Haziran 25, 2020 16:10 Europe/Istanbul

Bu bölümde ise İslam'ın uzlaşma içerisinde hayata çağrısını konu edineceğiz.

Toplumsal adalete önem verilmesi ile kişiler huzur ve rahatlık içerisinde beraber yaşayabilirler. Bu çerçevede Müslümanların gayrı Müslimler ile huzur içerisinde uzlaşma içerisinde yaşamaları da büyük önem taşıyor. Geçen sohbetimizde toplumda sözlerin tutulması ve ahde vefalı kalmanın faydalarından, bireylerin bir birlerine güven içerisinde olması, güvenliğin sağlanması, toplumsal adaletin sağlanması ve de toplumun tüm bireylerinin haklarının korunması olduğuna değindik. Sohbetimizin devamında ise Müslümanların barış içerisinde gayrı Müslimler ile beraber yaşamasına değineceğiz. 

Kuran-ı Kerim'in Ali İmran suresinin  64'üncü ayetinde şöyle buyrulmuştur: "«قُلْ یا أَهْلَ الْکِتابِ تَعالَوْا إِلی‏ کَلِمَةٍ سَواءٍ بَیْنَنا وَ بَیْنَکُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللَّهَ وَ لا نُشْرِکَ بِهِ شَیْئاً وَ لا یَتَّخِذَ بَعْضُنا بَعْضاً أَرْباباً مِنْ دُونِ اللَّهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ»

" De ki: "Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin." Eğer yine yüz çevirirlerse, "Şahit olun ki biz müslümanlarız" deyin."

Bu ayeti şerifte İslam, tüm Ehli Kitabı iş birliğine davet edip onlardan ortak noktaları göz önünde bulundurarak  barış içerisinde ortak yaşamaya çağırıyor. 

Peygamber Efendimiz'e indirilen son sure olan Maide suresinin 69'uncu ayetinde ise bu hususta son ilahi talimatlar şöyle indirilmiştir: "« إِنَّ الَّذینَ آمَنُوا وَ الَّذینَ هادُوا وَ الصَّابِئُونَ وَ النَّصاری‏ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَ الْیَوْمِ الْآخِرِ وَ عَمِلَ صالِحاً فَلا خَوْفٌ عَلَیْهِمْ وَ لا هُمْ یَحْزَنُونَ»

"İman edenler, yahudiler, Sâbiîler ve hıristiyanlar, (bunlardan) Allah’a ve âhiret gününe inanıp dünyaya ve âhirete yararlı işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir."

İşte bu ayete göre müminlerin yanı sıra, Yahudiler, Sabiiler, Hristiyanlar ve Allah ve kıyamet gününe inanan, salih amel yapan herkes huzur ve güvenlik içerisinde olacaktır. Yani Müslümanların İslami toplumda asayiş ve huzur içerisinde yaşadığı gibi diğer dini azınlıklar da İslami ülkelerde böyle bir haktan yararlanırlar. 

Müslümanların gayrı Müslimler ile beraber barış içerisinde yaşamaları belli zorluklarına rağmen bereketleri ve kazanımları da beraberinde getirir.  Bu çerçevede Müslümanlar azınlıkların İslam ile tanışmalarına vesile olur ve böylece öz İslam'ı yaymaya çalışır. Ayrıca Müslümanlar barış içerisinde diğer milletler ile yaşadıkları zaman, onlar ile anlaşma yaptıkları zaman, artık kaos ve kumpaslar da azalır ve hatta kimi durumlarda azınlıkların yardımları üzerinde bile hesap yapabilirler. Böylece bazı tehlikeler de ortadan kalkmış olur. Bu doğrultuda Müslümanlar barış içerisinde beraber yaşadıkları azınlıkların yardımlarından da yararlanabilirler. Çünkü artık hepsi bir ülkeye ait olup vatandaş sayılırlar. 

Mısırlı fakihlerden Şeyh Şaltut ise bu hususta şöyle diyor: " İslam bu yüzdendir ki Müslümanlara barışçıl siyasetler izlemelerini tavsiye ediyor. Böylece  hem kendi aralarındaki ilişkilerde hem azınlıklar ile barış içerisinde yaşarlar. Böyle bir ortamda, barış hakim olup işbirliği ve tanışma fırsatı da yaranmış olur. Bu da iyiliklerin yayılmasına vesile olur. Zaten İslam gayrı Müslimlerden kaba kuvvet ve zorbalık ile istemeyerek Müslüman olmalarını istememiştir. "

İslam her daim barış ve uzlaşmaya davet eder. Ancak düşmanlık ve husumet içerisinde olanlara, ahde vefasız kalanlara, ihtilaflar oluşturup körükleyenlere ve sorunlar çıkartanlara farklı davranır.   Bu durumlarda İslam Müslümanlardan tacize tacizle cevap vermelerini istiyor. Bunun amacı ise adalet ve barışçıl ortamın tekrar ortaya çıkması ve kalıcı olmasıdır.  Bu yüzden İslam hem tacizci savaşı yasaklamış hem savaşta tacizi. Bu yüzden İslam, bu açıdan hiç bir zaman savaşı başlatan taraf olmamış ve sadece karşılık vermiştir. Kuran-ı Kerim'de ise Hac suresinin 39'uncu ayeti ve Bakara suresinin 190'ıncı ayeti bu hususu onaylar niteliktedir. 

 Müslümanlar ile gayrı Müslimler arasında barış içerisinde yaşama ilkesinin gerçekleştirilmesi ve her iki grubun huzur ve güvenlik içerisinde yaşaması için  belli koşullara ihtiyaç duyulmaktadır.  Bu çerçevede Zimme ehli ile yapılan anlaşma ve koşulları açıklayıcı niteliktedir. 

Bu anlaşmaya göre  anlaşmaya taraf olanlar anlaşmanın metnindeki haklara riayet etmeleri ve kendi taahhütlerini yerine getirmeliler. Bu anlaşmanın imzalanması ile var olan her hangi bir düşmanlık da sonlanır ve barışçıl ortamda beraber yaşamak için zemin hazırlanır. 

Zimme anlaşması ile daha fazla tanışmanız ve mahiyetini daha iyi anlamanız için ilk başta Zimme'nin kelime olarak ne anlama geldiğini sizlere açıklamak istiyoruz. 

Zimme, kelime anlamı itibarı ile güven, ahit ve kefil olmak demektir. Ehl-i Zimme ise İslami toplumda yaşayan Hristiyanlar, Yahudiler veya diğer ilahi dinlere mensup olanlardır. Bu azınlıklar İslami hükümet gölgesinde yaşadıkları yüzünden vergi olarak cizye adında bir meblağı İslami hükümete ödeme konusunda anlaşmaya varmışlardır. 

Kuran-ı Kerim'de ise  Zimme anlaşması ve cizyenin ödenmesi hususunda  bazı ayetler vardır. Bu çerçevede Allahu Teala  Tövbe suresinin 29'uncu ayetinde özel olarak cizyenin ödenmesi hususunda şöyle diyor: "« قاتِلُوا الَّذینَ لا یُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَ لا بِالْیَوْمِ الْآخِرِ وَ لا یُحَرِّمُونَ ما حَرَّمَ اللَّهُ وَ رَسُولُهُ وَ لا یَدینُونَ دینَ الْحَقِّ مِنَ الَّذینَ أُوتُوا الْکِتابَ حَتَّی یُعْطُوا الْجِزْیَةَ عَنْ یَدٍ وَ هُمْ صاغِرُونَ»

"Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."

Burada değinilmesi gereken nokta ise ayette kullanılan " Sagarun" kelimesinin huzu ve teslimiyet içerisinde bir anlam taşımasıdır.  Bu kelimeden kasıt ise  cizyenin İslam ve Kuran-ı Kerim karşısında huzu göstergesi olarak ödenmesi gereğidir. 

Başka bir ifade ile  bu kelime barış içerisinde yaşama ve sağlıklı ve saygın bir azınlığın çoğunluk içerisinde yaşam hakkının tanınmasıdır. Bu çerçevede azınlıkları aşağılamak ve onlar ile dalga geçmek Müslümanlara yakışmaz ve İslam'a da uymaz.  Allah Resulünün sünnetinde azınlıklara davranışları ile de örtüşmez. 

Allah Resulü'nün cizyeyi Ehl-i Zimme'den kabul ettiğini ancak onlara ribacılık yapmama şartını koştuğu anlatılmaktadır. Böylece Ehli Kitap da özel şartlar altında Müslümanların yanında huzur ve çatışmadan uzak bir şekilde yaşayabilirler. Bu çerçevede onlara Ehli Zimme yani İslami hükümetin boynunda hakkı olan hem de belli görevleri olan grup derler. 

Şia alimleri ve fakihlerinin görüşlerine göre Ehli Zimme  kitap sahibi olanlar yani Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer ilahi dinlerdir.  Tabii muhtemel olarak ilahi din sayılanlara mensup olanlar da Ehli Zimme sayılırlar. Örneğin Zerdüştiler. Bunların dışında kalanlar, yani kafirler ve müşrikler ise Ehli Zimme sayılmazlar, cizye ödemezler ve İslam toplumu ve hakimiyeti de onlara bir hak tanımaz.  Buna esasen sadece Ehli Kitap Müslümanlar ile Zimme anlaşmasına varabilirler. Ancak bu anlaşmayı yapmayan Ehli Kitap mensupları da Ehli Zimme sayılmazlar. 

Ehli Sünnet fakihleri ise Zimme anlaşmasının  Yahudiler, Hristiyanlar ve Zerdüştilere has olmadığını herhangi biri ile, kafirler ile bile bu anlaşmanın yapılabileceğini savunuyorlar. Ancak yine de Arabistan yardım adasındaki kafirler ve mürtedleri bunun haricinde tutuyorlar. 

Bu çerçevede Müslümanların öncü düşünürlerinden Ebu Yusuf Kadı " Haraç" isimli kitabında şöyle yazıyor: "Yahudiler ve Hristiyanların yanı sıra,  şirk ehli, putperestler, Zerdüştiler, ateşe tapanlar ve taşa tapanlar, Sabiiler ve Samiriler'den de cizye alınır. Ancak Müslümanlıktan çıkanlar ve Arap putperestler bunun dışındadırlar. "

Böylece  Ehli Sünnet alimleri açısından da dinden çıkanlar ve Arap putperestlerin dışında tüm dini azınlıklar Zimme anlaşmasına dahil olup İslami kurallara göre İslam topraklarında yaşayabilirler. Bunlara Ehli Zimme adı verilir. 

Toplamda ise  Zimme anlaşmasına varılması için Müslüman fakihlerin görüşlerinin ortak yanlarını şöyle toparlayabiliriz: "Zimme anlaşmasının ilk temel şartı,  Müslümanlara cizyenin ödenmesidir. Cizye miktarı ise İslami toplumun lideri tarafından İslami toplumun çıkarlarına uygun düşecek şekilde seçilir. 

Zimme anlaşması için gerekli olan ikinci husus ise Müslümanların eziyetine neden olacak her hangi bir amelden sakınılması ve toplumda güvenliğin zayıflaması, savaşın çıkması ve müşriklere yardım mahiyeti taşıyan durumlara yol açmasından uzak durulmasıdır. 

Ehli Kitabın Zimme anlaşması için üçüncü görevi ise Müslümanlar'ın nehyedildiği işleri ulu orta yapmamalarıdır.  Örneğin şarap içmek, zina yapmak, domuz eti yemek, mahremler ile evlenmesi ve benzeri. 

Dördüncü şart ise  toplumda İslami hükümlerin uygulanmasını kabul etmeleri ve Müslümanların haklarını yerine getirmeleri. 

ve beşinci husus da  kendilerine has tapınak ve çanlar yapmamaları ve binalarını Müslümanların evlerine hakim olacak şekilde yapmamaları.