Aralık 10, 2019 19:59 Europe/Istanbul

Su kirliliği nedir? Akan sular ve yeraltı sular nasıl kirlenir? Su kirliliği insan sağlığı ve yaşamı üzerinde nasıl etkileri vardır?

Her türlü kimyasal, fiziki veya biyolojik maddenin suyun mahiyeti ve kalitesini değiştirmesi ise su kirliliği deniliyor. Bu hafta ve gelecek sohbetimizde bu konnuyu ele alacağız.

Doğa ve çeve sağlığı, dünya siyaset çevreleinin en sıcak gündemlerinden biridir ve beka zarureti ise insanın bu konu üzerine önemle durması ve siyasi sosyal ciddi bir konu olarak ele alınmasına sebep olmuştur. Toprak, su, hava ve insan hayatın birbirine bağlı kollarıdır ve dengede tutulması gerekir zira bir kolun, mevcut armoniyi bozması, toprak üzerindeki hayat felsefesinin çerçevesini karıştırır.

Günümüzde ciddi ve düşünülmesi gereken bir konu haline gelen çevre sağlığı krizi, insanın kendi çevresi ve doğasını akılsızca kullanması ve düzenine karışmasından oluşmuştur. Çevre kirliliği insanlık uygarlığının günümüzde yaşadığı en önemli ve en zor sorunlardan biridir, zira toprağın binlerce km derinliklerinden madenlere, yer altı sulardan yüksekten uçan uçaklara ve hatta atmosfer dışına kadar yaşamın tüm sistemini ve döngüsünü tehdit ediyor.

Kirlilik çeşitli insanlar için farklı anlam taşır. Sıradan insanlar bir gaz veya kirli Sudan gözlerinin yanması veya kaşınmasını kirlilik sayabilir. Fakat çevre kirliliğinin kapsamlı anlamı ise yaşadığımız ortamın bir veya birkaç kirletici maddeye bulaşarak insan, hayvan bitki veya eserler ve binaların zararına olacak şekilde ekosistemi veya kalitesini bir süreliğine bozmasıdır. Daha sade bir ifade ile eğer yabancı bir madde veya maddeler belirli bir yoğunlukla doğaya karşı ve dengesini bozarsa, kirliliğin belirtileri görünür.

Su kirliliği küresel bir sorun olarak, sürekli uluslararası sulardan sınırlar içine ve hatta yer altı sular düzeyinde su kaynakları siyasetinin gözden geçirilmesine ihtiyacı vardır. Su kirliliği, düya çapında ölüm sebeplerinden biridir. Günde en az 14 bin kişi su kirliliği nedeni ile ölüyorlar. Yapılan araştırmalar 700 milyon Hindistanlının uygun ve hijyenik tuvaletten yoksun olduğunu, günde  bin Hintli çocuğun su kirliliği hastalıklarından öldüğünü gösteriyor.

Çin’d ekentlerin %90’ı kirli sulardan acı çekiyor ve yaklaşık 500 milyon kişi ise sağlıklı Sudan yoksundur. Dünyada su kıtlığı sorunu ile birlikte kirli sular da günümüz inanın sorunlarından biridir.

Kirlenmiş olan su, hiçbir araca gerek duymadan en yüzeysel denemelerle de belirlenir. Örneğin suyun tadı kötü olur, yüksek oranda suda yaban otları yeşerir ve deniz, okyanus, nehir ve göletlerin suları kötü kokar. Fakat bariz belirtilerin ötesinde geniş çapta suları kirleten kirleticiler de vardır.

Her türlü suda çözülmüş olan oksijen her bitki veya hayvan kolonisinin hayatı için gereklidir ve söz konusu canlıların yaşamı ise suyun bu hayati maddeyi en düşük konsantrasyonda koruyabilmesine balıdır. Su, içinde çözülmüş olan oksijen konsantrasyonu, doğal yaşam için gereken düzeyin altına düştüğü zaman kirlenmiş oluyor.

Su, hastalıklara sebep olan ve hayatı tehlikeye sokan mikro organizmaları içinde barındırma potansiyele sahiptir. Hastalığa sebep olan mikroplar suyun tümüne bulaşır ve bağırsakta, tifo, kanlı ishal, kolera ve paratifoid gibi hastalıklara sebep olur. Tarihi açıdan suların kirlenmesini kontrol etmek için başlıca sebep suyun ürettiği hastalıkları engellemektir. Kirli suların insanda sebep olduğu hastalıkların başında ateş veya kusma olarak bilinen paraziter hastalıklardır, kurtlar ve Ascaris, Kamçı kurdu (Trichocephalus) , Kanca kurdu yumurtaları, kolera ve viral hastalıklar.

Maalesef 2. Dünya savaşı ardından dünyada kimyasal organik bileşiklerin üretimi önemli oranda arttı. Söz konusu bileşikleri, yanıcı maddeler, plastikler, yumuşatıcılar, lifler, elastomerler, çözücüler, deterjanlar, boyalar, pestisitler, gıda katkı maddeleri ve ilaçlardır ve aralarında ise deterjanlar ve pestisitler hepsinden daha önemlidir.

Suyu kirletenlerin bir başka grubu ise mineral tuzlar ve mineral asitler ve metal bileşiklerdir. Bu kirleticilerin suda varlığı ise Asitlik, tuzluluk ve suyun toksisitesine sebep olur.

Su asiditesini arttırmanın en önemli kaynaklar ise maden drenajı ve asit yağmurlarıdır. Suyun tuzluluğu ise normal yöntemlerle belirlenemez fakat dünyada okyanuslar ve denizlerin yaklaşık %79’u ise tuzlu sularadır ve geri kalan %3’lük bölüm ise tatlı su kaynaklarıdır.

Çeşitli mineral bileşiklerin toksik özelliği ise özellikle ağır metallerde yıllardan beri bilinmektedir. Bazı bileşikleri ise olumlu özelliklee sahiptirler öyle ki sürekli üretilirler fakat çevredeki en zahirlileri ise Civa, kurşun, kadmiyum, krom ve nikel içeriyorlar. Bu metaller canlıların vücudunda birikir ve uzun vadede toksik olarak çalışır.

Sedimantlar ise doğal olarak erozyon sayesinde oluşan diğer kirlilik kaynağıdır. Sedimanlar zaman aşımı ile yüzeysel suların geniş çapta kirlenmesine sebep oluyorlar. Sedimanların zararlı etkilerinden nehirler, limanlar, kanallar ve su Depoların dolmasına ve taşmasına, su canlılarının yaşam ortamını daraltarak yok olmasına, ışığın suyun içine sızmasını engellemesine ve dolayısı ile suda yaşayan bitkilerin fotosentez işleminin azalmasına ve suyun arıtılması için büyük masrafların yapılmasına değinebiliriz.

Sıcaklık bir çokları açısından bir kirletici veya en azından kimyasal bulaşıcı bir faktör değildir; gerçi vücut suyunun ısısının artması bir çok kimyasal kirleticinin etkileri kadar zararlı sonuçları vardır.

Her kimyasal tepkinin hızı, 10 derecelik ısının artması ile yaklaşık iki kat artıyor. Kirlenmiş sıcak sularda ise balıklar daha fazla nefes almaları nedeni ile daha fazla oksijene ihtiyaçları olur.

Soğuk suların çeşitli kullanım alanların için klorlanması sonucu kirlenmesi ise su canlılardan bir çoklarının hayatları tehlikeye atıyor. Bu işlem bakterilerin üremesini engellemek için yapılır fakat klor canlıları da etkiliyor ve bazı ekosistemlerde büyük önem taşıyan mikro organizmaların da yok olmasına sebep oluyor.

Suların en önemli kirleticileri arasında atık sular ve fosfat ile nitrat içeren kimyasal gübreler yer alıyor. söz konusu kirleticilerin yüksek oranda olması, yosunlar ve diğer su canlıların uyarılması ve hızlı ve kontrolsüz üremelerine sebep oluyor. Söz konusu canlıların aşırı üremesi ve çoğalması ise suyun pelteleşmesi ve deniz yollarını kapatmasına, üstelik tüm oksijenin ise tükenmesine sebep oluyor. Bu canlıların çoğalması sudaki oksijenin azalmasına ve balık ile omurgasız su canlıların hayatının tehlikeye düşmesine sebep oluyor.

Nehirler, göller ve diğer su kaynaklarını kirletenlerden bir diğeri ise sedimanlar ve organik maddelerdir. Sedimanlar suya karışınca balıklara sorun yaşatıyor ve suların derinliğini azaltıyor. Organik maddeler ise atık sulardan akan sulara karışıyor. Sudaki bakteri ve tek hücreler organik maddelerce ayrışınca, suda çözülen tüm oksijen de ayrışır. Bu şartlarda sığ sularda yaşayan balıklar ise hayatlarına devam edemezler. Bu su canlıları ise yaşamak için daha fazla oksijene ihtiyaçları vardır; bu yüzden böyle bir olay meydana gelince su canlıların gıda zinciri koparak sorun yaşanıyor.

Su kirliliği bir çok hastalığa sebep oluyor ve insan hatta eğer direkt kirli su kullanmasa bile kirli sularda yaşayan canlılarından beslendiği için tehlikeli hastalıklara yakalanabilir. Sanayi ürünlerden kaynaklanan cıva ve kurşun gibi ağır metaller, su canlılarının ehirlenmesine sebep oluyor ve eğer insan da bu şekilde kirlenen balıklardan beslenirse büyüme hızında düşüş, kanser, sinir hastalıkları, bağışıklık sistemin zayıflaması ve bastırılması, yoğun zehirlenme, kısırlık ve sorunlu bebeklerin doğması gibi hastalıklara yakalanır.

Mikrobik kirleticiler de tifo, kolera ve bebek ölümlerine sebep olur. Ayrıca su kirliliği sonucu asit yağmurları ise ormanlar, göletler, köprüler, barajlar ve tarihi eserlerin ayrıca binların dış cephelerinin bozulmasına sebep olur.

Önemli olan konu ise su kirliliği tüm şekilleri ile gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere nazaran daha fazla yıkıcı eserleri vardır. Zira gelişmiş ülkeler daha yavaş bir hızla sanayileşmeye doğru yol alıyorlar ve böylece muhtemelen ortaya çıkan kirlilikleler ile mücadele fırsatları olmuştur.Fakat gelişmekte olan ülkeler daha hızlı sanayileşme sürecine girdikleri için kirlenmelere karşı mücadele fırsatları olamamıştır. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerin bir an önce ve hızlıca su kirliliği üzerine odaklanarak daha fazla hasarın yaşanmasını önlemeleri gerekiyor.