Türkiye’den Köşe yazarları
Veysi Şahin, Yurt gazetesinde, “AKP’deki çatırdama nereye gider?” başlıoklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve yakın çevresinde uzun süredir bir ‘siyasi hareketlilik’ var...Bu çok açık görünüyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın ‘gölge kabine’ ve Maltepe semtindeki makamında yaptığı toplantılarla ilgili haberler bu yönde önemli bir işaret idi. Yıldırım gerçekten de seri toplantılar yapıyor. Hatta toplantı salonundaki son derece gelişmiş ses tesisatını söktürdüğüde biliniyor. Dinlemelere tedbir olarak jammer kullandığı da. Gölge Başbakan Yıldırım, bu haberleri yalanlamıyor. Görmezden geliyor...Oğlu ile ilgili kumarhane fotoğrafları, AKP içindeki rakiplerinin kendisine bir gözdağı olduğu da göz ardı edilemeyecek bir iddia olarak karşımızda duruyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadeelre yer veriyor:
…***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti de yabana atılır bir destek değil...
Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasındaki görüş ayrılığının çoktan ‘anlaşmazlığa ve çatışmaya’ döndüğü gerçeği, AHaber’de Murat Gener’in yönettiği ‘Toplumsal Hafıza’ adlı programda açık biçimde ortaya çıktı. Ete kemiğe büründü...
Star Gazetesi yazarı Nasuhi Güngör, Başbakan Davutoğlu’nu eleştirmekten öte, net bir biçimde “Türkiye bu ikili yapıdan kurtulmalı. İki başlılık olmaz, Davutoğlu gitmeli” diyerek AKP ve hükümet arasındaki çatışmayı resmen ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki anlaşmazlığı da...
Peki, Nasuhi Güngör neden böyle konuştu. Ya da Nasuhi Güngör’ün sözleri niye önemli? Nasuhi Güngör kimdir?
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile çok yakın. Star Gazetesi’nde köşe yazarı... Geçtiğimiz bir kaç ay öncesine kadar TRT’nin ikinci adamıydı. Genel müdürlük için ismi geçen güçlü adaylarındandı.Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından TRT’deki görevinden alındı. Bu yüzden kırgın...Hakkında bir yığın iddia var.Bir ara TRT’den önce, TV program yapım konusunda hakkındaki iddialarından dolayı gözaltına alındı, suçsuz görünerek serbest bırakıldı.Nasuhi Güngör için, “Görevden alındı o sebeple kızdı, konuştu” diyemeyiz. Bu konuşmasında belki, içinde mali konularda bulunan TRT’deki icraatlarının Erdoğan tarafından sahiplenilmesi yönünde beklentisi var. Ama asıl sebep bu değil.A Haber, Türktime.com’un sahibi ve yazarı Talat Atilla’nın dediği gibi; “Kanal 24 yerine Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı
Sarayı’nın tamamında talimatla izlenen tek haber kanalı...”
Nasuhi Güngör sadece Yalçın Akdoğan ile değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de birebir hukuku olan bir isim.En önemlisi AKP’nin sadece içini bilmiyor, dokusunu biliyor. Bu dokuda katkısı da var...
AKP ailesinden biri...Asla ve asla sadece gazetecilik dürtüsüyle konuşmuyor. AKP’nin içinden biri olarak, partili sıfatıyla konuşuyor.Bu yüzden Nasuhi Güngör’ün sözlerini ‘öylesine söylemiş’, reyting ve birkaç günlük popülarite arayışı olarak görmek saflık olur.Tam aksine ‘bilerek söylenmiş’, ‘söyletilmiş’ bir itiraftır.Malumun resmen ilandır.Külliye’nin resmi haber kanalında, fitilin ucu tutuşturuldu...Patlama kaçınılmaz!
…***
Süleymna Yaşar, Taraf gazetesinde, “Yüksek faiz tasarrufu artırmaz”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Bazıları Türkiye’de tasarruf eksiği olduğu için faizlerin yüksek olması gerektiğini söylüyor. Bu doğru değil. Çünkü uygulamadan elde edilen veriler faizin tasarruflar üzerinde etkisinin zayıf olduğunu bize gösteriyor.Peki, tasarrufu artıran nedir o hâlde?Hemen cevaplayalım; özel tasarrufları artıran şirket kârları oluyor. Bildiğiniz gibi şirketler elde ettikleri kârların bir kısmını temettü olarak dağıtır. Kalan kısım ise kurumsal tasarruf olarak ayrılır. Yine hane halkının tasarrufları, hanenin üretimi ve elde ettiği temettü toplamından hanenin tüketimi çıkartıldıktan sonra kalan kısım olarak hesaplanır.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Böylece tasarrufları artıracak asıl unsurun şirketlerin kârları olduğunu tekrar belirtelim. İşte bu tasarıma göre; faiz, şirketin finansman maliyeti olduğundan, yüksek faizin, şirket kârlarını, dolayısıyla temettü ve dolayısıyla tasarrufları azaltan bir değişken olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi gelelim Türkiye’nin durumuna…
Türkiye’de son dönemde reel sektörde çalışan şirket kârları düşüyor. Hattâ pek çok şirket iflasın eşiğine geldi. İflas erteleme talebinin patlaması bize durumun iyi olmadığını söylüyor.
O hâlde mevcut koşullarda faizlerin yüksek kalmasının şirketlerin iflas sürecini hızlandıracağı gibi yeni yatırımları da olumsuz etkileyeceğini söylemek herhâlde hatalı bir tespit olmaz.
Tabii bu arada yüksek faizden kârları artan tek sektör bankacılık oluyor. Ama bu sektörün de neredeyse yarısının yabancı sermayeli olması, Türkiye’de elde edilen kârlardan ödenen temettülerin yurtdışına çıkışına neden olduğundan ülke içi tasarruflara katkısı olmuyor. Hattâ ülke içi tasarrufları olumsuz etkiliyor.
Bu arada tasarruf açığını kapatmak için yüksek faizle dışarıdan kısa vadeli para toplamayı önerenlerin de doğru söylemediğini belirtelim.
Niye doğruyu söylemiyorlar?
Söylemiyorlar, çünkü; yurtdışından yüksek faizle alınan kısa vadeli paralar genellikle ferdi kredilere ve kart kredilerine aktarılıyor. Bu paralar lüks tüketime özellikle yeni cep telefonu ve yeni kişisel mini bilgisayar türü mallara yöneliyor. İşte bu nedenle dışarıdan alınan kredilerin imalat sanayii ve tarıma yönelmeyip tüketime gitmesi tasarrufları olumsuz etkiliyor.
Lobicilerin ileri sürdüğü gibi yüksek faiz tasarrufları olumlu etkilemiyor. Tasarrufların artması için kurumsal tasarrufların çoğalması şart. Yani şirket kârları ve devlet bütçesinden yapılacak kamu tasarrufları artmalı. Kısaca Merkez Bankası faizi yüksek bırakarak hata yaptı. Alınan bu hatalı kararın işsizliği daha da artıracağını belirtelim.
…***
İhsan Çaralan, Evrensel gazetede, “Suç, ceza, kamuoyu vicdanı ve eğitim sistemi!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Karaman’da, Ensar Vakfı ve Karaman İmam Hatip Okulları Mezunları Derneğinin (KAİMDER) yurtlarında ve “evleri”nde kalan çocuklara cinsel istismarda bulunan Muharrem Büyüktürk’e, mahkeme ilk celsede 508 yıl ceza verdi!Muharrem Büyüktürk’e, cinsel istismarda bulunduğu 10 çocuğun her biri için ayrı ayrı ceza veren mahkeme, “iyi hal indirimi” de uygulamadı.Bu; ceza kesinleşirse, infaz yasasına göre, cinsel istismarcı Büyüktürk’ün, 32-33 yıl cezaevinde kalacağı anlamına gelmektedir!”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Türkiye’de bu tür davaların yılan hikayesine dönüştürüldüğü ve sonunda şu indirim, bu indirimle cezayı ceza olmaktan çıkaran uygulamalar dikkate alındığında Karaman Mahkemesinin kararı, elbette kamuoyunda, hiç olmazsa bu kişiye verilen ağır ceza açısından “Adalet yerini buldu!” duygusuyla karşılandı.
Ortaya çıkan skandalın boyutu dikkate alındığında, mahkemenin “suçu” aşırı soyutlayıp, davayı tamamen Muharrem Büyüktürk’ün suçuna indirgemiş olması ise eleştirildi; tepkiyle karşılandı. Bu yüzden de, “Adalet yerini buldu!” duygusu buruk, aynı zamanda yarım bir hoşnutluk duygusu olarak kaldı.
Cinsel istismarın, çocukların yasa dışı bir biçimde kurulmuş Ensar Vakfı ve KAİMDER’in yurtlarında ve “evlerinde” gerçekleşmiş olmasını hiç göz önüne almayarak mahkeme, cinsel istismara yol açan ortamı oluşturan, bu yurtlarda çocukların yasa dışı olarak barındırılmasına göz yuman yetkili makamların sorumluluğunu da görmezden gelmiştir. Valilikten, milli eğitime ve öteki resmi kurumların yetkililerinin görevlerini yerine getirmediği de dikkate alındığında; en azından Karaman Valisi, Milli Eğitim, Aile Bakanlığı yetkilileri, Ensar Vakfı ve KAİMDER yöneticileri de bu davadan yargılanmalıydı!
Gerek olup biteni medyadan izleyen kamuoyunun gerekse dava dosyasının bilgisine sahip avukatların, baroların temsilcilerinin de görüşü bu doğrultudadır. Ancak mahkeme bu gerçekleri dikkate almayarak sadece cinsel istismarcıyı cezalandırarak, “günü kurtarmış”tır!
Nitekim, istismarcıya daha ilk duruşmada 508 yıl gibi ağır bir ceza veren mahkeme, bu kararıyla bir yandan olumlanırken, öte yanıyla “Mahkeme asıl suçluları kurtarmak için”, “Ensar Vakfı ve KAİMDER yöneticilerini kurtarmak için, davayı alelacele bitirerek kamuoyu gündeminden düşürmek istedi” eleştirileri yaygın biçimde dile getirilmektedir.
Bu yüzden de cinsel istismarcı Büyüktürk, 508 yıl ceza alsa da kamuoyu vicdanının rahatladığını söylemek doğru olmaz.
508 yıl ceza karşısında Ensar ve KAİMDER’in koruyucuları ve kollayıcılarının yandaşı olmayanların gönül rahatlığı ile “Ohh” dememesinin nedeni de budur.
Başka bir söyleyişle Karaman’da çocuklara cinsel istismar davasının, kamuoyunda “Adalet yerini buldu!” duygusu uyandırmayan bir dava olarak tarihe geçeceğini söylemek yanlış olmaz.