic Maya Rulers ) eseridir.

Lucero bu eserinde Mayalar uygarlığında, hükümranların elinde olan su ve su kaynaklarının onların siyasi güçlerinin nüfuzu ve alanı ile direkt bağlantılı olduğunu gösteriyor. Mayaların çeşitli bölgelerde inşa edilen saraylar ve büyük binaları aslında insanları kurak mevsimlerde bir güç kaynağı çevresinde toplayan rekabet havzalarıdır. Mayaların toplumsal ve siyasi münasebetleri ise giderek o bölge çevresindeki ormanlıklarda mevsimsel olarak suyun azalmasından etkilendi ve su meselesi sadece halkın iskan meselesini değil onların tarımsal metotlarını da etkisi altına aldı.

Su kontrol döngüsü ve askeri ve iktidar gücünün artması, hükümranların su kaynakları ve tarım arazilerine daha fazla bağlanmalarına sebep oldu.

Sonraki dönemlerde yaşanan gelişmeler, su krizinin hükümranların iktidarlarını kaybetmelerine ve çiftçilerin de başla bölgelere göç etmelerine sebep oldu. Böylece su kaynaklarındaki değişiklik, bu bölgede büyük medeniyetler ve uygarlıklarda değişikliklerin yaşanması ve yerleşim alanların yer değiştirmesine sebep oldu.

Su krizi sonucu yaşanan bu nüfus yer değişimi ilk başta tarım arazilerini su kaynakları ve iş fırsatlarından boşalttı ve sonuçta da uygarlıklar ve hükümetlerin dağılmasına sebep oldu.

Lisa Lucero söz konusu kitapta Maya ve bağlı uygarlıkların kaderini ve onların su kaynaklarına olan bağlılıklarını göstermeye çalışıyor. lucero su kaynaklarının kontrol edilmesi, korunması, depolanması ve kontrol altına alınması için oluşturulan teknolojinin, suyu nasıl bir güç kaynağına dönüştürdüğünü, bir uygarlığın nasıl geliştiğini ve su kaynakları kıtlığının da Mayalar bölgesinde medeniyetlerin yok olmasına neden olduğunu gözler önüne seriyor

Tarih arenasında uygarlıkların bir çoğu, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık dönemi ile oluşarak, geliştiği ve yok oluş yolunu katettiğini gösteriyor. Söz konusu medeniyetlerin yok oluş sebeplerinin tarihi, bize onların zuhur ve düşüşlerinin, doğal şartlardan farklı bir açıdan ele alındığını gösteriyor; hal bu ki uygarlıkların ortaya çıkışı ve yok oluşlarının iklim şartları açısından incelenmesi – ki tarihçiler ve yazarların gafletine uğramış- bir çok gizli açıyı ortaya çıkarabilir.

Günümüzde olaylara su ve iklim açısından yaklaşmak, dünyada yaşanan olayların sebeplerini araştırırken  sadece anormal olaylara bakmayan tüm araştırmacıların ortak dilidir. Öyle ki artık insanların göç etmeleri ve sosyal değişikliklerin iklim değişikliği ile ilişkili olduğu konusunda hiç şüphe yok, zira iklim değişikliği uygarlıkları beslerken aynı zamanda onların yok olmasında da etkilidir.

Tahran üniversitesi doğal coğrafi öğretim üyesi Dr. Kasım Azizi’ye göre dünya tarafından “medeniyet” için kabul edilen bir tanım yok. Dr. Azizi şöyle diyor:

İlgili metinlerde medeniyetler, kentler, gıda maddeleri ve ürünlerini depolama, sulama sistemleri ve yoğun tarım gibi alt yapılara sahip olan toplumlara denirdi. Böylece onlar, mekan açısından bağımlı oldukları nedeni ile iklim değişikliği ile birlikte daha iyi bir iklime ulaşmak için yer değiştirmek veya alternatif beslenme ürünlerine geçmek zorunda değillerdi.

Dünya tarihinde çeşitli unsurlara dayalı alt yapılarından muazzam bir ağ şebekesini kurumsallaştıran her medeniyet, kalıcı ve daha uzun ömürlü olmuştur. Tarihin en tanınmış medeniyetleri sayılan Mısır, Çin, Roma ve İran gibi büyük medeniyetler, iklim ve stratejik coğrafya açısından uygun ortam ve alt yapılara sahip olmuşlardır.

Medeniyetleri araştıranların görüşüne göre uygarlıkların ortaya çıkması ve düşüş süreçleri, onların ilgi ve araştırma sonucu kazanımlarını savaş, toprak genişletme ve rakiplerine üstünlük sağlamak vb. konulara yatırım yaptıklarını gösteriyor. Fakat savaş, üstünlük, toprak genişletmek ve iklim değişiklikleri arasında derin ilişkiler mevcuttur.

Sümer uygarlığı ve kültürü, Bereketli Hilal ya da Münbit Hilâl (Fertile Crescent) olarak bilinen bölgenin güneyinde olan sulama sistemlerinin gelişmesi sonucu, siyasi örgütlere odaklanmak ve çalışma gücünün profesyonelleşmesi sonucu doğdu. Kuraklık dönemi geride bırakma ve tecrübesi, tahılları depolamak için daha iyi bir teknolojiye ulaşma ve su depolamak için yeni kuralların uygulanmasına sebep oldu. Öyle ki bu ilerlemeler, kuraklık dönemi ve sonrasında, merkezi milletler ve sınıflanmış toplumların ortaya çıkmasına sebep oldu ve milattan 2300 yıl önce günümüz Bağdat’ın yakınlarında Akkad kentinde ilk dünya imparatorluğu gelişti.

İklim değişikliği uygarlıkların yaşam tarzında ve yapısında da etkili oldu. Merkezi bir hükümetin denetimi altında birleşmek ve günümüz düzene sahip olmadığı halde toplumların sınıflandırılmasının tümü, iklim değişikliğinden etkilendi.

Bu konuda bir diğer örnek ise, büyük oranda ortaçağın iklim bozukluğuna borçlu olan batı Avrupa kültür ve uygarlığının oluşmasıdır.

Bu örnekte Kuzey Atlantik salınımı (North Atlantic Oscillation - NAO) uzun süre pozitifti ve iklim değişikliği ise Avrupa’da feodallerin liderliğini yaptığı burjuvazi düzeninde temel rol oynadı. Eğer ekonomik açıdan tarımcılığı Avrupa medeniyetin gelişme sürecinde temel alırsak, pozitif iklim değişikliğinin bu medeniyetin oluşması ve gelişmesinde büyük etkisi olduğu  ortaya çıkar.

Böylece asırlar boyunca akan suların büyük tarımsal keşifler, yatırım ve hatta büyük imparatorlukların oluşmasına vesile olduğu söylenebilir. Buna ilaveten nehirlerin bir çok hikaye, şiir ve insani inancın oluşmasında önemli rolü olmuştur. Aslında akan suların yolları ve kıyılarının, yerel kültürden aşçılık ve diğer insani etkinliklerden, kendi içlerinde bir çok sır barındırdığı gerçeği inkar edilemez.  

Hiç şüphesiz bazı uygarlıkların sürmesinin en önemli sebebi ise onların suya kolaylıkla ulaşmalarıdır, bu sular onlara içme suyu sağlarken aynı zamanda da tarım, ticaret, taşımacılık ve hatta savunmada bile anahtar rolü olmuştur. Roma, Mısır ve Vientiane İmparatorlukları gibi uygarlıkların tümü, suya kolayca ulaşmaları nedeni ile kuruldu ve bu sebepten dolayı da hayatlarına devam ederek topraklarını genişlettirebildiler.

İran’da da Fars uygarlığı gibi büyük medeniyetler Sivand ve Kor nehirlerinin yanı başında veya Şuş medeniyetinin de Dez ve Karun nehirleri kıyısında kuruldu. Tarih, büyük medeniyetlerin arkasında suyun büyük rolü olduğunu açıkça gözler önüne sereken yapılan tahminlere göre 3. Milenyumda insanın ilerlemesi ve kalkınması için suyun hayati önem taşıyacaktır.

İnsanların göç etmeleri ve sosyal değişiklikler iklim değişikliği ile yakından ilişkisi vardır. Eskiden siyasi coğrafya dalında “coğrafi cebir”e göre insanlar her şeyin doğanın etkisinde olduğunu düşünürdü; başka bir ifade ile doğanın insana yaşam biçimini dayatıyordu.

Aslında insanın yaşamı eskiden yani modern teknolojinin olmadığı dönemde çevre faktörlerinden çok etkilenirdi. Fakat günümüzde böyle düşünmüyoruz. Zira modern teknoloji ile hatta büyük masraflarla insan güney kutupta bile yaşayabilir.