İslam'da Azınlıkların Hakları-4
Geçen bölümde Zimme anlaşması ve ehli zimmenin İslami toplumdaki görevleri ile ilgili konuştuk. Bugünkü bölümde ise güvence-teminat değeri taşıyan emannameler ve güvence anlaşmaları ayrıca Peygamber Efendimiz'in bu tür anlaşmalarını gözden geçireceğiz.
İslami bilim çerçevesinde emanname veya güvence-teminat anlaşması Müslümanlar ve Kafirler arasında varılan bir anlaşma türüdür. Bu anlaşmaya göre Müslümanlar kafirlerin güvenini bile güvenceye alıp bu anlaşma sona erene kadar onlara karşı savaşı açmayacağına ve hasımlık yapmayacağına bağlı kalıyor.
İslami fıkıh alimleri bu tür anlaşmanın İslami öğretilere göre meşru olduğunu göstermek için Tevbe suresinin 6'ncı ayetini kanıt olarak göstermektedirler. Bu ayeti şerifede şöyle buyrulmaktadır:" «وَإِنْ أَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِکِینَ اسْتَجَارَکَ فَأَجِرْهُ حَتَّى یَسْمَعَ کَلَامَ اللَّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِکَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا یَعْلَمُونَ»
"Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır."
" Allah'ın sözünü duymasına fırsat vermek için " ibaresini içeren bu ayetten görünüşte bu anlaşmanın geçici olduğu belli bir süreç içerisinde uygulanabileceği, kafirlere ve müşriklere İslami öğretileri duymak ve anlamak için verilen bir fırsat olduğu anlaşılmaktadır. Çoğu fakihler ise koruma süresinin maksimum bir yıl olduğunu var sayıyor.
Allah'u Teala müşriklerden beraat etse de bu müşriklerin bir gün doğru yola yönelebileceklerini var sayarak Müslümanlara bu grubu koruma altına alıp onların dini daveti yakından tanımalarına fırsat vermelerini istiyor. Allahu Teala Müslümanların müşriklerin sığınma taleplerine olumlu yanıt vermelerini vecibe kılmıştır. Bu vesile ile müşriklerin cehaletten uzaklaşmaları ve Allah'ın ayetlerini tanımaları fırsatı verilmiştir.
Kafirler ve müşrikler Allah'ın kelamını duyduktan ve dalalet ve hidayet yolu arasındaki farkı gördükten sonra koruma altına alma hususu da sona erip emanneme de sona ulaşır. Bu doğrultuda koruma altında olan şahıslar kendi sığınaklarına ve topraklarına dönmek için fırsat bulurlar. Bu arada Müslümanlara onlara tacizde bulunmamalıdır. Ardından şahıs iman getirirse İslami devletin vatandaşı sayılacaktır. İman getirmezse İslam devletinin talimatı ile onunla savaşa girilecektir.
Emanname yada koruma altına alma anlaşmasının belli başlı koşulları da söz konusudur. İlk önemli nokta koruma altına alma anlaşmasının Müslümanlara zarar vermemesi gerektiğidir. Bu konu kesin bir husus olup tüm İmami fakihler bu konuda oybirliği çerçevesinde düşünüyorlar. Ancak fakihler bu anlaşmanın sadece Müslümanlara zarar vermemesi yoksa Müslümanlara bir yararı da olması gerektiği konusunda farklı düşünüyorlar. Bu çerçevede kimi fakihler bu anlaşmada Müslümanlara da yarar sağlanmasını şart olarak görüyorlar. Ancak bazıları böyle düşünmüyor. Genel olarak bu hususta şöyle bir değerlendirme yapmak mümkün: " Koruma altına alma anlaşmasının gerçekleşmesi ve meşrulaşması için İslam ve Müslümanlara zarar verilmemesi şartı yeterlidir. "
İkinci önemli nokta ise kafirler ve müşriklerin koruma altına alma anlaşmasının geçerli olduğu dönemde Müslümanları katletmek ve rahatsız etmek, casusluk yapmak ve casusları barındırmaktan sakınmaları ve Müslümanlar ve kutsallıklarına saygı duymalarıdır. Zaten Tevbe suresinin 6'ncı ayetinde de kafirlerin kendi talebi üzerine savaş durdurulmuş ve onlara hak kelamını duymaları için fırsat verilmiştir. Bu yüzden bu süre içerisinde düşmanlıklar da durdurulmalıdır.
Allah Resulü Hz. Muhammed saa açıklayıcı ve tamamlayıcı İslam dininin tam göstergesi ve İslami davranışlar ve ahlakın pratik örneğidir. Bu sadece Müslümanlar için değil tüm dünya için geçerlidir. Allah Resulü İslam'ın parlamaya başladığı ilk dönemlerde Müslümanlar ve onlar ile bağı bulunan diğer gruplar arasında anlaşmalar sağladı. Bu çerçevede bazı anlaşmaların metinlerini sizler ile paylaşacağız sohbetimizin devamında.
İlk olarak Allah Resulünün Necran baş piskoposu ile vardığı koruma altına alma anlaşması ile başlayalım.
" Muhammed'den Baş piskopos Ebi Haris'e, Necran'ın diğer başpiskoposlarına, kahinlerine ve onları izleyen herkese, rahiplere ve onlara az veya çok bağlı olanlara! Konu tapınaklarınız, ibadet etiğiniz mekanlar ve dindarlığınız, Allah Resulünün yanında yer alıp almamanız! Bilin ki hiçbir başpiskopos mevkiinden olmayacak. Hiç bir rahip veya hiçbir kahin yerinden edilmeyecektir. Hayır sever olduğunuz salih amel yaptığınız müddetçe hiçbir şey değişmeyecek, haklarınıza saygı duyulacak ve kurallarınız yerinden edilmeyecektir. Böylece zulme yardım etmeyeceksiniz ve size de zulmedilmeyecektir. "
Şimdi de Beni Zamare ile yapılan anlaşmayı dinleyelim: "Bu, Allah'ın Muhammed'inden Beni Zamare'ye yazılan bir mektup. Malınız ve canınız koruma altındadır. Halkınıza saldırılırsa Müslümanlar yardımınıza koşacak. Ancak Allah dini ile savaşmamanız gerekir. Allah Resulü ne zaman yardım isterse siz de yardıma koşacaksınız. Bunun karşılığında ise Allah'ın ve Resulünün koruması altında olacaksınız.
Allah Resulünün onayladığı anlaşmalarda da temel şartın düşmanlıkların ve husumetin bir kenara bırakıldığı görülmektedir. Çünkü İslam dini temellerini barış ve huzur üzerine kurmuştur. İslami devlet anlaşmaya vardığı tarafların dini kurallarını olabildiğince kabul etmiş ve onlardan İslam ahkamına karşı olarak hareket etmemelerini istemiştir. İslam, azınlıklara zulüm ve taciz yapılmasına müsaade etmez ve azınlıkları İslami toplumlardan çıkarmaz. Buna karşı ise azınlıklar da mal varlıkları oldukları durumunda belli bir vergileri ödemelerini unutmamaları gerekir.
İslam, gayrı Müslimler için insani hayatın farklı alanlarında haklar tanısa da ancak kırmızı çizgiler de belirlemiştir. Bu çizgiler ise genel kriterler olarak Müslümanlar ile gayrı Müslimler arasında göz önünde bulundurulmalıdır.
Allahu Teala, Nisa suresinin Nefy-i Sebil adı ile de bilinen 141'inci ayetinde ise şöyle buyurmaktadır:" «لَنْ یَجْعَلَ اللَّهُ لِلْکَافِرِینَ عَلَى الْمُؤْمِنِینَ سَبِیلًا»
"Allah, kâfirlere, müminler aleyhinde asla yol vermeyecektir."
Kuran-ı Kerim'in büyük yorumcularından Ayetullah Allame Tabatabai ise anılan ayet ile ilgili şöyle diyor:" Bu ayetten gerçek sultanın müminlere ait olduğu ve kafirlerin hiçbir zaman müminlere kesin zafer kazanmayacakları anlaşılmaktadır. Tabii Müslümanların iman malzemelerine sahip olması gerekir. Ayrıca bu ayet münafıkların şom hedeflerine varmakta yeise kapılacaklarını anlatıyor. "
Aynı ayete göre İslami fıkıhta " Nefy-i Sebil" diye bir ilke vardır. Bu ilke Müslümanlar ile kafirlerin arasındaki bağların sınırlarını çizer. Bu ilke aslında kafirlerin Müslümanlara hükmetmesini tamamen reddediyor. Bu yüzden Müslümanlar ile kafirler arasındaki ilişkiler kafirlerin Müslümanlara sulta kurmasına yol açarsa İslam şeriatı açısından kabul edilemezdir. İster bireysel olsun ister toplumsal.
İslam, gayrı Müslimlerin Müslümanlara hakim olmasını kabul etmiyor ve bu konuda sert uyarılar yapıyor. Bu yüzdendir ki Allahu Teala Kuran-ı Kerim'deki birçok ayette Müslümanları kafirlerin velayetinden sakındırmış ve sulta kurmak anlamında olan velayeti sadece müminlere has olarak görmüştür.
Allahu Teala Nisa suresinin 144'üncü ayetinde Müminlere hitaben uyarıda bulunup şöyle buyurmuştur: "
«یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْکَافِرِینَ أَوْلِیَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِینَ أَتُرِیدُونَ أَنْ تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَیْکُمْ سُلْطَانًا مُبِینًا»
"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"
Burada önemli olan nokta kafirlerin Müslümanlara musallat olmasının reddedilmesinin nedeni ve hikmetinin Ali İmran suresinin 149'uncu ayetinde vurgulanmasıdır. Bu ayette şöyle buyrulmaktadır:" «یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا إِنْ تُطِیعُوا الَّذِینَ کَفَرُوا یَرُدُّوکُمْ عَلَى أَعْقَابِکُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرِینَ»
"Ey iman edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi inançlarınızdan geri döndürürler de sonra hüsrana uğramış olursunuz."
Bu ayetlerde değinilmek istenen husus Müslümanların velayeti hususudur. Velayet, sulta kurmak anlamındadır. Bu da uymak ve izlemek demektir. Müslümanlar kafirleri hakimleri olarak kabul ederlerse onların talimatlarına ve emirlerine uymalıdırlar. Bu da onların İslam'dan uzaklaşmalarına ve cahiliye dönemine geri dönmelerine neden olur. Bu da Allah Peygamberi biseti ve İslam dininin gerçekleri ile çelişmektedir.
Müslümanlar tam imanlı olurlarsa o zaman Allah'ın vaadi de gerçekleşecek ve Müminler kafirlere ebediyen sulta kurarlar. Nitekim Allahu Teala Ali İmran suresinin 139'uncu ayetinde müminlere moral vermek adına şöyle buyurmaktadır:" Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz."
İman, müminlerin üstünlüğü sayılır. Zafer ve üstünlüğün kriteri ise sabır ve takvadır. Gerçek müminler sadece Allah yolunun izleyenleri oldukları için, Allah onları yeryüzündeki halefleri seçtikleri için her daim kafirlere nihai olarak galebe çalacaklardır.