Batı'da Yaşam-18
Bu bölümde Batı toplumlarında ırkçılık ile ilgili konuşacağız.
Kimileri bulunduğumuz dönemde artık ırkçılığın eskisi gibi yandaşları olmadığını düşünebilir. Ancak kimi Avrupalı ülkelerde sağcıların iktidara gelmesi ve de Amerika'da Trump'ın iş başına gelmesi ile şimdi de ırkçılık ve beyazların üstünlükçü ayrımcı düşünceleri tekrar gündeme taşınmıştır. Bu husus da Batı'da son yıllarda ırkçılığın ve ayrımcılığın şiddetlendiğini gösteriyor.
Ara sıra farklı Batılı ülkelerde radikaller tarafından yürütülen şiddet içeren hareketler bu iddianın tam bir kanıtıdır. Aslında deliller ve kanıtlar da ırkçılığın bu kez de yabancı düşmanlığı ve radikal milliyetçilik üzerine kurulduğunu, beyazların üstünlükçü düşüncelerine ve diğer ırklar ile mücadele esasında olduğunu gösteriyor.
Frantz Fanon, Irkçılık ve Kültür isimli kitabında bu hususta şöyle yazıyor: " Batı kolonyalizmi teknik üstünlüğüne dayanarak dünyanın efendisi konumundadır. Kolonyalizm öncüleri ise üstün medeniyete sahip olduklarının ırklarından kaynaklandığını düşünmeye başlamışlardır. İşte tam da bu noktada ırkçılık farklı şekilleri ile Batı medeniyeti ve kültürüne dahil oldu ve yavaş yavaş erkanlarından birine de dönüştü. Irkçının aşağılanmasından insanın aşağılanmasına ve insani şahsiyet ve haysiyetin nefyedilmesine kadar mesafe bir adım kadardır. "
Bu günlerde Batılılar eşitlik ve insanların ayrımcılıktan uzak, deri renkleri ve ırklarına bakılmaksızın toplumlarda haklarından yararlanmasından söz ediyorlar. Ancak Batı medeniyetinin tarihi gerçeklerini gözden geçirirsek tüm bu iddiaları sorgulayabiliriz. Antik Yunanlıların, Yunan olmayan kavimleri ve etnik grupları aşağılamasından ve onlara özgürlük hakkı bile tanımamasından, köle tüccarının, gemiler ile Afrika siyahilerini insani yığınlar halinde Amerika'ya götürüp orada fırsatlar ülkesini kurmak istedikleri zamana dek, günümüzde de servet sahipleri ve kapitalistlerin Allah'ın en şerefli mahluku insanı modern köleye dönüştürme dönemine kadar Batı toplumlarında hep ırkçılık sorunu süregelmiştir.
Son onyıllarda ise yeni bir ırkçılık dalgası Avrupa ülkelerinde yayılmaya devam etmektedir. Bu olgu ve yayılan dalga ise Avrupa'nın Kuzeyindeki Norveç gibi ülkelerinden yeşil kıtanın Güneyinde bulunan Yunan'a kadar tüm ülkeleri etkilemiştir. Özgürlük ve demokrasi beşiği olduğunu iddia eden Fransa'da bile ırkçılık sorunu ciddi bir şekilde ele alınmaktadır. Öyle ki Birleşmiş Milletler Irkçı Ayrımcılar ile Mücadele Komitesi üyeleri bile Fransa'da ırkçılık durumunu tehlikeli olarak nitelemiş ve " Fransa'da yaşanan ırkçı eylemler ve olaylardan şaşırdıklarını " dile getirmişlerdi. Bu komite Fransa hükümetine ırkçılık ile mücadelede pasifliği ve Fransa'da ırkçı eylemlerin yayılması ve artmasına seyirci kalması yüzünden eleştiriler yöneltmiştir.
Aslında ırkçılık, bir insana ırkından dolayı nefret duymak ve ona karşı ayrımcılık göstermek anlamına gelir. Tabii bu sadece deri rengi ile alakalı olmayıp milliyet, dil, din ve diğer alanlarda da bağnazların ırkçılık malzemesine dönüşmüştür. Nitekim Fransa'da da 5 milyonu aşkın Müslüman'ın yaşamasına rağmen bu ülkenin Müslümanları Fransızların ırkçı eylemleri ve aşağılanmalarına maruz kalıyorlar.
Fransa Kamuoyu Yoklama Enstitüsü'nün Kasım 2019 anketlerine göre Fransa'daki Müslümanların yüzde 42'si hayatlarında en az bir kez Fransa'daki gayrı Müslimlerden ayrımcı tavır görmüşler ve son beş yılda da ayrımcı ve ırkçı tavırlara ve eylemlere maruz kalmışlardır. Bu anketin sonunda ise ayrımcı ve ırkçı girişimlerin daha çok 30 ila 40 yaşı arası insanları ve de tesettürlü kadınları etkilediğini ve hedef aldığına işaret edilmiştir. Halbuki İslamiyet, Fransa'da ikinci en büyük din olarak sayılıyor.
Finlandiyalı Müslüman araştırmacı Linda Hyökki ise Avrupa ülkelerinin bir çoğunda günümüzde gördüğümüz tesettür ve hicap etrafındaki sorunlar ve tartışmalar hususunda şöyle diyor: " Bence bu tartışmalar ve sorunlar çifte standartlı bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Bir yandan Batı kültüründe bireyselcilik her daim kültürel bir norm olarak reklamı yapılmaktadır. Batı kültüründe hep "kendiniz olun " diyorlar. Bir diğer yandan ise göründüğü kadarı ile Batı toplumunun bir kaç tesettürlü kadınla bile baş edemediği görülmektedir. Sonunda da halkın giyimi ile ilgili tartışmaya başlıyoruz. Bu konuyu dine bağlarsak birden bire büyük bir soruna dönüştüğüne şahitlik ederiz. Başka bir örnek vermek istiyorum. İslam'daki çok eşlilik konusu hep tartışma konusu olmuştur. Ancak modern kavramları ile bir kaç kişiye sevgi ve aşk konusunu ele alırsak bu konu daha rahat bir şekilde anlaşılacaktır. Bir işi dini nedenler ve saiklerden dolayı yaptığımız zaman, bir soruna dönüşür. Aslında Avrupa din ile ciddi sorun yaşamaktadır. "
İngiltere'de ırkçı eğilimler şimdi de toplumsal ve kültürel bir soruna dönüşmüştür. 2016 yılında İndependent gazetesi şiddet ve ırkçı ayrımcı eylemler ile ilgili raporunda 3 bin İngiliz güvenlik gücünün bu olaylara karıştığını ifşa ederek şöyle yazdı: " Bu polis ve güvenlik gücü kitlesi, suç yapmalarına rağmen hala görev başındalar. " Bu rapora göre 3 bini aşkın İngiliz polisi cinsel ve diğer taciz ve şiddet içeren tavırlarından dolayı sorgulanmış ve haklarında soruşturmalar başlatılmıştır. Ancak onların sadece yüzde 2'isi kadarı görevden alınmış ve geri kalan yüzde 98'i ise işine devam etmiştir. Bu İngiliz gazetesinin yaptığı araştırmalara göre azınlıklara karşı ayrımcı davranma İngiliz polisinin karakteristik özelliğine ve kültürel vasfına dönüşmüştür. Bu çerçevede Asyalı ve siyasi vatandaşlar beyazlara göre daha fazla polis şiddetinden şikayetçidirler.
İndependent iki sene önce de İngiliz üniversitelerinde şiddet ve ayrımcılık eylemlerinin yüzde 60 kadar arttığını bildirip İngiliz üniversiteleri sorumlularının bu tavırlara ve eylemlere karşı koymaktaki pasifliğinin bu artışa neden olduğunu açıkladı. İngiliz Milli Üniversite Öğrencileri Derneğinin raporuna göre ülke çapındaki üniversitelerde ırkçı ve ayrımcı saldırılar rutin hale gelmiş ve dini nefret duygusu da son iki yılda daha da kabarmış ve ikiye katlanmıştır. Bu dernek ırkçı davranışlarının artışından dolayı kaygılarını belirterek bir genel çağrı yaptı. Bu genel çağrının ardından bir hafta içerisinde farklı üniversitelerdeki 100'ü aşkın öğrenci ırkçılık ve İslam düşmanlığı dolayısı ile güvenliklerinin tehlike altında olduklarını bildirdiler.
İran Radyo-Televizyon Kurumu-İRİB'in Londra muhabiri Mucteba Kasımzade ise şöyle diyor: " Günümüzde, Batı'da ırkçı grupların faaliyetlerinin arttığı sırada ve ırkçılığın gün yüzüne çıktığı sırada insani işler alanlarındaki görüş sahipleri isimler, Batılı hükümetlerin radikal sağcı ve ırkçı gruplar ile pratik mücadelelerini sorgulamaya başlamışlardır. .... Irkçı ve nefret kaynaklı davranışlar karşısındaki tutumlarını. Şimdi de Batı ülkelerinde ırkçılara paralel olarak çalışan medya organları ve sanal alemdeki hareketler bu kaygıyı daha da arttırmıştır. Görüş sahibi isimlere göre Trump'ın iş başına gelmesi, Batılı ırkçılara yeni bir can katmış ve onları birleştirmiştir. Amerika'dan Yeni Zelanda'ya, Avustralya'dan Avrupa'ya kadar, bilhassa İngiltere'de son aylarda polis ve güvenlik güçleri radikalizm ve terörizmin artması hususunda uyarılarda bulunmuşlardır. Irkların Eşitliği Komisyonunun bildirdiğine göre İngiltere'de nefret ve ırkçılıktan dolayı suçlar yüzde 23 kadar artmıştır.
2017 yılında ise Tags Spiegel gazetesi konuya ilişkin raporunda Almanya'daki siyahilerin bu ülkede diğer Avrupa ülkelerine göre daha fazla ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldıklarını belirtti. Bu rapor aslında Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansının incelemelerinin sonuçlarına dayandırılarak hazırlanmıştı. Bu incelemelerde 28 Avrupa Birliği üye ülkesinde etnik azınlıkların durumu ele alınmıştı. Bu gazetenin yazdığına göre Afrika kökenli kişilerin yaklaşık dörtte biri son 12 ayda Avrupa'da şiddet olaylarına maruz kaldıklarını söyleseler de ancak Almanya'da bu kesimin üçte biri kadarı böyle bir husustan şikayetçi olmuşlardır.
Bu incelemenin sonuçları Avrupa'daki azınlıklarının durumunun eskiye göre pek de değişmediğini gösteriyor. Tam da geçmişte olduğu gibi Afrika'nın Kuzey kökenlileri de bu ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Bu çerçevede bu kişilerin daha çok iş ortamında ve mahallede bu ayrımcılığa maruz kaldıkları görülmektedir. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansının raporunda da Avrupa'da sırf eşitsizliğin yasaklanması ve etnik ayrımcılık ile mücadele siyasetlerinin yeterli olmadığı zaten bu kuralların da 2000 yılından beri var olduğu ama etkili olmadığı ifadeleri yer almıştır.