Medya Terörizmi-5
Bu bölümde uluslararası hukuk açısından müdahaleci uydu yayınlarına karşı girişimleri konu edineceğiz.
Emperyal güçlere bağlı medya organlarının diğer bağımsız ülkelerin kamuoyunu kışkırtmak için giriştiği faaliyetlerden biri de hukuki meselelerin siyasileştirilmesidir. Bu doğrultuda bu medya organları gerçekleri tepetaklak göstermek sureti ile kamuoyunu özel bir şekilde yönlendirmeye çalışırlar. Bu gibi ihlal durumlarına bakan merci ise uluslararası hukuki kurumlar ve kuruluşlardır. Bu çerçevede İran İslam Cumhuriyeti'nin barışçıl nükleer faaliyetlerinin siyasileştirilmesi ve bu yönde kışkırtıcı propagandaların yapılması Batılı ve kimi gerici Arap ülkelerine bağlı medya organlarının yaptığı ihlaller arasında sayılabilir.
Uluslararası medya organlarında hukuki meselelerin siyasileştirilmesi kendiliğinden uluslararası hukukun ihlali sayılmamasına rağmen böyle bir tavrın uluslararası ihtilafları şiddetlendirmesi ve hukuki işlemleri aksattığından dolayı suç mahiyeti taşımış olabilir. Zaten birçok ülke de kendi adli ve hukuki işlerine her türlü medyatik müdahaleyi suç saymıştır. Bu çerçevede her ülke kendi kurallarına göre suçlu bulduğu medya organlarını yargılayabilir.
Geçen bölümlerde de değindiğimiz gibi uydu yayınları özellikle de canlı yayın aracı sömürgeci ve emperyal ülkelerin bağımsız ülkelerin içişlerine müdahalesi için güçlü bir imkan yaratmıştır. Halihazırda uluslararası toplum karşılıklı girişimler dahil canlı uydu yayınının tüm boyutlarını kapsayacak bir konvansiyon üzerinde mutabakata varmamasına rağmen Uluslararası Hukuk Komisyonunun taslağının 47'inci maddesinin 1'inci paragrafında müdahale edici uydu yayınlarına karşı koymakla ilgili iki senaryodan söz edilmiştir. İlk senaryo uydu yayınlarının sinyal bozucu ve ticari yaptırımları ile kesilmeye ve engellenmeye çalışılmasıdır. İkinci senaryo radyo ve televizyon yayınlarına tepkilerin serbest özgür akışı ve bilgi edinme hakkının açık ihlali sayılması ve insan hakları ihlalleri arasında yer almasıdır.
Uluslararası Lahey Mahkemesi'nin tanınmış hakimlerinden olan Jens Evensen bu hususta şöyle diyor: "Kimi Batılı hukukçulara göre Uluslararası İnsan Hakları Bildirisinin 19'uncu maddesine esasen bağımsız ülkelere gönderilen yayınların engellenmesi yasa dışı bir girişimdir. Ancak bu ilkeye uyulması tamamen ütopik düzeyde kalmış ve halihazırda da bu ilkenin ihlalinin hak ihlali olmadığı anlaşılmıştır. "
Milli ve dini değerlerin korunmasının zarureti çoğu devletleri milli ve küresel düzeyde uydu yayımlarına halel getirmesine tepki göstermeye yönlendirdi. İç boyutta serbest bilgi dolaşımından yana olduklarını iddia eden Amerika, Fransa ve İngiltere bile kendi kurallarını belirleyerek kendilerinin uydu yayınları alanındaki çıkarlarını korumaya çalıştılar. Belki de şimdi radyo ve televizyon yayınları konusunda ifade özgürlüğü ile ilgili sınırsız ve kısıtlamasız davranan bir ülkeyi bulmak mümkün değildir. Bu yüzden ifade özgürlüğü ve serbest bilgi dolaşımı sloganları adı altında diğer ülkelere kayıtsız şartsız yayın yapmak isteyen ülkeler ve devletler bunu izah etmeye çalışıp kendi ülkelerinin lehine reçeteler sunmak istiyorlar. Batılı ülkelerin bu çelişkili tavrı, uluslararası belgelerde ifade özgürlüğü ve serbest dolaşımından söz edildiği zaman buna belli kısıtlamaların da getirildiğini gördüğümüzde daha açık bir şekilde anlaşılır.
Resmi durumlarda ise müdahaleci güçler sinsi bir şekilde bu haklı kısıtlamaları kendi durumlarına göre yorumluyorlar. Bu devletler " uluslararası insan hakları belgelerinin bütünleşik olması" ilkesine aldırmadan kendi çıkarları ve garazları doğrultusunda sadece bu belgelerin bir kısmını kaynak olarak gösteriyorlar.
Bu garazkar siyasete karşı ise doğal olarak bağımsız devletler ve hükümetler, sinyal bozucu veya diğer araçlara ve girişimlere baş vurarak uydu yayınlarını etkileyip kendi milli çıkarları, kamu düzeni ve toplumsal ahlaklarını korumaya çalışıyorlar. Bu bağımsız ülkeler, müdahaleci yayınlar yapan medya organlarını yöneten ülkelere bu yayınlarına son vermesini veya bu yayınlardan doğan tazminatı ödemeleri gerektiğini göstermek istiyor. Uluslararası kurallara göre uydu yayınlarından zarar gören hükümet, müdahaleci yayınlar yapan uydu kanalları ve bağlı olduğu hükümetlere karşı mücadele verme şekli de kısıtlanmıştır. Başka bir ifade ile meşru girişimler için bile belli başlı kısıtlamalar getirilmiştir. Tabii bu kısıtlamalar hükümetlerin ekonomik, teknik, askeri ve siyasi güç açısından eşitsiz olduğu meselesini de göz önünde bulundurmak sureti ile hazırlanmıştır. Böylece bu açılardan zayıf olan hükümetin haklarının da ayaklar altına alınmaması planlanmıştır. Bu iki taraflı dengeli bakış ve ilke uluslararası hukukta karşılıklı olarak her zaman önem taşımaktadır.
Uluslararası Hukuk Komisyonu taslağının 30'uncu maddesinde karşılıklı girişimler ihlal edici girişimleri defetme çerçevesinde değerlendirilse de ancak uygunluk ilkesine değinilmemiştir. Buna rağmen devletlerin sorumlulukları taslağının 49'uncu maddesinde zarar gören hükümetin karşılıklı girişimleri uluslararası ihlalin şiddetine uygunsuz bir şekilde de olmadığına vurgu yapılmaktadır.
Gerçekte uluslararası hukuk komisyonu esnek bir uygunluk ilkesini göz önünde bulundurmuş ve karşılıklı girişimin insaf dışı adil olmayan sonuçlara ulaşmaması gerektiğine vurgu yapmıştır. Uydu programlarının yayınlanması alanında da karşılıklı girişimler ihlal edici girişime uygun derecede hayata geçirilmelidir. Belli ve özel uydu yayınlarından zarar gören bir ülke karşılıklı olarak girişimlerde bulunarak kendi haklarını savunmaya hakkı vardır. Böylece müdahaleci yayınlar yapan ülke zarar gören ülkeye tazminat bile ödemeye zorlanabilir. Esasında müdahaleci uydu yayınlarına karşılık verilmesinden güdülen hedef ülkelerin kendilerini savunmaları olduğundan dolayı bu karşılıklar belli bir alanla da kısıtlı kalmamıştır. Öyle ki zarar gören hükümet müdahaleci hükümeti ihlalci davranışlarını durdurmaya zorlayabilir. Gerçekte ilk aşamadaki karşılıklı adımların etkisizliği ispatlanırsa etkilenen hükümet bir adım ileriye atıp ikinci adımlarını da atabilir. Bu yüzden uydu yayınlarından zarar gören hükümet sinyal bozucu girişimlerde bulunmasının yanı sıra ihlal yapan ülkenin mal varlığına da el koyabilir ve kimi taahhütlerini de azaltabilir.
Uydu dalgaları ve yayınlarının canlı olarak yayılması uluslararası toplum için uluslararası iletişim ve telekomünikasyon alanında eşine benzerine rastlanmayan sorunlara yol açmıştır. Gerçekte uydulardan gönderilen ve yayımlanan yayınların geniş çaplılığı ve hızlı yayını olumlu ve övgüye şayan yönleri olsa da ancak sonuçta milli kültürler ve ahlaki değerlerin bozulmasına ve zayıflamasına neden olmuştur.
İslam İnkılabı Rehberi bu hususta şöyle buyurmuşlardır: " Zalimlerin medyatik imparatorluğu, tarafsızlık iddialarına karşın yalan dolan, çarpıtma ve diğer çetrefilli yöntemlerle küresel zorbaların hizmetine girmiştir. Bugün ise medyatik iletişim aracı en güçlü araçlardan biri olarak nükleer bombadan bile daha tehlikeli ve daha kötü duruma gelmiştir. "
Kimi Batılı siyasetçiler ve uzmanlar, hatta eski Almanya şansölyesi Helmut Schmidt, uyduların canlı yayın kabiliyetinin nükleer kabiliyetten daha tehlikeli olduğunu düşünüyorlar.
Bu çerçevede müdahaleci yayınları kesmek ve engellemek için sinyal bozuculardan yararlanmanın kesin bir sonuç ve çözüm yolu üretmediğini söylememiz gerekiyor. Bu çerçevede uluslararası telekomünikasyon birliği ve UNESCO arasındaki müzakereler de devam etmektedir.
Serbest bilgi dolaşımı taraftarı olduklarını iddia eden Batılı ülkeler bağımsız ülkelere karşı tefrikacı kanallar kurdukları zaman bunun serbest bilgi dolaşımı çerçevesinde olduğunu öne sürüyorlar. Bağımsız ülkeler bu hasmane girişimlerine karşı koyup meşru şekilde kendilerini savundukları zaman ise Batılı ülkeler bu savunmayı ifade özgürlüğü ilkesinin ihlali olarak sayıyorlar.
Halbuki uluslararası hukuk açısından serbest bilgi dolaşımı da belli kısıtlamalar çerçevesinde belirlenmiştir ve hiçbir şekilde diğer ülkelerin milli değerleri ve dini değerlerine zarar vermek için suiistimal edilmemelidir. Aslında böyle ihlallerle dolu bir süreç devam ederse bir tür medyatik kaos ve medyatik terörizm ortamı oluşur. Bu araç ise her zaman emperyal hükümetlerin elinde bir baskı aleti olarak bağımsız ülkelere karşı kullanılır.