Mayıs 09, 2020 08:28 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen sohbetimizde su krizinin dünya toplumunu, yaşanacak muhtemel savaşlarla tehdit ettiğini belirterek ciddi su krizi ile karşı karşıya olan bazı bölgelerden örnekler verdik. Bu hafta da aynı konuyu ele alarak kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Ünlü Amerikalı uzman ve yazar Michael T. Claire 2001 yılında “Modern çatışma coğrafyası” makalesinde dünya toplumuna uyarıda bulunarak şöyle yazdı:

Yakın bir gelecekte çatışan bölgeler belirlenecektir, onlar potansiyel açıdan doğal zenginliklere sahiptirler. Dünyanın bir çok noktasında arz ve talep mekanizmasından doğan baskı ile birlikte nüfus artışı ve ekonomik faaliyetlerin genişlemesi, hayati maddelere ulaşmak iştahını kabartır. Bu yüzden enerji ve hayati maddelerin azalması ile geriye kalan kaynaklara ulaşma rekabeti yoğun şekilde şiddetlenecektir.

Claire makalesinin devamında dünyada petrol tüketiminin artmasına işaretle şöyle yazdı:

2000 yılında günlük 77 milyon varil olan petrol tüketim miktarı 2020 yılında 110 milyon varile ulaşacaktır fakat petrol üretimi, mevcut durumda artmakta olan talep süreci ile uyuşamayacaktır ve enerji münakaşası şiddetlenecektir. Fakat dünyada suyun durumu da pek umut verici değildir. Halihazırda insanlar, suların yarısını içmek, yıkanmak, gıda maddesi üretmek, sanayi vb. için kullanıyor ve her geçen gün daha fazla su arzı zarureti, daha da çok hissediliyor.

Makalede yeteri kadar suya sahip olan bölgeler dışındaki bölgelerde 2050 yılına kadar bu hayati maddeye ulaşmak için yoğun rekabet yaşanacaktır ve küresel ısınma gibi olaylar da suya olan talep oranını etkileyecektir.

Yazar makalenin devamına Sudan ve Mısır, Siyonist rejim ve Suriye ile Ürdün, Hindistan ve Pakistan arasında yaşanarak devam eden münakaşalara işaretle bunların su savaşı için bir giriş  olduğunu kaydederek dünya insanlarına mavi gezegenin belirsiz geleceği hakkında uyarıda bulunuyor.

Dünyada mevcut gerçekler dikkate alınırsa, biz istesek de istemesek de, mevcut durumu anlasak veya inkar etsek de su krizi ciddi bir kriz haline geldiği söylenmelidir. Bu şartlarda dünyanın her köşesinde su savaşlarının yaşanması da uzak bir ihtimal değildir ve bir an önce önlem alınmadığı takdirde ise dünya bu durumun kötü etkileri ile daha çok yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Geçen bölümde su üzerine dünyada yaşanan bazı çatışmalar ve anlaşmazlıklara değindik. Bugün de diğer bazı örneklere işaret edeceğiz.

Önce Latin Amerika ve Bolivya’nın 4. Büyük kenti Kuçabama’ya  (Cochabamba) gidiyoruz. 1999-2000 yılları arasında Kuçabama’da kentsel su temin şirketinin özelleştirilmesine karşı bazı protesto gösterileri düzenlendi. Gösteri seli ve polisin şiddeti, su fiyatına karşı genel bir ayaklanma şeklinde tanımlandı. Gerginlikler yeni bir firmanın kendi ortağı ile bir baraj inşası kararı alarak su fiyatının artmasına sebep olması ile birlikte başladı. Söz konusu itirazlar “su ve yaşamı savunma” başlığı ile koordine edildi ve 200 yılında sosyal bir ittifak ile gerçekleşti. On binlerce insan protesto gösterilerine katıldı, çıkan çatışmada bir kişi öldü ve su krizi alanında en ciddi hareket olarak kayda geçti. Sonuçta, yapılan şikayetlerin bir dış yatırımcının yeni bir anlaşması ile 2001 yılında sorun çözüldü.

Bir sonraki örnek Amerika’da ve Kaliforniya su savaşı ile tanınan hareketti. 19. yüzyılda Los Angles kentinin tüm yönlerden gelişmesi ile bu kente su kaynaklarının eklenmesi öncelik olarak tanındı. Dönemin Los Angles belediye başkanı  Owens Vadisinden bir kanal ile Los Angles’e su aktarılabileceğini fark etti. Kanalın yapımı 1913 yılında sona erdi ve o yıldan itibaren Owens nehrin suyu Los Angles’e akmaya başladı.

Bu konu Vadi’nin ekonomisinin yok olmasına ve çiftçilerin sorun yaşamasına sebep oldu. Sonuçta çiftçiler 1924 yılında kanalı tahribe giriştiler fakat Los Angles su akımını koruyabildi.

1941 yılında Los Angles yetkilileri Owens Vadi’nin kuzeyini besleyen Mono gölünün suyunu kanala aktardılar. Fakat Mono gölü ekosistemi göçmen kuşlar için ve su seviyesinin azalması nedeni ile tehlikeli duruma geldi. Bu konu 90’lı yıllara kadar devam etti ve her iki taraf konuyu mahkemeye taşıdı. Mahkeme kararı Los Angles kentini Mono gölünden su aktarmayı durdurmaya mecbur kılınca göldeki su seviyesi de eski duruma geldi ve ekosistem de daha iyi bir durum aldı.

Bu sefer Afrika’dan gelen haberler kara kıtada savaşın alevlendiğini yansıtıyor. Uzmanların araştırmaları ve eldeki bilgilere göre, Nil nehri suyu konusunda yaşanan savaş, Siyonist rejimin gerçekleştirmeye çalıştığı bir plandır ve tabi ki Amerika'nın da bu komploda parmağı bulunuyor.

Etiyopya tarafından en-Nahda (Grand Ethiopian Renaissance Dam) barajının inşaatı bu çatışmanın bir başka şeklidir ve aslında sebeplerinden biridir. Fars Körfezi kıyısında olan Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin Siyonist rejim ve tabi ki Amerika ile birlikte inşaatı için yardım ettikleri belki de dünyanın en büyük barajı.

Mısır ve Etiyopya arasında söz konusu baraj ile ilgili müzakerelerin yenilgiye uğraması, aslında kesin çatışma aşamasına geçiş anlamındadır, bu yüzden uzun süreli yan etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir.

Uzmanlar ve yorumculara göre Etiyopya tarafından inşa edilen bu baraj, Mısır suyunu kontrol etme yönünde sert bir karardır ve Mısır’ın su yoksulluğu dönemine girmesine sebep olacaktır.

Bu konu Mısır'ın su hakkı ve yıllık payını garanti etmiyor. Bu arada Mısır ve Etiyopya arasında yaşanan müzakereler ise her zaman yenilgi ile sonuçlanmıştır ve sebebi de bölgede kargaşa ve kaos oluşturarak bulanık Sudan balık avlamak isteyen Siyonist rejimin komploları ve şom planlarıdır.  

Ürdün basınından "Al-Ghad", “Asya'da Yeni Su Savaşı Cephesi” başlığı altında yayınladığı raporda, Çin’i doğu Asya bölgesindeki suları ele geçirmekle suçladı. Söz konusu raporda şöyle yazılıyor:

On yıllar boyunca Çin, kendi komşularını su ile ilgili önemli jeopolitik tehlikelere maruz bırakmış ve bu durumu komşularına nüfuz etmek ve uluslararası nehirler üzerine aldırmadan barajlar inşa etmek için kullanmıştır. Çin hali hazırda tüm dünyadan daha fazla sayıda baraj yapıyor ve halen de baraj yapmaya devam ediyor öyle ki alt komşuları ve özellikle de Mekong nehri havzasında olan Nepal ve Kazakistan’ı Çin’e bağımlı tutuyor.

Çin şimdiye kadar su paylaşımı için her hangi bir ülke ile anlaşma sağlamamıştır fakat bazı hidrolojik ve meteorolojik konularda ortaklık kaçınılmazdır; böylece alttaki ülkeler sel olayını öngörüp önlem alabilirken aynı zamanda mal ve can kayıplarını en aza indirebilmek için plan yapabilirler. Buna rağmen bir konuda Çin, benzer verileri Hindistan’dan esirgedi, bu konu ise Hindistan’da sel  uyarı sistemlerinin etkinliğini azalttı. Sonuçta bu yıl Hindistan’ın kuzey doğusunda, Brahmaputra nehri vasıtası ile akan suni yağışlara rağmen Tibet’in çıkışı ve Bangladeş’e girmeden önceki bölge daha önce benzeri görülmemiş sel ile karşı karşıya kaldılar ve olayın yıkıcı sonuçları özellikle Asam bölgesini etkisi altına aldı.

Çin 1997 yılında Uluslararası Su Yollarının Taşımacılık Dışı Haklarına Dair Sözleşme’ye hayır oyu veren 3 ülkeden biridir. Söz konusu sözleşme ülkeler arası ortak havzalarda hidrolojik ve diğer bilgilerin düzenli olarak takasını öngörüyor. Buna rağmen Çin 5 yıllığına ikili bir anlaşma imzalamıştır, böylece günlük olarak Tibet bölgesinde Berahmaputra 3 kontrol istasyondan Mayısın ortalarından Ekimin ortalarına kadar tehlikeli ve yoğun yağışların yağdığı dönemde hidrolik ve meteoroloji bilgilerini Hindistan’a aktarıor.

Burada önemli olan konu, hidrolik verilerin başka ülkelere bedava ve ücretsizce verilmesine rağmen Çin'in bu işlemi para karşılığında yapmasıdır; halbuki Su Temini Sözleşmesi açıkça bu konuda hiçbir masrafın ödenmemesini belirtmiştir.

Böylece insan, hayvan ve bitkilerin yaşamında su ve hayati rolü, açıklamayı gerektirmeyecek bir konu olduğu açıkça her kes tarafından bilinmekte; fakat insanlığın mevcut durumu, su kaynaklarının doğru yönetilmediği ve krizin yaşandığını gösteriyor. Öyle ise geç kalmadan bir çare bularak dünyayı daha fazla cehalet ve düşmanlık kuraklığına düşürmeyelim.