Medya Terörizmi-7
Bu bölümde ülkelerin uydu kanalları yayınları hususundaki sorumluluklarını ele alacağız.
Diğer alanlarda olduğu gibi medya yayınları alanındaki haleller ve ihlaller de uluslararası hukuk açısından uluslararası hukuki sorumluluk doğurmaktadır. Bu sorumluluk çerçevesinde bir kaç taahhüt söz konusudur. Böylece ihlal mahiyeti taşıyan girişimin durdurulması, uluslararası taahhütlerin uygulanması, tazminat ödenmesi, verilen zararın telafi edilmesi, ihlali kabul etmesi, esef bildirmesi veya resmi özür dileme durumları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Yapılan ihlal, örneğin soykırıma veya medya aracılığı ile tacize teşvik gibi emir mahiyeti taşıyan bir kuralı çiğnemekle gerçekleşmişse diğer ülkeler bu gayrı meşru durumu tanımak ve bu durumu sonlandırmak için ellerinden geleni yapmakla mükelleftirler. Uluslararası kanallar konusunda ise her türlü ihlal kınanmalı ve bu ihlali yapan medya organlarına maddi ve manevi destekler kesilmelidir. Ülkelerin içişlerine karışmaya ve tacize teşvik ve tahrik etme gibi uluslararası medya organlarını da kapsayan evrensel taahhütlere ilaveten kimi özel taahhütler de bulunmaktadır. Örneğin 19 ülke tarafından onaylanan 23 Kasım 1936 tarihli " Barışın inşası için yayınların kullanılması" konvansiyonu üye ülkeleri bir birinin medyatik alanına müdahale etmekten sakındırmaktadır. Bu yüzden böyle bir taahhüdün ihlali hem ortak bir tahhüdün ihlali hem de özel taahhütlerin ihlali sayılır. Ancak kimi durumlarda hükümetler uluslararası medyatik faaliyetler arenasındaki uluslararası taahhütlerin yükünün altından kurtulmak istemişlerdir.
Özel uluslararası taahhütlerin ihlali bağlamında uluslararası hukukun farklı dallarındaki hususların Washington tarafından şiddetli bir şekilde ihlallere değinmek mümkün. Amerika son yıllarda bilhassa 2017 yılında Amerika başkanı Donald Trump'ın iş başına gelmesinin ardından birçok özel uluslararası hukuki taahhüdünü ihlal etmiştir.
Örneğin Trump Orta Menzilli Nükleer Silahlar Anlaşması'ndan Amerika'yı çekip, buna paralel olarak da İran ile yapılan nükleer anlaşmayı da terk edip ardından da farklı ülkeler aleyhinde ticaret ve tarife savaşı başlatarak anlaşmaların uluslararası hukukunu açık bir şekilde ihlal etmiştir. Washington Paris İklim Anlaşmasından, Uluslararası Çevre Hukuku Anlaşmasından Amerika'yı çekerek, Suudi Rejimine yasak silahları satıp bu silahların Yemen'de kullanılmasına müsaade ederek, uluslararası insancıl hukuku ciddi şekilde ihlal etmiştir.
Amerika birçok telekomünikasyon ve iletişim kurallarını ve hukukunu da ihlal etmiştir. Uluslararası hukuk uzmanı ve medya araştırmacısı Dr. Ahmed Kazımi bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "Uluslararası telekomünikasyon hukukunun Amerika tarafından ihlalinin boyutları sadece Washington'un medya organlarını tek taraflı olarak boykot etme, uydu kanallarının yayınını kesme, sosyal ağlardaki hesapları kapatmakla kısıtlı değildir. Amerika açık bir şekilde kimi ülkelerin toprak bütünlüğünü tehdit eden ve bölücü ve ayrılıkçı söylemlerde bulunan böylece Birleşmiş Milletler Teşkilatı anlaşmasını net bir şekilde ihlal eden kanallara ev sahipliği yapmaktadır. Örneğin İran'ın toprak bütünlüğü aleyhinde çalışan bölücü söylemler yayan Günaz TV Amerika'nın Chicago eyaletinden yayın yapmaktadır. Bu ise uluslararası hukukun açık ihlalidir. "
Genel uluslararası taahhütlerin ihlali hususunda ise yine uluslararası sorumluluk söz konusudur. Mevcut uluslararası hukuk devlete bağlı olmayan aktörlere yönelik uygun kontrol mekanizmasından yoksun olduğu için bu hususta bir boşluk söz konusudur. Ülkeler ise medyatik sorumluluk meselesini kendi iç yargı sistemlerinde ele almak istiyorlar. Bu durumda ise medeni ve cezai sorumluluk medyalar için de söz konusu olur. Aslında böyle olunca ihlal yapan medya organları uluslararası sorumluluk yükünün altından da kaçmış olur. Bu yüzden pratikte bir medya organının ihlalleri ülke içinde ele alınarak uluslararası sorumluluklardan kaçma meyli oluşur. Tabii devlete bağlı olmayan ihlalci kanalları destekleyen devletler ve hükümetler hakkında böyle bir sorumluluğun ortaya konulması mümkün ancak telekomünikasyon alanındaki karmaşık durumlardan biri de devlete bağlı olmayan medyatik hukukun belirsizliğidir. Bu yüzden bağımsız bir medya organını bir devlete bağlamak da pek zor bir iştir. Örneğin BBC kanalı İngiltere'nin hukuki sisteminde kamu şirketi olarak Kraliyet Anlaşmasının desteğinde bağımsız faaliyet gösterip misyonu, bilgilendirme, eğitme ve eğlendirme olarak belirlenmiştir. Bu yüzden bu kanal devlet ve özel sektörün müdahalelerinden uzak kalmalıdır. Bu yüzden bu kanalın İngiltere Kraliyetine yani devletine bağlı olduğunu gösteren birçok kanıt ve belge mevcuttur. Örneğin BBC kanalı bütçesini doğrudan İngiltere hükümetinden almaktadır. Bu kanal ayrıca kraliyet desteğini de arkasına almıştır.
Sözde bağımsız ve devlete bağlı olmayan bir kanalın bir devlete bağlı olduğu ispatlanırsa uluslararası sorumluluklar hukuku sistemi bu kanal için uygulanacaktır. Ancak temel sorun da bu bağlılığın ispatlanmasının pek uzak bir ihtimal olmasıdır. Toplamda bir medya organı bir devletin kurumlarına bağlı olabilir, kısmen kamuya bağlı, devlet tarafından yönetilen bir partiye veya tamamen bağımsız olabilir.
Hükümetlerin medyatik faaliyetler karşısında sorumluluğa sahip olmasına rağmen ancak bağımsız medya organları hususunda böyle bir sorumluluğun söz konusu olup olmadığı bağlamında ciddi ihtilaflar mevcuttur. Uluslararası hukukta hükümetlerin gerçek ve özel kişilerin girişimlerinden sorumlu olmadıkları belirtilmiştir. Ancak bu hususta belli başlı istisnalar da söz konusudur. Sohbetimizin devamında bu istisnalardan ikisine değinmek istiyoruz.
Bu istisnalardan biri ülkeler arasında kişilerin sorumluluklarının hükümetlere bağlı sayılması anlaşmasının olması ve diğeri de hükümetlerin uluslararası belgelere göre önlemesi ve engellemesi gereken teröre, soykırımına ve diğer uluslararası cinayetlere teşvik etme durumunun söz konusu olmasıdır. Bu doğrultuda 1936'da onaylanan Cenevre Konvansiyonu'nun 4'üncü maddesi üye devletleri ülkelerinin içinde yayınlanacak doğru medya programlarını güvence altına almak ve devlete bağlı olmayan yayıncıları kendi milli hukukları çerçevesinde denetlemekle yükümlü kıldı.
Devletlerin soykırım ve terörizm ile mücadeleyi garanti altına alma hususu, uluslararası konvansiyonlar ve kararlar, ayrıca örfe dayalı uluslararası hukuki belgelerden anlaşılmaktadır. Örneğin " Soykırımın önlenmesi ve bu cinayetin cezalandırılması" konvansiyonu devletleri soykırımın devlete bağlı veya devlete bağlı olmayan kişiler tarafından hayata geçirilmesini engellemekle mükellef kılmıştır.
Ayrıca 2006 yılından onaylanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1703 sayılı karar da devletleri teröristlere ev sahipliği yapmaktan sakındırmaktadır. Ayrıca devlete bağlı olmayan kanalların uluslararası hukuki sorumlulukları iki açıdan da ele alınabilir. İlk olarak uluslararası hukukta mevcut kimi taahhütlerin evrensel olması ve özellikle de soykırım ve taciz konusunda devlete bağlı ve devlete bağlı olmayan aktörleri kapsamasıdır. İkincisi ise kimi devletler tek taraflı olarak kimi durumları ihlal sayıyorlar. Örneğin bazı ülkelerde diğer ülkelere iftira atmak veya onların liderlerine yönelik saygısızlık ve aşağılama suç sayılmaktadır.
Devletlere bağlı olup olmayan kanalların ve aktörlerin uydu programları yayınlaması bir hak olsa da bu programların uluslararası hukuka aykırı olmaması ve diğer ülkelerin milli ve manevi değerlerini tahrip etmemesi gerçekleri ters göstermemesi şarttır.
Ülkeler uydu yayınları konusunda bir yandan da uluslararası telekomünikasyon hukuka ve örfi kurallara uymak şart. Bir yandan da devletler uydu programlarının içeriklerini de kontrol etmeli ve uluslararası hukuk alanında özellikle de insan hakları alanındaki yapılan ihlalleri önlemelidir.
Ancak günümüzde Fox News gibi kimi Batılı kanallar Yemen halkının Suudi Arabistan karşısındaki meşru savunma hakkını bile ters göstermeye çalışıp Suudi Rejiminin Yemen'deki cinayetlerini sansür yapmaya çalışmaktadır. Bu ise uluslararası hukuki kurallara aykırı düşüp medya terörizminin açık bir örneği sayılmaktadır.