Aralık 06, 2019 18:09 Europe/Istanbul

Bilindiği üzere su, tüm canlıların hayat süreci için en önemli ve temel unsurdur ve dünyada yaşamın sürdürülebilir olması için köklü temeldir. Sağlıklı su kaynaklarına sürekli ulaşılabilmesi, gelecek nesillerin refah içinde yaşayabilmeleri için temel ilkedir.

Hatırlanacağı üzere geçen bölümlerde eski uygarlıklar ve medeniyetlerin oluşması ve çöküşünde suyun etkisini ele aldık, bugünkü sohbetimizde sizlerle "su ve sürdürülebilir kalkınma" ilişki ve bağlantısını ele alacağız.

Aslında süründürülebilir kalkınma (Sustainable development) sanayi devrimi ardından, tek taraflı ekonomik gelişim yaklaşımından kaynaklanan sosyal ve çevrenin olumsuz sonuçları ve insanoğlunun kalkınma ve ilerleme kavramına olan görüşünün değişmesi sonucu oluşan bir kavramdır. Bu kavram kalkınmaya yeni bir bakışla insanın eski hatalarını tekrarlamadan dengeli ve kapsamlı bir gelişmeyi gerçekleştirmeye çalışıyor.

Sürdürülebilir kalkınma süreci insanlık toplumu için istenilen ve iyi bir gelecek çizmeye çalışıyor; öyle bir gelecek ki, hayati sistemlerin dengesine, güzelliğine ve bütünlüğüne zarar vermeden kaynakları kullanarak oluşan hayat şartları ile insan ihtiyaçları giderilebilsin. Sürdürülebilir kalkınma aslında ekonomik, sosyal ve yapısal gelişme hedefi ile fani kalıplara çözüm yolları sunuyor; böylece doğal kaynakların yok oluşu, biyolojik sistemlerin imhası, iklim değişikliği, adaletsizlik ve şimdiki ve gelecek nesillerin yaşam kalitesinin düşmesi engellenebilir.

Su kaynakları yönetiminde sürdürülebilir kalkınma anlamı ise, son yıllarda üzerinde önemle durulan konulardan biridir. Son 20 yılda sürdürülebilir kalkınma, geniş çapta kabul edilen ve tüm dünya çapında kullanılabilen sosyal bir hareket olarak, insan faaliyetlerinin nasıl yürüdüğüne dair bir dizi inançtır.

Sürdürülebilir kalkınma konusunda sürekli uzun süreli hedeflerden söz ediliği nedeni ile insanın suya olan temel ihtiyacı ve su kaynaklarının yönetilmesi için sürdürülebilir kalkınma ilkeleri de ciddi derecede dikkate alınmaktadır.

Suya ulaşım imkanı zaman ve mekan açısından değişikliklere uğramıştır. Bir çok mekanda nüfus oranına göre mevcut olan su yeterli değil ve bu da su ve topraktaki ekosistemin düşük seviyede işlemesine sebep olmuştur. bunun tam tersine bazı mekanlarda suyun fazlası ile bulunması, önemli sorunlar oluşturmuştur. Asırlar boyunca insanlar su depolamak için bazı alt yapıları tesis ederek içme suyuna sürekli ulaşma garantisine ulaşırken, nehir akışını kontrol edip, hidroelektrik üretimi için alt yapı inşa ettiler.Ayrıca çeşitli kullanım alanları için su kaynaklarına daha fazla ulaşabilmek için doğal kaynakları kendi yatırımları ile düğümlemeyi başardılar. Böylece halihazırda yaşanan durumda yer kürede yaşamak için suyun gerekli olduğu kadar, pratikte de başka kaynaklara nazaran suya olan malikiyet ve sahiplenme duygusu daha güçlü ve fazladır. Bu yüzden suyun kısıtlı ve kaynaklarının da ender olması nedeni ile siyasi çatışmaların yaşanarak yoğunlaşmasına sebep olabilir.Suyun en önemli özelliklerinden biri dünyadaki belirli miktarıdır. Bu konu su temini konusunun jeofizik bir gerçek ve bir o kadar da ekonomi gerçeğinin dikkate alınmasına sebep olmuştur. Su ulaştırma sistemi, daha az israf ve mevcut kaynakları daha iyi kullanma yöntemi ile sadece görünürde gerçekleşiyor; buna rağmen ekonomi “kurallarında” bir istisna söz konusudur ve bu da jeofizik kısıtlamalar nedeni ile dayatılıyor, o da “deniz sularını arıttırma”dır.

Bu yöntem ve süreç, etkili ve hiçbir kısıtlama olmaksızın tatlı suya daha fazla ulaşma imkanı sağlıyor ve bir nebze de başka alanlarda yenilenebilir enerjilerin gelişmesinde rol oynayabiliyor.Tarımcılık, bilindiği üzere çok su tüketilen bir sektördür, zira hasatların %70’i ve dünyada su tüketiminin %93’ü özellikle de tarım ve çiftçiliğin ana mesleklerden sayılan gelişmekte olan ülkelere aittir. Bu bakımdan su kaynaklarının yönetilmesindeki en önemli sorunlardan biri ise tarımcılıkla ilgilidir. Bu sektörde talebin artması, yağışlar ve yüzeysel suların kullanılmasının memnuniyet verici olmamasına sebep olurken yer altı su havzaların daha çok denetimsiz kullanılmasının da  yer altı havzaların boşalmasına ve tahrip olmasına neden oluyor.Dünya çapında hayat seviyesinin yükselmesi ile su kaynaklarının kullanıldığı iki alan daha  söz konusudur, biri sanayi ve diğeri de ev masraflarıdır, üstelik her iki alanda da su kullanma oranı her geçen gün artmaktadır. Sanayi ve endüstri alanları %22 ve ev masrafları ise %8 oranında dünya su kaynaklarını tüketiyorlar. Fakat 20. yüzyılın ortasından itibaren bu alanların su kullanma oranı tarımcılığa oranla iki kat daha hızlı arttı.

Veriler 20. yüzyılda su tüketim oranının dünya nüfus artış hızına oranla iki kat olduğunu gösteriyor. Ekonomik gelişme ve dünya çapında su tüketim verimliliğini arttırma oranı dikkate alındığında 2030 yılına kadar arz ve talep arasındaki farkın %40’a ulaşması bekleniyor.

Genel olarak su kaynaklarının kısıtlı ve eksikliği konusunda konuşmak fazla değer ve anlamı yoktur. Su ile ilgili konular ve özellikleri arasında en önemli belirtisi, suya ulaşma zamanı ve mekanıdır. Su dünyada dengesiz bir şekilde dağıtılan özel bir kaynaktır ve yönetimi ise her bölgenin temel parametrelerine bağlıdır. Tatlı su kaynaklarının %60'ı genelde 9 ülkenin elinde bulunuyor ki aralarında Çin ve Hindistan ise dünyanın en kalabalık nüfusa sahiptirler ve bu kaynağın %10'unu, dünya nüfusunun yaklaşık 3'te birini oluşturan nüfusları için kullanmaları gerekiyor. Üstelik bu ülkeler dengesiz yağışlar ve orantısız doğaya sahip olan anormal iklimlere sahiptirler.

Bu arada yoksul ülkeler veya faaliyetlerinin büyük bölümünü tarımcılığın oluşturduğu gelişmekte olan ülkeler ise diğer ülkelere oranla sahip oldukları suyu tarımın geleneksel yöntemleri için kullanıyorlar. Bu ülkelerin çoğunda ulaşılan su kaynaklarının doğru ve mantıklı kullanılmamasından doğan sorunlar, vahim şartlar oluşturmuştur. Örneğin Afrika kıtası en büyük yer üstü su kaynakları ve bakir topraklara sahip olmasına rağmen, Sahra Çölünün sadece %4'ü sulanabiliyor.

Tabi ki su kaynaklarının yönetimi ve sürdürülebilir kalkınma konusundaki önemli rolü, çok önemli ve kilit rolünde olan bir diğer başka konuya da bağlıdır; su kirliliği. Sağlıklı suya ulaşma sorunları, dünyada ölüm sebeplerinin en önemli nedenlerindendir. Nitekim yılda yaklaşık 3 milyon 600 bin kişi sağlıklı suya ulaşamama nedeni ile hayatlarını kaybediyorlar. Bir çok ülkede sağlıklı suyu depolama alt yapısının olmaması veya atık suların toplanması ve artıma sistemlerinin zayıf ve yetersiz olması nedeni ile önemli sorunlar yaşıyorlar.

Halk sağlığı konusunda imkanların yetersizliği ve eksikliği çocuklarda yüksek ölüm oranları, hastalığı ve kötü beslenmelerine sebep oluyor. Böylece enfeksiyon hastalıkların yayılması için en basit yöntem olan ellerin yıkanması ise sürdürülebilir kalkınma yolunda en büyük ve temel soruna dönüşüyor. Bu konu özellikle gelişmekte olan ülkelerde kentsel bölgelerde özel hassasiyete sahiptir, zira alt yapılar genelde ihtiyaçları karşılayamıyor.

Yapılan araştırmalara göre gelişmemişliğin en temel sebeplerinden biri sağlıklı suya ulaşma zorluğudur; bu konu hatta iklim ve coğrafi şartlar ile gelişmemişlik arasındaki ilişki sayılabilir. Bu konu ise "yoksulluk tuzağı" teorisinin gündeme getirdiği meseledir. Teoriye göre gelişmekte olan ülkeler, nesnel ve görünür faktörler nedeni ile ekonomik atılım için kapasitelerini gerçekleştiremiyorlar. Bu sebeplerden bazıları ise, tasarruf etmemek, yerli ve tropikal salgın hastalıklar, alt yapılardaki zafiyet ve genel olarak kalkınmayı ters yönde etkileyen ve zayıf bir döngü oluşmasına sebep olan, suya ulaşmak için yaşanan sorunlar.

Tabi ki iklim şartları böyle olayların yaşanmasında belirleyici rolü vardır. Fakat bu konu, kalkınmayı engelleyen şartları yoğunlaştıran faktörler şeklinde dikkate alınır, onların nihai sebebi değil tabi. Su kaynakları ve su hareketliliği bir yandan ve diğer yandan sosyal ve ekonomi gelişme ile yaşam seviyesi arasındaki ilişki, sade ve tek yönlü bir ilişki değildir. Bu ilişki, her tarafın tüm parçaları arasında birebir mevcuttur.

Gerçek şu ki mevcut imkanlar ve olanakların eksikliği ile uyum sağlama yöntemi, daha fazla değil, suyu kullanma oranı kadar gelişmeye sebep olur. Zira su kaynakların eksikliği, ancak eğer gelişmemişliğin diğer faktörleri ve sebepleri ile birleşirse gelişme ve ilerlemeye engel oluşturabilir. Ancak bu durumlar su eksikliğinden kaynaklanan diğer sayısız sorularla beraber olunca gelişmemişliğe sebep olur.

Bu bakış açısından varılacak pozitif sonuç ise, suya ulaşma meselesinin genelde zaten kısıtlı olan su kaynakları kullanma yönetiminin zafiyetinden kaynaklanmasıdır fakat maalesef yönetim sorunları ise kaçınılmazdır. Bu konuya Nepal örnek verilebilir; zengin toprak ve bol su kaynakları olan bu ülke içme suyuna ulaşım veya hidrolojik potansiyeli kullanma  yönetiminde en düşük küresel endekslere sahiptir.

Bunun tam tersi ise su kaynakları ile ilgili en yüksek gerginliği yaşayan Singapur'dur. Temel su kaynakları Malezya'dan sağlanan Singapur şimdiye kadar etkin yöntemler kullanarak, su yönetimi konusunda en öncü ülke saylıyor.