Haziran 22, 2020 09:04 Europe/Istanbul

Bu bölümde İslam açısından azınlıklar ve karşılıklı olarak ahde vefanın önemini konu edineceğiz.

Geçen sohbetimizde İslam'ın toplumun bireyleri arasında soyları ve ırklarına göre ayrımı boş saydığını ve böyle temellere dayalı üstünlüğü  kınadığını belirttik. Öyle ki İslam Peygamberi şöyle buyurmaktadırlar: " Allahu Teala, yüreğinde küçük bir tanecik kadar  ırkçılık ve aşiretçilik yapanı kıyamet gününde cahiliye dönemi Araplar ile mahşur edecektir. "

İslam'ın öğretileri ve tealimlerine göre ırk, toplumun sınıflandırılmasında kriter olarak ele alınmamalıdır. Yine İslam'ın küresel yasalarına göre milliyet ve uyrukluk meselesi kan veya toprağa dayalı değildir. İslam'a inanan herkes İslami toplumun bir parçasıdır. Bu açıdan ırk, dil, ikamet meselesi ve tarihi geçmişi  hiçbir şekilde etkili değildir. Esasında İslam, Müslümanları ırk, milliyet ve uyruklarını önemsemeden Tek Ümmet olarak adlandırıyor ve buna karşın Müslüman olmayan her kişiyi yabancı sayıyor. Böylece genel bir kavramda yabancı mümin olmayan ve İslam'a inanmayana denmektedir. Ancak  bu kesim de İslam'a göre güvenlik ve insan hakları gibi haklarından da  yararlanmalıdırlar. Örneğin Allah Peygamberi Hz. Muhammed saa Necran barış anlaşmasında  bu hakların hepsini Hristiyanlar için geçerli olduğunu buyurmuştur. Halihazırda da İran İslam Cumhuriyeti'ndeki tüm dini azınlıklar da vatandaşlık haklarından yararlanırlar. 

Burada dikkat edilmesi gereken konu Müslümanlar ve gayrı Müslimlerin İslami toplumda eşit  değil ancak Müslümanlar için böyle bir toplumda bazı avantajların söz konusu olmasıdır.    Buna rağmen İslami toplumda bulunan ve uyruğu sayılan herkese insani haklarını vermesi şarttır. İmam Ali as ise Malik Eşter'e mektubunda bu hususta şöyle buyurmuşlardır: "  Elinin altında bulunanlara gönlün için şefkatli ol... Çünkü elinin altındakiler ikiye bölünürler. Ya dinde seninle aynıdırlar ya da yaratılışta seninle aynıdırlar. 

İşte bu çerçevede İslami hükümetin lütuf ve inayetinin tüm vatandaşları ve uyrukları kapsadığını söylemek mümkün. İmam Ali as'ın Hristiyan bir kişiyi gördüğü, dindaşlarından kimsenin ona destek vermediğini ve onun Müslümanlardan destek aldığını gördüğü nakledilmektedir. İmam Ali as ise ona şöyle buyurduğu naklediliyor: " Gençlik çağında onu kullanıp ihtiyarlık döneminde onu bırakıyor musunuz? "   Ardından beytülmaldan o kişiye nafaka verilmesini emrettiği anlatılmaktadır. 

Aslında uyrukluk meselesi kişiler ve hükümetleri arasında bir bağdır. Bu bağa göre bir taraf destekleme taahhüdünde bulunur ve diğer taraf da itaat etmek ve ihanet etmemeyi. Bu salahiyetli olan ve İslami hükümetin maslahatına olan herkesle söz konusudur. Böylece  İslam, bu dine bağlı olmayı azınlık ve çoğunluğun belirlenmesinde kriter olarak belirliyor. Böylece herkes kolayca İslam ülkesi uyruğu olabilir ve tüm vatandaşlık haklarından ve avantajlarından yararlanabilir. 

İslam dinini kabul etmeyen biri İslami toplumda azınlık sayılıp özel görevler ve durumlara katlanmak zorundadır. Burada önemli olan noktanın azınlık kelimesinin jargon olarak kullanılmasının ithal bir kelime olduğunu ve sonradan İslam kültürüne girdiğidir. Yoksa İslam hiçbir zaman günümüzde azınlık kavramı ile alakalı bir tanım yapmamıştır. İslam her zaman Müslüman olmayanlara Ehli Kitap, Ehli Zimme ve Muahitler olarak hitap etmiştir. 

Söylendiği gibi uyruk meselesi hükümet ve vatandaşlar arasında görülen bağ olarak tanımlanır. İslam dini ise anlaşmalar ve sözleşmelerinin itibarlı olma meselesini,  beşeri kuralların en belirgini olarak kabul etmiş ve ahde vefasızlık ve ihaneti kınamıştır. Yüce İslam Peygamberi ve Masum İmamlar ise her daim  ahde vefalı olmayı ve verdikleri sözlerin yerine getirilmesine vurgu yapmıştır. 

Değerli semavi kitabımız Kuran-ı Kerim, ise ilahi maarifi içermesinin yanı sıra ilahi anlaşmaları ihlal eden kavimlerin şom akıbetlerini de anlatmış ve özellikle de müminlerin ahde bağlı kalmalarını vurgulamıştır. Maide suresinin ilk ayeti ise bu husustadır ve şöyle bir ifade içeriyor: «یا أَیُّهَا الَّذینَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ»

"Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramda bulunduğunuz sırada avlanmayı helâl saymamanız şartıyla, size bildirilecek olanlar dışındaki "en‘âm" denen hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Şüphesiz Allah dilediği gibi hükmeder."      Bu ayette Ukud yani akitler kelimesi çoğul olarak kullanılmış ve tüm akitleri ve anlaşmaları kapsıyor. Bu yüzden ayetin kapsamı o kadar geniştir ki Müslümanların gayrı Müslimler ile vardıkları mutabakatları bile kapsıyor. Böylece bu anlaşmalara da bağlı kalmanın öneminin altı çizilmektedir. 

Allahu Teala Muminun suresinin başında müminlerin bariz özelliklerini sayarken ahde vefalarını önemli özelliklerinden biri olarak sayar. Bu da Allah katında ahde vefalı olmanın ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Çünkü toplumsal yaşamın sermayesi karşılıklı güven duygusudur. Güven duygusu bağlarını paramparça eden hususlardan ve günahlardan biri de ahde vefasızlık ve sözlerin tutulmamasıdır. 

Evet arkadaşlar  ahde vefanın olmadığı bir toplumda toplumsal kaoslar çıkar ve böylece o toplumun çöküşü için zemin hazırlanır. Allahu Teala ise Nahl suresinin 92'inci ayetinde bu hususta ahde vefalı kalmanın zaruretine vurgu yaparak, ilk önce yeminler edip daha sonra ihanet ederek hile ile ahitlerini bozanları, evvela ipliği eğirip daha sonra ipliği paramparça eden kadınlar olarak tanımlamıştır. Halbuki yeminlerin bozulması ilahi sınamalardan yenilgi ile çıkmak demektir. Allahu Teala ise kıyamet gününde bu kesimin hesabını görecek ve işte o zaman bu kişiler de dünyada vahşiler gibi tartıştıkları ve hakkı batıl etmeye çalıştıkları işlerin hakikatini anlayacaklardır. 

İmam Ali as, adalet ve şeref tecellisi, defalarca değerli hutbelerinde ve mektuplarında ve de hikmet dolu Nehcülbelaga kitabında da ahde vefalı kalma ve adalete riayet etmeye vurgu yapılmıştır. İmam Ali as Nehcülbelaga'nın 53'üncü ayetinde ise  Malik Eşter'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "  Sen, kendin ve düşmanın arasında barış anlaşmasına vardıysan, barış ile kuşandıysan,  o zaman buna da bağlı kal ve gayrı Müslimler ile anlaşmanı bile koru ve kendini bunu korumak için siper et. Çünkü tüm ihtilaflara ve görüş farklılıklarına rağmen hiçbir husus ahde vefalı kalmaktan daha önemli değildir.   Yaptığın anlaşmaya ihanet etme ve düşmanlarını aldatma, çünkü Allah'a karşı bedbaht akılsızlardan başka kimse övünmez. Ahitler ve barış anlaşmaları Allahu Teala'nın izni ile kullara merhamet ve şefkat göstermek adına var olmuştur. Bu yolda ise hilekarlık kabul edilemezdir. 

Burada önemli olan nokta ise  İmam Ali as'ın düşmanlar karşısında bile ahde vefalı olmaya ve toplumsal adalete bu denli büyük önem vermeleridir.  Hz. Ali as ahde vefalı kalmak ve ihanet etmemenin insanın yararına olduğunu ve onu bedbahtlık ve cehaletten kurtaracağını ve tam tersi ihanet ve ahde vefasızlığın Allah'a karşı çıkmak anlamına geldiğini belirtiyor. 

İmam Ali as'ın Ehli Kitap ile davranış şekli de hikmet dolu ve stratejiktir. İmam Ali as Nehcülbelaga'nın 27'inci hutbesinde Müslümanların gayrı Müslimler ile savaşlarının biri hususunda şöyle buyurmaktadırlar: "  Muaviye ordusundan birinin İslam gölgesi altında canı ve malı korunmuş olan gayrı Müslim bir kadının evine girdiğini ve onun takılarını götürdüğünü duydum.... Bu hususta Müslüman biri hüzünden ölürse, yerinde olacaktır. "

Değerli dinleyiciler sohbetimizin sonlarına yaklaşırken  İslam'ın tavsiyesi üzerine insanın kendisi için beğenmediği bir şeyi diğerleri için de beğenmemesi gerektiğini söylemeliyiz. Bu husus ise ahde vefalı kalma konusunda açık ve net ortadadır. Çünkü  bir kişi kendi taahhütlerini uyguluyor ve karşı taraftan da sorumluluklarını yerine getirmesini bekliyor. Böylece toplum bireylerinin her biri taahhütlerini yerine getirirlerse o zaman birçok toplumsal, siyasi, ekonomik ve ahlaki sorun da çözülecektir. 

Etiketler